Friedrich Nietzsche:Deccal
Ozancan Dernek
Friedrich Nietzsche 19. Yüzyıl’ın en önemli filozoflarından biridir. Düşüncelerini ortaya koyarken ağır eleştiriler yaparak fikir üretmesi, büyük eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur. Felsefe tarihi içerisinde yaptığı eleştirilerin ağırlığından dolayı, tarihsel süreçte hoşlanılmayan bir filozof olarak tanınmasına neden olmuştur. Kitaplarının çoğunda bu ağır eleştirileri görmek mümkündür.
Yazımıza konu Deccal adlı eserinde bu eleştirileri en sert biçiminde görmekteyiz. Kitabın özünde, filozofumuz Hristiyanlık üzerine ağır ithamlarda bulunmuş ve eleştiriler getirmiştir. Hatta kitap bir çok söylemde Hristiyanlığa lanet olarak da nitelendirilmektedir. Ayrıca filozofun ağır eleştirilerinin yanı sıra kitabın, okuyucuların çok azı tarafından anlaşılabileceği olgusunu söylemesi, kendisi gibi düşünenlerin azınlıkta olduğunu da göstermektedir. Bu bağlamda okuyuculardan, önyargılarından kurtulup kitaba yönelmesi beklenmektedir.
Bu söylemden anlamamız gereken, filozofumuzun fikirleri yüzünden ayrıştırılmayı göze alma gerçeğidir. Toplumsal konumundan kendini ayrıştırmış bireyin, toplumun vicdan anlayışından da ayrılması gerekliliğine içkin bir göndermedir.
Eser özünde fragmanlar diye tanımlayabileceğimiz 62 bölümden oluşmaktadır. Bu yönüyle incelememe esas otuzuncu fragmandan itibaren olan kısımdır. Filozofumuz ilk ve sonraki bölümlerde gerçekliğin içgüdüsel nefretinden bahsetmektedir. İçgüdülerimiz insanın direnme gücünün önündeki büyük engel olarak gözükmektedir. Bu bağlamda insanın acıma ve rahatsızlık olma duygusuna bağlılığının, direnmenin önünde büyük engel oluşturduğu ve ıstırap olarak görülmesini sağladığını söyleyebiliriz. Filozof, açıklamalarının devamında Hristiyanlığı temele alarak tüm dinlere karşı peygamber, mesih olgularıyla ahlak söylemlerini tamamen yanlış anlaşılma çerçevesinde ele alıyor.
Temelde yatan kurtarıcı fikri Nietzsche için, fanatikliğe dönüştüğünde saçmalığın içerisinde yer alıyor. Bunun sebebi fanatikleşen din anlayışında, dinin kendi gerçekliğinden uzaklaşıp tamamen karşılıklı haklı olma mücadelesine dönüşmesidir. Filozofun kitapta bizlere anlatmaya çalıştığı; Hristiyanlığın toplumsal değer yargılarıyla yanlış anlaşılıp, yanlış uygulanmasıdır.
Bu açıdan, filozof asla Hristiyanlığa karşı değildi, sadece değerlerin değersizleşmesine karşıydı diyebiliriz. Bunu eleştirel söyleme dönüştürmüş olması, oradaki söylemleri düşündüğümüzde, sanki daha olumlu ifadelerle aktarılamayacağı gözlenmektedir. Filozofun kitaptaki anlatımı ile Hristiyanlığın karşısında bilimin savaş açtığını ve var olan din anlayışının da karşıtı olduğunu görebiliyoruz.
Kendi ifadesiyle; eski Tanrı tümüyle mükemmel olan şey sıkılıyor ve sıkıldığında öldürmeye çalışıyor. Peki sonrasında ne yapıyor can sıkıntısını gidermek için insanı yaratıyor. Çünkü insan eğlendiricidir. Ama insanda bir noktadan sonra sıkmaya başlayınca, tanrının sıkıntı duyması onun hayvanları yaratmasına neden oluyor. Ama filozofa göre bu aşamada tanrı bir hata yapıyor; çünkü eğlendirici olan şey hayvan değildir. Bunun farkına varıp eğlendirici olması için kadını yaratıyor. Fakat atlanmaması gereken asıl gerçeklik; tanrının asıl hatası evreni yaratmaktı ama ikinci hatası kadını yaratmak oluyor filozofa göre. Böylece erkekte kadından uzaklaşmak için bilim ağacına yöneliyor.
