
Matisse’in Sanatında Renk ve Müzik İlişkisi
Faruk Çelik
19. yüzyılda müziğe duyulan ilginin artmasıyla birlikte sanatta gerçeklik anlayışı dönüşüme uğrar, nesnel betimlemelerin ötesine geçilerek öznel bakış açıları ön plana çıkmaya başlar. Bu dönemde sanatçılar, doğayı yalnızca görünen yüzüyle değil, onun ötesinde yatan duygusal ve ruhsal boyutlarıyla da ele almaya yönelirler. İsmail Tunalı’nın ifadesiyle, resim sanatı yalnızca betimleyici bir araç değil, aynı zamanda görünmeyen bir gerçekliğin ifadesi olarak belirtir. Yani görünür kılınan şeydir, der. Bu gerçeklik algısında sanatçılar; resim ve müzik alanlarında geleneksel resim anlayışının ötesinde yeni bir dil oluşturmaya başladılar.Bu gelişmeler ışığında, resim ve müzik sanatları arasındaki düşünsel ve biçimsel ilişkiler artar, disiplinler arası etkileşimlerle yeni bir alan gelişir. Bu etkileşimler, özellikle 20. yüzyılın modernist sanat anlayışıyla birlikte metinlerarasılık bağlamında ele alınmaya başlanır ve farklı sanat dalları arasındaki ilişki,kurumsal bir kimlik kazanır.
20. yüzyılın öncü sanatçılarından biri olan Henri Matisse, sanat anlayışında renk, biçim ve ritim gibi kavramlarıyla müzik ve resim disiplinleri arasında birleştirici bir yöntem kullanır. Matisse’in eserlerinde müzik yalnızca bir konu değil, aynı zamanda resim anlayışının vazgeçilmez bir olgu olarak degerlendirilir. Sanatçının özellikle “La Musique” (1910) ve “La Danse” (1910) adlı eserleri, müzik ve ritmin resimsel karşılıklarını arama çabasının somut örnekleri olarak dikkat çeker.“La Musique” adlı eser, iki figürün yer aldığı bir eserdir. Bu eserde renklerin ön planda olduğu iki figürün betimlendiği görülür. Sagdaki figür elinde gitar çalar, diger fügür ise dinleyici konumundadır.İki figürün arka planındaki alanlar, keskin konturlar ve canlı renk kullanımı, müziğin ritmik ve hareketli yapısına vurgu yapar. Özellikle resmin üst kısmında siyah zemin üzerine resmedilmiş yeşil renkli yapraklar müziğin ritmine göre sallanıyor hissi yaratır.Burada müzik, sadece işitsel bir duyumolarak karşımıza çıkmaz, aynı zamanda müziğin görsel bir ritmi ve duyumsamanın aktarım aracı olarak yapılandırıldığını görürüz.
Rus koleksiyoner Sergey Shchukin’in evi için yaptırdığı Dans adlı resminde, üçlü bir akora benzeyen üç renk kullanır. Bu renkler; “yeşil ve mavi akorun alt ve üst sesleri, bu iki rengin üzerinde el ele çılgınca dönen beş kırmızı figür akorun üçlüsü gibidir” Ayrıca, resmi müziğe yaklaştıran bir başka unsur resmin kompozisyonudur. Resim’deki figürlerin hareketleri bir ritim oluşturmuş gibi devam eden bir müziğin notaları gibidir. Dans, Matisse’in hayatı boyunca önemli bir rol oynar, sadece resimlerinde ilham kaynağı ve tema olarak değil, aynı zamanda dans topluluklarıyla doğrudan çalışmalar içerisinde de yer alır. Matisse’in resim dehası renk, çizgi, ve ışık kaynağından oluşan, özerk yaşamın nesnelerden hiçbir zaman ayrılmaması ve gerçekliğini biçimsel oyuna atfetmesidir. Matisse, "her şeyi her zaman çizdiğim gibi gördüm… eleştirmenlerin zekice, keyfi süs olarak nitelendirdiği şeyleri bile. Ben hiçbir biçim icat etmedim” der. Ancak Matisse; müziği, renk ve çizgi birliğinden estetik bir gerçeklik oluşturur. Bu gerçeklik hem doğanın hem de kendi zihinsel gerçekliğidir. Matisse, asla doğayı olduğu gibi kopyalamaz ve resimlerinde kurduğu kompozisyonları müzikle şöyle bağdaştırır: “Doğayı yorumlamalı ve onu resmin ruhuna tabi kılmalıyım. Bulduğum tüm tonların ilişkisi, bir müzik bestesinin uyumuna benzer şekilde canlı bir renk uyumuyla sonuçlanmalıdır”. Bu nedenle, Dans adlı resminde gökyüzü için kullandığı mavi, tüm mavilerin en canlı mavisi, yeryüzü için yeşil ve figürler için çınlayan parlak kırmızı, hem ışık uyumu hem de renklerin saflığını bir bütün olarak izleyiciye müzikal tınısını gösterir. (Bu paragraf “Yeni Bir Plastik Dilin Biçimlendirme Aracı Olarak Richard Wagner, Gustav Mahler, Arnold Schöenberg Ve Fazıl Say Besteleri” isimli tezden doğrudan alıntıdır.)
