Spiritüel Bir Tarif; Bardağı Kim Kırdı?
Gülbeyaz Cihan
Hatırladığım kadarı ile şöyle bir hikâye okumuştum. Bir gün bir adam, eşi hindiyi fırına koymadan önce kuyruğunu kesip attığını fark etmiş. Merak Edip neden kuyruğunu kesip attığını sormuş. Eşi de annesinin de hep öyle yaptığını, ondan öyle gördüğü için kestiğini belirtmiş. Adam merakla neden diye sormaya devam etmiş. Karısı da ısrarla bilmiyorum ama istersen anneme sorabilirim demiş. Sonra annesini arayıp sormuşlar. O da annem de kuyruğunu kesip öyle fırına atardı demiş. Israrla nedenini öğrenmek istediklerinde anneme sorayım demiş. Annesi annesini arayıp sormuş.” Anne sen hep hindinin kuyruğunu kesip öyle fırına koyuyordun, neden acaba?” diye sormuş. O da” fırınım küçüktü kızım, zor sığıyordu” demiş.
Bu yazımda da diğerlerinde olduğu gibi tarifini değişik hocalardan aldığım eğitimlerden ve okuduğum kitaplardan öğrendiğim, daha sonra yaşamımda deneyimlerimle pişirip acısıyla, tatlısıyla tattığım bilgileri düşüncelerimden kalemime geçirmeye gayret edeceğim. Bu tariflerden bana iyi gelen Sistemik bakış açımı Meta duygularla birleştirmem oldu.
Willhelm Reich bundan 100 yıl önce bedende tutulan birincil ve ikincil duygulardan bahsetmiş. Birincil duygu bizzat kişinin tecrübe ettiği ve olaya verdiği bedensel tepkidir. Örneğin başımıza bir kaza gelir ve çok korkup tepkimizi belli ettiğimizde duygu ortaya çıkar. Fakat bu duygu bastırılırsa, boşaltılmasına izin verilmezse, korkuyu hissetmeye müsaade etmez isek İkincil bir duygu ortaya çıkıyor ve bu gerekli, gereksiz yerde uzun yıllar korkmayı, endişelenmeyi tetikleyebiliyor.
Bert Helinger bu iki duyguya iki tane daha ilave etmiştir. Üçüncüsü sistemik olan duygulardır. Yani bizim yaşadığımız bir eylemden meydana gelen bir duygu değil de ebeveynlerimizden, atalarımızdan birine ait olandır. Çocuk bunu bilinçli olarak üstlenmez. Bilinçaltında yaşam verdikleri için anneye babaya olan derin bağlılığından onların hissettiği bu yoğun duyguları onlardan alıp yüklerini hafifletmek istediğidir.
Dördüncü duyguya ise meta duygular demiştir. Hissi olmayan duygular olarak tanımlıyor. Saf, birikmiş güç, dünyayı, olanı, olduğu gibi kabul eden haldir. Yani mütevazılık, şükran ve bu duyguların en büyüğü olan bilgelik halidir. Bu seviyedeki bir insan kaderi kabul eder, yaşanmışlıklara alçakgönüllülükle bakar ve yaşadığı şu ana şükranla evet der. Bu meta duygular geliştikçe kişinin sistemik olana bakışı, algısı değişir. Ebeveynden, atalardan gelen duyguların üstesinden kolaylıkla gelir. Zeynep Aksoy’un bir meditasyon videosunda meta duyguları meditasyon yaparak aktive edebiliriz demişti.
Hindi hikâyesinde olduğu gibi bize kadar gelen kalıplaşmış düşünceleri yani ideolojiler, dinler, gelenekler, alışkanlıklar, en güçlü olanda duygu olarak alıp kabul ettiklerimizdir. Çoğunlukla sorumluluğun büyük kısmını “çünkü o da böyle yapıyordu” lara yüklemişizdir. Belki de kendi başarısızlığımızın, hastalığımızın, hatalarımızın, zayıflığımızın sorumlusu olarak geldiğimiz topraklardır diye düşünebiliriz. Görünen o ki zarın yüzde ellisini yaşam atıyor gibi. Peki ya geriye kalan yüzde ellisi…?