Söylemlerin hepsini ele aldığımızda: Tanrı en büyük hatasını anladı ve ölümcül dehşete kapıldı, adam tanrının en büyük düşmanı oldu çünkü bilime yönelen adam aslında insanlarında tanrılaşmasına neden oldu. Tanrı bu noktada insanlığa bir çok sorun yarattı ki, düşünmesini engellesin. Düşündüğü takdirde, insan tanrı yok olacaktı.
Tüm bu söylemlere baktığımızda filozofun anlatmaya çalıştığı şey, bilimin ilk Hristiyanlık dediğimiz anlayışı yok sayması ve onun neticesinde içerisinde bulunan değerlerin zorunlu olarak değersizleşmesi olgusudur. Tüm bu olgulardan yola çıktığımızda filozofun söylemlerinde başka bir gerçeklikte, üst insan ve sürü insanı arasındaki farktır. Sürekli bir güç istencinin peşinde koşar. Zayıflıktan nefret eder ve mutluluğu güçle özdeşleştirir. Ama bu kadar güçlü ve üstün olmanın varacağı noktayı söylemez bize. Sadece üstün insan olma yolunda acımasız olun. Bu görüşü pek ilkeli görünmüyor. Özellikle siyasi arenadaki realizmin, mutlak güç istencinin, tarafları güç çıkmazına sokacağı deneyimine sahibiz insanlık olarak.
Nietzsche, evrimsel sürecin insanla son bulduğunu iddia ediyor.Yalnız bu savında, insanlar arasından bazı insanların diğerlerinin önüne geçerek " üstün insan" a ulaşabileceğini söylüyor. Üstün insan sondur ona göre. Toplum, üstün insandan korktuğu için ona karşıt bir insan türü geliştirmiştir. Sürü insanı yani Hristiyanlar(muhtemelen bir dine inanan bütün insanları kastediyor.)
Deccalda bu iki tür insan arasındaki farklılıkları anlatıyor filozof. Yalnız şu noktaya dikkat çekmek isterim ki, Nietzsche'nin eleştirdiği Hristiyanlık, bugün yaşanmakta olan din değildir. Radikal din versiyonunu hedef almış, tıpkı güncel dilde sıkça kullanılmaya başlanan gerçek İslam bu değil söyleminde olduğu gibi. Nietzsche' de gerçek Hristiyanlığı eleştirmiş. Sadece İsa peygamberi ayrı tutmuş bu eleştiriden. Din, İncil, Hz. İsa ile beraber ölmüştür. Ona göre, Hristiyan diye bir şey yoktur. Hristiyan geçinen insan, iki bin yıldır kendini yanlış anlamış insandır. Bu düşüncenin somut tezahürünü, Hristiyanlığı karşısına alarak, ahlaki olarak da İmmanuel Kant ve onun temsil ettiklerine savaş açarak gerçekleştirmiştir. Budizm, Brahmanizm, Yahudilik, Konfuçyanizm, Müslümanlık değindiği diğer dinler arasındadır.
True Detective filmini izleyenler hatırlayacaklardır: iki baş karakter bir arabayla seyahat ederken, ateist olan; evrimde çok ileri gittik. Şu an olan hiçbir şey normal değil diye sesleniyor. Nietzsche de insanların evrimin doğal işleyen yasalarının günümüzde bozulduğuna işaret eder. Çünkü acıma denen bir duygu vardır ve tüm soylu yüreklerin zayıflığıdır. Acıma evrimi şu şekilde etkiler: Biz yok olmaya yüz tutmuşlara acıyarak onları hayatta tutmaya çalıştıkça aslında bir doğal dengeyi bozuyoruz. Acımasız ama realist bir söylem. Kişisel kanaatim bu görüşün insanların, hayvanlarla aynı cihetten olduğu ön kabulüne dayanarak yapılmasıdır ki, bu şekilde düşünme sonucunu doğurur. Eğer insanlarla hayvanları aynı kefeye koyarsanız. Nietzsche haklıdır ve insan evrimi bozmuştur. Ancak bu iki kategorilendirmeyi ayrı ayrı yaparsanız, insanın- modern insanın, evrim'le bağlantısını koparabilir, zayıflık olarak görülen bu duyguların aslında insanlığın temel anlamı olduğu sonucuna ulaşabilirsiniz.