Henri Matisse’nin yaşamının son döneminde ürettiği başyapıtlar, müziğin yapısal ve ritmik etkilerinin hissedildiği biçimsel oluşumlara dayanır. Bu dönemde sanatçı, özellikle kağıt kesme yöntemini yalnızca bir teknik değil, aynı zamanda sanatsal bir ifade aracı olarak benimser. Her ne kadar bu yaklaşım başlangıçta yalnızca bir çalışmayla sınırlı görünse de, zamanla Matisse’nin sanatsal vizyonunun özünü oluşturan bir pratiğe dönüşür.Süreç, büyük boyutlu kağıtların suluboya ile renklendirilmesiyle başlar, ardından sanatçının bu kağıtlardan çeşitli şekiller kesip kompozisyonlar oluşturmasıyla devam eder. Matisse, bu yöntemde saf renklerin uyumlu bir düzen içinde bir araya gelmesine büyük önem verir. Bu süreçte karşılaştığı zorlukları şu sözlerle dile getirmiştir: “Bazen bir zorluk vardır: Çizgileri, hacimleri ve renkleri birleştirdiğimde her şey eriyip geriye kalanları yok etmektedir” (Klıne, 2010, s. 6). Bu nedenle sanatçı, kompozisyonlarını defalarca yeniden düzenlemek zorunda kalır.
Matisse’nin bu yaratım süreci, doğaçlamaya dayalı müzik pratiğiyle benzerlik gösterir. Bir müzisyenin aynı melodiyi farklı biçimlerde yeniden yorumlaması gibi, Matisse de renk ve boşluk arasındaki dengeyi sürekli olarak yeniden kurgular. Sanatçının bu döneme ait önemli yapıtlarından biri olan Codomas, adını bir ip üzerinde yapılan sirk performansından alır ve mekansal doğaçlama duygusunu yansıtır. Eserde benzer biçimler çeşitli varyasyonlarla yerleştirilmiş, eğrisel ve geometrik formlar dikdörtgen yüzeyler boyunca uzanarak görsel bir ritim yaratmıştır. Bu dikdörtgenler, tıpkı bir müzik parçasında bas ve trampetlerin ritmi dengelemesi gibi, kompozisyona yapısal bir düzen kazandırır.Matisse’nin sanat üretim süreci, doğaçlamaya dayalı müzikle benzerlik gösterir. Bir müzisyenin aynı melodiyi farklı biçimlerde yeniden yorumlaması gibi, Matisse de renk ve boşluk arasındaki dengeyi sürekli olarak yeniden kurgular. Sanatçının bu döneme ait önemli yapıtlarından biri olan Codomas, adını bir ip üzerinde yapılan sirk performansından alır ve mekansal doğaçlama duygusunu yansıtır. Eserde benzer biçimler çeşitli varyasyonlarla yerleştirilmiş, eğrisel ve geometrik formlar dikdörtgen yüzeyler boyunca uzanarak görsel ritim yaratır. Bu dikdörtgenler, tıpkı bir müzik parçasında bas ve trampetlerin ritmi dengelemesi gibi, kompozisyona yapısal bir düzen kazandırır.
Resim ve müzik ilişkisi, dokunulabilen, duyumsanabilen ve işitilen duyuları etkileyebilen disiplinlerarası bir alandır. Bu bağlamda renk, sanatçının elindeki en güçlü ifade araçlarından biri olarak öne çıkar. Rengin kullanımı, sanatçının kişisel edimine bağlıdır ve izleyici üzerinde hem psikolojik hem de fizyolojik etkiler yaratır.Sanat tarihinde bu duyusal etkileşimlerin en çarpıcı örneklerinden biri Wassily Kandinsky'nin sanat görüşünde belirginlik kazanır. Kandinsky, çevresindeki somut nesnelerden soyut geometrik formlara, sayılardan seslere kadar pek çok olguda “ruhsal titreşimler” ve karakteristik anlamlar görebilen bir sanatçıdır. Bu duyarlılığı, onun maddi dünyayı alışılmışın dışında bir biçimde algılamasına ve zaman zaman gerçeklikten uzaklaşarak kendi içsel dünyasına yönelmesine neden olur.Bu durumu açıklamak için kullanılan “sinestezi” kavramı, bir duyunun başka bir duyuyu tetikleme yetisini ifade eder. Kandinsky’nin deneyimleri bu kavramla doğrudan ilişkilendirilebilir. Sanatçı, renk ve sesi birbirinden ayırt etmekte zorlandığını belirtmiş; örneğin Wagner’in Lohengrin operasını dinlediğinde zihninde tüm renklerin belirdiğini ifade etmiştir. Bu tür deneyimler, sanatçının yaratım sürecinde duyular arası geçişkenliğin ne denli etkili olduğunu göstermektedir.
Ağustos, 2025
Yorum
Matisse’in Sanatında Renk ve Müzik İlişkisi
İlham veren ve açık bir anlatım olmuş.teşekkürler..
Yeni yorum ekle