Picasso’yla Kahvaltıya Oturmazdım Ama Tablosunu Duvarıma Asarım
Bir sergiye gitmeden önce zihnimde bir plan yaparım. Özellikle sergide sanatçının tartışmalı bir geçmişi varsa, bu plan daha da önem kazanır. İzmir’deki Picasso sergisine gitmeden önce de kendime sıkı sıkı tembih ettim: “Sanata odaklan, insanın karanlık yönlerine değil!” Ama dürüst olmak gerekirse, bu o kadar kolay olmuyor. Sergi salonuna adım attığım an, eserler karşısında büyülenirken zihnimdeki küçük bir ses, dedikoducu bir mahalle sakini gibi konuşmaya başladı:
Bu adam kadınlara çok kötü davranmış, ama şu fırça darbelerine bak, ne duygu, ne ustalık!' diye içimden geçerken, bir yandan da kendimi mazur görmeye çalışıyordum. Sonuçta, tabloya bakarken Picasso gelip 'Bu tabloyu nasıl yaptım biliyor musun? Bir gün Françoise Gilot ile kavga ederken…' diye açıklama yapmayacak. O noktada kendi içimde bir uzlaşmaya vardım: Sanat eserini sevebilirim ama Picasso’yu kahvaltıya çağırmazdım. Adil bir anlaşma gibi geliyor, değil mi?
Picasso’nun eserlerine hayranlık duymamak imkânsız. Fırça darbelerindeki özgürlük, renklerin cesareti ve formun sınırlarını zorlayan yaratıcılığıyla her bir tablo, sanat tarihine meydan okuyor. Ancak aynı zamanda, bu eserlerin ardında karmaşık bir karakterin ve karanlık bir geçmişin olduğunu bilmek de kaçınılmaz. Sarı Kolyeli Kadın tablosu da bu ikilemi derinden hissettiren tablolarından. Tablo bir yandan inanılmaz bir ustalık eseri; ışık ve gölge oyunları, detayların inceliği… Ama bir yandan da boynundaki kolyenin parlaklığı kadar belirgin olan, sanatçının geçmişine dair anımsamalarım vardı. Picasso’nun hayatını ve özellikle Françoise Gilot’ya davranışlarını düşünmeden o tabloyu izlemek imkânsız hale gelmişti. Hele ki yüzünde ‘sigara söndürdükten sonra’ karşısına geçip resmini yapması. Bunu düşünmeden o resme nasıl bakacağız?
O anda bir karar vermem gerektiğini hissettim. Bu sergiyi gezip bir sanatçıya dair ahlaki bir yargı mı oluşturacağım, yoksa eserlerin kendi başına bir anlam taşımasına izin mi vereceğim? Kendime dedim ki: “Picasso’yla kahvaltıya oturmazdım, ama bu tabloyu duvarıma asmaktan mutluluk duyarım.” Belki adil bir uzlaşma bulmuştum.
Bu düşünceler aklımı kurcalarken serginin bir diğer köşesinde, daha önce hiç görmediğim bir eserin önünde durdum. Eserde, Picasso’nun fırça darbeleri öyle çılgın bir enerji taşıyordu ki, “Bu güzellik bir insanın elinden nasıl çıkabilir?” diye düşündüm. İşte o an, Stendhal Sendromu hakkında okuduklarım aklıma geldi. Bu sendrom, özellikle yoğun sanat eserleri karşısında baş dönmesi, kalp çarpıntısı ve gözyaşları gibi fiziksel tepkiler vermek olarak tanımlanıyor. Floransa’da duygusal bir yoğunluk yaşayan Fransız yazar Stendhal’den adını almış. Acaba Picasso’nun eserleri de bu tür bir etki yaratabilir miydi? Bir eser karşısında zamanın akışını unutmak ve tüm gerçeklerden sıyrılmak… Belki de sanatın asıl gücü burada yatıyordu.
“Onlarıhayvansı cinsel cazibesiyle avladı, ehlileştirdi, büyüledi, tüketti, ezip tuvaline yapıştırdı. Uzun geceler boyunca özlerini sömürdü, tükenip bittiklerinde de bir kenara attı onları."
Picasso’nun torunu Maria’nın anılarından.
Picasso’nun eserleriyle ilgili ikilemim, Claire Dederer’in Monsters: A Fan’s Dilemma kitabını okuduğumda daha anlamlı hale geldi. Dederer, “Sanatçıyı eseriyle ayırmak mümkün mü?” diye soruyor. Bu soruyu Picasso gibi bir figür üzerinden düşünmek çok çarpıcı. Picasso bir dahi, evet. Ama aynı zamanda ahlaki olarak tartışmalı bir figür. Dederer’in dediği gibi, bir sanatçıdan ahlaki bir kahraman olması beklenemez. Ancak biz izleyiciler, sanatla ahlak arasında bu kadar keskin bir çizgi çizebilir miyiz?
‘Kızlarbakışlarıkarsısında eriyordu
O yüzden kimse Pablo Picasso ya şerefiz demedi...*’
Canavar Kitabı, Claire Dederer
Pablo Picasso
Uyuyan Kadın 1959 Picasso Sergisi, İzmir, 2024
Sergiden çıkarken şunu fark ettim: Sanat eseri, yaratıcısından bağımsız bir şekilde var olabilir. Belki de bu, sanatın büyüsünün bir parçasıdır. Ama bu büyünün içinde karanlık gölgeler olduğunu kabul etmek, onu sevmemize engel olmamalı. Yine de kendi içimde bir denge buldum: Picasso’yu kahvaltıya çağırmam, ama onun eserlerinin büyüsünü de inkâr edemem. Peki sizin kararınız nedir? Sanatçı ve eser arasındaki bu bağ sizin için ne kadar güçlü?
ARALIK 2024
İzmir
Yeni yorum ekle