Uzun yıllar bunların üzerinden kendi yargı ve yorumlarımı yaptım. Sağlık sorunu yaşadığımda kimden miras kaldı, kim bana iyi bakamadı, ya da kim beni koruyamadı diye geçmişi irdelerdim. İlişkimdeki sorunlarımı yine dönüp birilerini, anne- babayı, eşi, çocukları, arkadaşları, işi veya şehri sebep gösterebilmek için nedenler arardım. Para ile ilgili meselelerim olduğunda bakışlarımı yokluk çekmiş atalarıma ya da birlikte yaşadığım insanlara çevirirdim. Zihnimin oynadığı kurnaz oyunlarından dolayı başarısızlığımın nedenleri için birilerini işaret etme arzusu olduğunun farkındaydım. Aynı küçük bir çocuğun bardağı kırıp da başkasını işaret ettiği gibi ben de hastalığımın, başarısızlığımın gerekçeleri için yükümlü kimseleri bulmak için toprağı eşeler dururdum.
Bu suçlamaları bırakıp görünmeyen, bilinmeyen daha büyük nedenlerden dolayı bu toprakları, bu ataları seçtiğimi düşünecek olursam duygu durumumun ötesine geçip içimdeki o güce erişebilme imkânı kendime sağlayabiliyordum.
Burada gözlemlememiz gereken geldiğimiz bu topraklarda ne ekiyoruz ve ne biçiyoruz. Geriye dönüp ‘annem de öyleydi babamda böyleydi ben ne yapayım’ demek yerine onların yapma sebeplerini öğrenmeliyiz. Nedenini öğrenince onların yaşam koşullarını anlar, aslında bu yetişkin halimizin onlardan bir hayli farklı olduğunu gözlemler ve kendimizi onlardan ayrıştırmaya başlarız. Artık yaşama tutunmak için ebeveynlerine ihtiyaç duyan o çocuğun aslında geriye kalan o zayıf bağa dikkatini verip güçlendirmesine ve bundan dolayı da onları suçlamasına ihtiyacı kalmaz.
Yönümüzü geriye kalan yüzde elliye çevirerek yani kendi dışımızdaki eylemleri incelemekten çok kendimizi gözlemleyerek iç dikkatimizi aktifleştirmemiz gerekecek. Bunu, meditasyon yaptığımızda tutunduklarımızı gözlemler, olasılıkların arasında sınırlı ama uçuşan düşüncelerimizi takip ederek zamanla demlenmesini izleriz. Uçuşan, gelen giden düşünceler zemine oturunca ötesindeki berraklığın içinden akan mütevazılığa, şükrana ve sadeliğe kavuşuruz. Bu içsel tutum zamanla şikâyetleri azaltır ve bizi geçmişimizden özgürleştirebilir.
Bardağı ben kırdım.
Buradan yola çıkarak başkalarıyla ne kadar çok farklılıklarımızın olduğunu anlarız. Bu farklılıklarla, yeni düşüncelerimizle, toprağımızı, kendimize ait olan toprağımızı ekip biçmeye başlarız. Bir yetişkin olarak tarlamızın mesuliyetini alırız. Eksisiyle, fazlasıyla bize ait olduğunu bilerek ve mümkün olduğunca geçmişimizi rahat bırakarak, suçlamadan yolumuza ilerlemeye çalışırız. Bu durumda da bardağı kırdığımızda ‘bardak kırıldı’ yerine ‘bardağı kırdım’ ve ‘fırınım geniş, hindiyi de bütün atabilirim’ diyen güçlü bir yanımız ortaya çıkar.
Şefkatle,
Yeni yorum ekle