Niobe Ağlayan Kayanın Masalı

Sanat

Niobe Ağlayan Kayanın Masalı

 

Niobe Lidya’nın büyük kralı Tantalos’un kızıdır. Büyük müzik ustası Amphion (Amfiyon) ile evlidir.

Hatırlayanlar vardır daha evvel Arakhne’den bahsetmiştik…Niobe ile Arakhne arasında nasıl bir bağ var mı derseniz..Aslında Niobe evlenmeden önce Arakhne’yi tanıyordu. Ama Arakhne’nin başına gelenlerden ders almasını bilemedi, tanrılardan saygıyla söz edip onların yoluna çıkmamayı öğrenmedi. Niobe’nin gururlu olmak için birçok nedeni vardı: Kendisinin ve kocasının soylu ailelerden gelmesi, zengin olmaları, kral oluşlarının verdiği güç gibi. Ama bu nedenlerden ne denli gururlu olursa olsun, çocuklarından ötürü duyduğu gurur hepsini bastırıyordu. Gerçekten bütün annelerin en mutlusu sayılabilirdi. Ama ah kendisi de böyle düşünmeseydi.

Çünkü;Bir gün yaşlı bir kör bilici sokaklarda dolaşarak şöyle bağırıyordu:”Kadınlar! Hep birlikte Leto’nun tapınağına gidin. Saçlarınızı defneden çelenklerle süsleyin ve Leto ile çocukları Apollon ve Artemis’e tütsü yakarak dua edin. Tanriça sizlere benim ağzımdan sesleniyor.”

Kadınlar bilici kadının sözlerine uyarak başlarına çelenkler takıp dua etmek için tapınağa doğru yola çıktılar. Ama Niobe onların yolunu kesti. Altın yaldızlı pırıl pırıl giysileri içinde, arkadaşlarından bir grup ile çevrelenmiş olarak gururla yürüyordu. Öfkeli bir insan ne denli güzel olabilirse o denli güzeldi. Zarif başını çevreleyerek omuzlarına ve boynuna dökülen saçlarını başının bir hareketiyle geriye atarak durdu ve çevresindekilere kibirle bakarak şöyle dedi: “Bu çılgınlığın anlamı nedir? Yalnızca hakkında bir şeyler işittiğiniz tanrılara mı daha çok saygı göstereceksiniz, yoksa kendi gözlerinizle gördüklerinize mi?Letonedenli kutsal ise ben de öyleyim,diyor.Neden ona bir sunakta tapınılıyor da bana tütsü yakılmıyor?

Kendisine de saygı duyulmasını istemesinin gerekçesi neydi derseniz?Benim babam Tantalos tanrıların sofrasını paylaşan tek ölümlü, annem Pleiad’ların (Atlas’ın kızları, tanrıça Artemis’in arkadaşları idiler, Tanrılar tarafından yıldızlara dönüştürüldüler.) kız kardeşi. Dedelerimden biri gökyüzünü omzunda taşıyan Atlas, öbürü de Zeus’un ta kendisi. Asya halkı benden korkar. Thebai’in kraliçesiyim, surları kocamın lir müziğiyle yükselen bu kent bütün halkıyla kocamın ve benim egemenliğimiz ve yönetimimiz altında. Evimde gözlerimi nereye çevirsem görkemli zenginlikler görüyorum. Bir tanrıça kadar güzelim. Üstelik benim yedi oğlum ve yedi kızım var. Yakında yedi gelinim ve yedi damadım olacak.

Mutlu olmak için ne çok nedenim var görüyorsunuz. Öyleyse şu Leto kim oluyor da, onu bana yeğ tutabiliyor, daha üstün görüyorsunuz? Doğurmak üzere iken dünyanın hiçbir köşesi onu kabul etmedi. Yalnızca kendisi karada nasıl dolaşıyorsa suların üstünde de öyle dolaşıp duran küçük Delos adası ona acıdı da üzerinde dinlenmesine izin verdi. Orada iki çocuk doğurdu. Benim onun yedi katı çocuğum var. Mutluyum ve mutlu da kalmaya devam edeceğim. Buna da hiç kuşku olmasın. O kadar çok şeyim var ki güven içindeyim. Kader benden çok şeyi alsa bile daha bir çoğu geri kalır. Çocuklarımdan kimisini yitirsem bile gene de Leto’nun iki çocuğundan daha çoğuna sahip olurum. Gerçekten yalnızca iki çocuğu olmak nerdeyse hiç çocuksuz olmakla birdir. Şimdi hemen tapınaktan çıkın! Yeterince kurban kestiniz. Başınızdaki çelenkleri çıkarın!”