Deccal adlı eserinin,Friedrich Nietzsche’nin Hristiyanlığa ağır eleştirilerde bulunduğu son kitabı olduğunu söyleyebiliriz. Hıristiyanlığı yalanın, hilenin, yozlaşmanın kendisi olduğunu; insanı bilimden, özgür düşünmeden alıkoyduğunu düşünür. Aslında kitap kendi çağına bir başkaldırıdır. Üstün insan olabilmek için gücün önemli olduğunu vurgulamıştır. Hristiyanlıkla Budizm’i de yer yer karşılaştırmış ve Kant'ın felsefesine göndermelerde bulunmuştur. Nihilizm ‘in sularında yüzdüğü, varoluşçuluğun zirvesinde dolaştığı bir eser olarak adlandırabiliriz Deccal’ı.
Nietzsche’nin, Deccal’ini okuduğunuzda ilk anda Hristiyanlığa karşı cepheden, oldukça sert bir eleştiri yapıldığını zannedersiniz. Oysa Nietzsche’nin derdi bir din olarak Hristiyanlık değil, Hristiyanlığın izlemiş olduğu toplumsal izlektir. Üstün insana, aristokrasiye yönelik bir Hıristiyanlık, aşağı tabakalarla soylu aristokrasi arasında eşitlik iddiası bulunmayan bir Hristiyanlık onun kabul edebileceği belki de olması gereken bir Hristiyanlıktır. “Hristiyanlığa, acımanın dini denir. —Acıma, yaşam duygusunun erkesini artıran gerilim verici duyguların karşıtı bir duygudur; çöküntü verici bir etkisi vardır. Kişi, acıma duyduğunda, gücünün bir kısmını yitirir, acıma yoluyla, zaten acı çekmenin kendisinin yaşama getirdiği güç eksilmesi, yoğunlaşır, çeşitlenir…. Acıma, gelişmenin yasasını, seçi yasasını büyük çapta etkisiz kılar, çeler.Batıp gitmek için olgunlaşmış olanları ayakta tutar, yaşamın bozuk kalıtımcılarının, sonu belirlenmişlerinin yararına kendini ayakta tutar, yaşar tuttuğu her tür nasibi kıtın bolluğuyla da, yaşamın kendisine karamsar, sorunsal bir görünüm verir…. Zayıflar, nasibi kıtlar yıkılıp gitmelidir: bizim insan sevgimizin baş ilkesi. Ve onlara yıkılıp gitsinler diye de yardım edilmelidir. Herhangi bir günahtan daha zararlı olan nedir? “Nasibi kıtlara, zayıflara duyulan acımadan doğan eylem” Hristiyanlık.
İnsanların eşitliği fikrine hastalık derecesinde karşı olan Nietzsche, sıradan insanın işlevinin, üstün insanın var olabilmesinin koşullarını yaratmasıdır. İyi olmazsa kötü, ortalama insan olmazsa istisnai insanın anlamı olmayacaktır. “…..Ortalamalık, istisnaların var olabilmesinin ilk zorunluğudur: Yüksek bir kültürü belirleyen odur. istisnai insan, tam da ortalamalara yumuşak bir tavırla, oldukları gibi ve kendisinin de eşitleriymiş gibi davranıyorsa, bu salt bir yürek nezaketi değildir, —onun ödevidir bu...
