LIKE SUNDAY LIKE RAIN

Gösteri Sanatları

Bir sevgi sineması:
LIKE SUNDAY LIKE RAIN

Ahmet Özbek

zorbatv

Sinemanın görsel, dilsel ve felsefi yönlerini önemseyen biri olarak, sinema içindeki duygusal yapıya ilişkin de birkaç söz etmek istiyorum. Çünkü sevginin sinemada dile getirilişi, karanlık salonlarda, her dönemde epey mendil ıslatmalara neden olmuştur. Ancak sinemada sevgiyi tanımlayan filmleri ciltler dolusu ansiklopedilere sığdırmak mümkün değil. Bu nedenle sanatsal anlamda bir düzey tutturmuş zarif filmlerden yalnızca birine değinmek istiyorum bu gün."Like Sunday, Like Rain/Yağmurlu Bir Pazar" (Frank Whaley 2014) aslında içli bir sevgi hikayesi.

Erkek arkadaşıyla sorun yaşayan, üstelik işinden de kovulan Eleanor (Leighton Meester) şans eseri geçici bir bakıcılık işi bulur. Lüksün en uç noktalarda yaşandığı bir köşkte, 12 yaşında bir çocuğun bakımını üstlenecektir. Annesinin de evden uzak olduğu bu sürede, ilgileneceği çocuğun aslında 'normal bir çocuk olmadığını' anlamasıyla ortaya çıkan çelişkiler, zamanla Eleanor'ı bir başka 'bakış iklimlerine' taşıyacaktır. Bir kere Reggie, (Julian Shatkin) yapayalnız hayatında çocukluk aşamasını çoktan geçmiştir. 

Çello dahisi, edebiyat kurdu ve de matematik zekası üst düzey olan bu çocuğun, bu yetenekleri onu çoktan 'yetişkin bir ruha' ulaştırmıştır. Elbette maddi sıkıntılardan gelen (aynı zamanda da müzikle bir yakınlığı olan) Eleanor'ın, hayatı ve sanatı erken keşfetmiş böylesine zeki bir çocukla baş etmesi ilk aşamada zorluklar getirecektir. Ancak zamanla 'müzik gibi ortak bir alanlarının olmasının da yardımıyla' bu ikili arasında bir çizgidışı dostluk oluşacaktır.

Reggie özel şoförü reddederek her sabah okula üstelik kocaman çellosuyla yürüyerek gitmektedir, sınıfsal ayrımın bir ayrıcalığa dönüşmesini de benimsemeyen bir yapıya sahiptir. Vejetaryendir, prensipleri vardır, her şeyin ötesinde olgun bir birey kimliğine de sahiptir. Yirmi beşini aşmış Eleanor ile bu zeka küpü çocuğun gün gün zarifleşen arkadaşlığı, salt ortak müzisyenlik nitelikleri yanında, sefalete de lükse de uyum yapabilme yetenekleriyle ilgilidir. Yoksul hasta ziyaretleri, bir otelde müzik sohbetleriyle uyumaları bu tuhaf ikiliyi daha da birbirine bağlayacaktır.

Otoriter bir anneye sahip Reggie,  aslında zenginliğin nimetlerini de önemsemez pek. Gün gün ilerleyen bu gizemli dostluk, Eleanor'ın bakıcılık görevinin bittiği gün, sonunda tıpkı iki sevgilinin zorunlu ayrılığı gibi acı bir vedaya dönüşür.
Sevebilen ve şiirlerle iç içe Reggie, ayrılık sahnesinde bu yakın dostuna "önceden çok konuşma planladığını, ama bu ayrılık anında söyleyecek bir söz söylemekten aciz olduğunu" belirtir. Dili tutulmuştur adeta.

Simetrik bir kamera açısının loş bir ortamdaki pencere ışığında kurgulandığı veda sahnesinde, bu ikili son kez birbirlerine sarılır. Eleanor, diz çökerek sarıldığı bu çocukta belki de bütün kayıplarının yaralarıyla yüzleşmiştir; ve bu da pek çok sevgi türünün birleşmesinden oluşmuştur. Reggie, bu dahi çocuk ise, bir anneden, hatta sevgiliden ayrılır gibi yaralıdır. Genç kız, dudaklarına bir minik veda öpücüğü de dokundurduğu bu sıradışı çocukta platonik bir sevginin de izlerini yakalamış mıdır, bu da izleyicinin beynine bırakılmış zarif bir soru.
Finalde, bu yarayı estetikle ifade etme arzusuyla, birbirlerinden uzakta, ama farklı enstrümanları, "birbirlerini hissederek" aynı anda çaldıkları müziksel bir düetle bir sevgi ve matem gösterisi gerçekleşir. Bu da filmin en görkemli sahnesi olarak belleklerde yer alacaktır.

zorbatv

Ve sinema koltuğundan kalkan herkes kendisine şu soruyu soracaktır belki de:
"Sevgi bu muydu?" Ya da bu tuhaf ama bir o kadar da zarif ilişkinin içinde "aşk da var mıydı...?"

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.