Thebaili kadınlar onun sözünü dinlediler ve kurban işini yarıda bıraktılar. Ama içlerinden gene de sessizce tanrıçaya tapınıp dua ettiler.

Leto, Niobe’nin sözlerini duymuştu. Gökyüzündeki yerinde çocukları Apollon ve Artemis’e şöyle dedi:” Görüyor musunuz, ben sizin anneniz, sizin ikinizi doğurmaktan onca mutlu ve gururlu olan ben, görüyor musunuz nasıl saygısızlık karşısında bırakılıyorum? İnsanlar benim tanrıça olup olmadığımdan bile kuşku duyuyorlar. Siz yardım etmezseniz yakında bana tapınılan sunaklarım bile kalmayacak. Yalnız bu değil. Biobe bana hakaret etti. Bana çocuksuz dedi (dilerim bu onun kaderi olsun!) ve kendi çocuklarını sizden üstün tuttu.”Apollononun  sözünü kesti. “Başka bir şey söylemene gerek yok. Konuşmak sadece onların cezalarını geciktirmeye yarar.” Artemis de aynı şeyleri söyledi. İkisi birlikte bulutların arasından süzülerek Thebai kalesine kondular.

 Kentin önünde atların nalları ve arabaların tekerlekleriyle sürekli olarak basılıp sertleşmiş ve düzgünleşmiş geniş bir alan vardı. Burada Amfion’un (Niobe’nin kocası) oğullarının bir bölümü güçlü atlara binmiş dolaşıyorlardı. Atların Tyros’tan (Fenike kıyılarında ünlü ticaret limanı) gelen boyalarla boyanmış eğerleri pırıl pırıl, dizginler ise altın yaldızlıydı. İçlerinden biri, İsmenos, annesinin ilk göz ağrısı, köpüğe bulanmış gemini çekerek atına bir köşeyi döndürmek üzere idiydi ki birden bir bağırış kopardı, kalbine saplanan bir okla dizginleri elinden nırakıp atın yavaşça sağ omzundan kayarak yere düştü. Ölmüştü.

Kardeşlerden bir başkası boş havada okluktan çekip çıkarılan okların sesini duyarak atını son hızla ileri sürmek istedi. Ama tam dört nala kalkmak üzereyken hiç kimsenin kaçamadığı ok titreyerek boynuna gömüldü, ucu öbür taraftan görüldü. Öne doğru atın yelesi üzerine yıkıldı, düştü, sıcak kanı toprağı lekeledi. Kardeşlerden diğer ikisi ata binmeyi bırakıp güreşe başlamışlardı. Göğüs göğüse gerilmiş bir durumda her biri tutacak yer ararken tek bir ok ikisini de deldi geçti. İkisi birden inleyerek bağırdılar, kolları gevşeyip yere düştüler. İkisi de ölen gözlerini çevirip çevrelerine baktılar ve son soluklarını verdiler. Niobe’nin diğer iki oğlu kardeşlerinin ölü bedenlerini kaldırmak için koşup geldiler, ama onların üzerine eğilirken sırtlarında onlar da okları duyumsadılar ve kaldırmak için geldikleri bedenlerin üzerine düştüler.

Şimdi geriye yalnızca en küçük oğlan kardeş kalmıştı. Kollarını gökyüzüne uzatarak, “Ey tanrılar, hepinize birden yalvarıyorum, beni esirgeyin ne olur!” diye bağırdı. Bilmiyordu ki tanrıların hepsine birden yalvarmasına gerek yoktu. Apollon ona acımıştı. Ama artık çok geçti. Ok yaydan fırlamıştı çoktan. Genç çocuk küçük ama kalbi delip geçen bir yarayla yere düştü. Felaket haberi kente çabuk ulaştı. Sevgili oğullarının ölüm haberiyle aklını yitiren Amfion kalbine bir hançer saplayarak hem dayanılmaz acısına hem de yaşamına son verdi.