Bugünün sürü sürücüleri arasında en nefret ettiğim hangisi? Sosyalist sürücüler, şandala havarileri, işçinin içgüdüsünü, hazzını, yetinme duyusunu, kendi küçük varlıklarıyla birlikte gömen, —onu kıskanç kılan, ona kin öğreten... Haksızlık hiçbir zaman hak eşitsizliğinde yatmaz, «eşit» hak iddiasında yatar... Kötü nedir? Zaten söylemiştim bunu: zayıflıktan, kıskançlıktan, kinden doğan her şey. —Anarşist ile Hristiyan’ın kökenleri, birdir... Ruhların Tanrı önünde eşitliği», bu kalpazanlık, bütün aşağı duyumluların nefretleri için bu perde, bu patlayıcı kavram, sonunda devrim, modern fikir ve bütün toplum düzeninin batış ilkesi haline gelen bu kavram— Hristiyan dinamitidir...”
Nietzsche’nin, Hristiyanlığa cepheden saldırmasının diğer bir nedeni de; Hristiyanlığın Yahudi kökenleri ile ilgilidir. Kitapta açık seçik Yahudi düşmanlığının izleri bir çok yerde görülmektedir. Öyle ki, bir varoluş problemi ile karşı karşıya kalan Yahudilerin var olma savaşını bile yadsımış doğal bulmamıştır. “..Yahudiler dünya tarihinin en ilginç halkıdır, çünkü, olmak ya da olmamak sorusu ile yüz yüze geldiklerinde, tam sinsice bir bilinçle, ne pahasına olursa olsun, olmayı seçmişlerdir.: paha da, bütün doğanın, bütün doğallığın, bütün gerçekliğin, bütün dış dünyanın olduğu kadar bütün iç dünyanın da, kökten bir biçimde sahteleştirilmesi olmuştur….”
Hristiyanlık, Yahudiliğin ustalık eseridir. “Kutsal bir biçimde yalan söyleme sanatı olarak Hristiyanlıkta, bütün Yahudilik, yüzlerce yıllık özenli, ciddi Yahudi uğraşısı ve becerisi, son ustalık düzeyine ulaşır. Hristiyan, yalanın bu en son nedeni, bir kere daha Yahudi’dir —hatta üç kere Yahudi’dir... ilk Hristiyanlığın elinde yalnızca Yahudi-Semitik kavramlar vardı (—Akşam Yemeği’ndeki yeme içme de; Kilise tarafından, her Yahudice şey gibi öylesine kötüye kullanılan bu Akşam yemeği kavramı, bunlar arasındadır)……”
“…Bir Yahudi pazarlığını ciddiye almak —buna yanaşmadı hiç. Bir Yahudi fazla, bir eksik —ne çıkardı bundan?...”
Nietzsche’nin Alman olması, Hitler gibi dünya tarihinin gördüğü en acımasız faşistinin Almanya’dan çıkmasını yeterince net bir şekilde açıklıyor olması gerekir. Hitler, Nietzsche’nin “istisnai insan”,” üstün insan” kavramını almış “üstün Alman” yapmıştır. Nietzsche’nin “üstün insan” ın yerini alan “üstün ırk” kavramını alması sonucunda Yahudilere, Çingenelere, Sosyalistlere, güçsüzlere, sakatlara, düşkünlere neler yapıldığını - biliyoruz. Nietzsche, Hristiyanlığa saldırırken Hristiyanlığın bir acıma dini olduğunu söyleyerek, zayıfları ayakta tuttuğunu, bunun da doğayı ve doğal olanı sahteleştirdiğini, doğal olanın “zayıfların yıkılıp gitmesine yardımcı olmak” olduğunu savunmuştur.
Nietzsche’nin “doğala dönüş” fikrinin temeli bir nevi hayvanlaşma olup güçsüzü acımasızca yok edip istisnai olana yer açmaktır. Hitler ordularının düşman bellediklerine bir hayvan vahşiliğinde saldırıp, sonra da hiçbir şey olmamış gibi ailelerine, çoluk çocuklarına karıştıklarını izlemişizdir filmlerde. Onun gözünde, insanlar da tıpkı hayvanlar gibi, varoluş savaşı verirler ve bu savaşta üstün olanlar kazanır. Darwinizmi sosyal alana da uygulayan Nietzsche, doğal seçilimi, güçlülük üzerinden sosyal alana uygulayarak ırkçılığın temelini atmıştır.
Yeni yorum ekle