Böyle bir şeyin nasıl olduğuna şaşıran ve tanrıların bunca güçlü olabildiğine kızan Niobe kentten dışarı çıktı. O şimdi kenttin kadınlarını Leto’nunsunağından uzaklaştıran, gururlu ve arkadaşları tarafından kıskanılan Niobe’den çok başka bir kadındı artık. Kaderin büyük konuşma cilvesi tam da yakasına yapışmış ve en acı şekilde sillesini indirmişti.Kendisini oğullarının soğuk bedenleri üzerine atarak onları çılgınca öptü, öptü. Sonra kollarını gökyüzüne kaldırarak bağırdı:” Acımasız Leto! Yabanıl yüreğini benim acımla doyur! Sanki ben kendim yedi kez ölmüş gibiyim. Nefret verici yenginle mutlu ol! Ama gene de yengi değil bu. Bütün mutsuzluğumla ben gene de senin mutluluğundan daha çoğuna, daha çok çocuğa sahibim. Bütün bu ölümlerden sonra bile kazanan yine de benim.O kunuşurken gergin bir yaın titreyen sesi duyuldu, herkesi dehşete düşüren bir ses! Niobe’den başka herkesi. Duyduğu acı onu cürretli hale getirmişti.

Oğlan kardeşlerinin önünde kara giysiler içinde ve saçları çözük, kızkardeşler duruyordu. İçlerinden biri saplanmış olan oku tam yaradan çıkarırken, öne doğru yıkıldı ve ölü olarak oku çıkarmak istediği cesedin üstüne düştü. Kız kardeşlerden ikincisi acısını biraz hafifletmek için annesini avutmaya çalışırken birden görünmez bir yarayla iki büklüm olarak sustu. Öbürleri dönüp kaçmak isterlerken öldüler. Bir tanesi de korkudan sesi çıkmaz ve hareketsiz kalmış halde öldürüldü. Şimdi altı kız ölmüştü yalnızca en küçükleri kalmıştı. Annesi ona sığınan ve giysinin kıvrımlarına saklanmak isteyen çocuğunu kollarıyla sararak, “Ah, bana bir tanesini bırak bari yalvarırım” diye bağırdı, “en küçüğümü bir çok idiler, şimdi sadece ama sadece bir bunu istiyorum feryadımı duy nolur en küçüklerini bırak bana.”

Daha o konuşurken yaşaması için yalvardıpı çocuk ölü olarak yığıldı kaldı.

Zavallı anne her şeyden yoksun olarak, oğullarının, kızlarının ve kocasının cansız bedenleri arasında oturdu. Acıdan taş gibi kaskatı kesilmişti. Rüzgar alnındaki saçları kıpırdatmıyordu; kanı çekilmiş yüzü bembeyazdı, acılı yanaklarının üstünde gözleri mıhlanmış taşlar gibi duruyordu. Canlı olduğunu gösterecek hiçbir emare yoktu; dili bile damağına yapışıp donmuştu, damarlarındaki kan dolaşmaz oldu, boynu artık bükülemez hale geldi, kollarıyla ayaklarını kıpırdatamaz hale gelmişti. Bütün etleri ve bedeninin içi  sert bir kaya oldu. Ama gözyaşları hala akıyordu. Bir süre sonra her şeyi sürükleyip götüren büyük bir fırtına çıktı ve onu kendi öz yurduna götürüp bir dağ tepesine bıraktı. Orada hala ağlar durur ve bugün bile taşın gözlerinden gözyaşları kabarır akar.

Bir gün yolunuz Manisa’ya düşerse orada Çaybaşında binlerce yıldan beri ağlayan Niobe’yi gözlerinden sızan yaşlarla hala görebilirsiniz. Kime sorsanız ağlayan Kaya’nın yerini size söyler.

Foto Galeri

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.