Söyleşi: Gamze Karaoğlan
Deniz Yüce Başarır: Kitaplar, benim hep en güvenli sığınağım olmuştur.
Deniz Yüce Başarır’la yeni yayınlanan kitabı ‘Perde Kapanmasa Görecektiniz’ i, devam eden podcast serisi “Ben Okurum”, Storytel’de seslendirdiği kitapları ve hayatı üzerine konuştuk.
Kitap fiyatlarının bu kadar yüksek olduğu hiçbir dönem olmamıştı. Çok okuyan bir toplum değilken mücadelenin bir de bu yönü ile karşı karşıya kaldık.
İşte tam bu dönemde sesli kitaplar ve podcastler hayatımızda daha da önemli bir yere sahip oldu, kimilerimiz ise hâlâ bu yeniliklere hayatında yer vermekten çekiniyor.
Bu konuya uzak tüm insanların fikrini değiştirecekse sadece o değiştirir. Storytel’ de seslendirdiği kitapları dinlediğinizde neden bu kadar geç kaldım duygusuna kapılacağınız, “Ben Okurum” podcast serisi ile kitap ve podcast ancak bu kadar muhteşem bir araya getirilebilirdi dediğimiz yaptığı tüm işlere büyük bir özveri ve başarı katan Deniz Yüce Başarır’la birlikteyiz.
Deniz Hanım yaptıklarınız uzun bir anlatım gerektiriyor. Bense en son devam eden “Ben Okurum”dan başlamak istiyorum. Nasıl ortaya çıktı? Neyi hedefliyordu ve şu an o hedefin neresinde?
Mart 2019’da kuruluşuna katkıda bulunduğum son yayınevimden ani bir kararla ayrılınca, öğrencilik günlerimde başladığım ilk göz ağrım, en sevdiğim mesleğim olan ve her bitişten sonra, bu aynı zamanda her yeni başlangıçtan önce oluyor tabii, sığındığım seslendirmeye adadım kendimi. Storytel.tr ile benim diğer işlerim el verdiğince zaten çalışıyorduk ara sıra. Sevgili Berk İmamoğlu’na dedim ki, emrine amadeyim, daha çok kitap seslendirebilirim. O dönemde storytel.tr, Başar ile benim de bir bölümüne konuk olduğumuz Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas ile İlk Sayfası’nı yapmış, çok dikkat çekmişti podcast alanında. Ve Nilay Örnek ile Nasıl Olunur da yeni başlamıştı. Çok seviliyordu. Biz de bir şey yapalım mı diye konuşmaya başladık Berk’le, o doğal olarak benden kitaplarla ilgili bir şey bekliyordu, bir de narrative podcast olsun istiyordu. Yani sadece sohbetten oluşmayan, montajlı bir yapı. Benim televizyonculuk geçmişim zaten böyle bir program yapmaya itiyordu beni.
Okumayı, okuduklarımı çevremdeki dostlarıma anlatmayı, onlarla kitaplar hakkında konuşmayı öteden beri çok severim. Düşündüm taşındım. Dedim yüksek sesle kitap okumayı çok seviyorsun, kitaptan alıntılar paylaş. Sohbet etmeyi çok seviyorsun, dostlarınla kitaplar hakkında konuş. Yeni şeyler öğrenmeyi de çok seviyorsun, yazarı araştır, insanlara da biraz bilgi ver. En önemlisi, kitabın sen de etkilerini anlat. Sırf bir okur olarak. Böylece Ben Okurum ortaya çıktı. Aslında adı bile benim hayat hikâyem gibi. İlk üç bölüm 4 Şubat 2020 tarihinde yayına girdi. İki yılda, şimdilik 50 bölüm oldu. 15 günde bir yeni bölüm paylaşıyoruz. Yazları ara veriyorum çünkü bayağı yoğun bir emek var ardında. Şöyle ayaklarımı uzatıp hiçbir şey düşünmeden okumak da
istiyorum. Yani tatili bile, belki inanmazsınız ama, sırf daha rahat okumak için planlıyorum. İşte Ben Okurum’un hikâyesi böyle…
Hedefi bizim gibi kitap tutkunlarını bir araya toplamaktı. Ve belki okumaya hayatın hayhuyundan dolayı çok zaman ayıramayan dostları yeniden edebiyat dünyasına çekmek… Ve amacına ulaştığında, hem de çok etkin bir içimde ulaştığını düşünüyorum. Çok sadık bir kitlesi var Ben Okurum’un. En güzel yanı da o kitle gitgide büyüyor. Yazın ara verdiğimde bile, bir bakıyorum yepyeni bir dinleyici topluluğu katılmış aramıza. Durmamışız büyümüşüz. Kendimi çok mutlu ve şanslı hissediyorum hayatımın en büyük zevkini birileriyle paylaşabildiğim bir iş yaptığım için.
[DENİZ YÜCE BAŞARIR’IN DEVAM EDEN PODCAST SERİSİ BEN OKURUM]
“Ben Okurum” ile birçok kişinin hayatına dahil oldunuz. Öyle ki okuyacağımız kitapları seçerken önceliklerimizden biri sizin podcastlerinizi dinlemek oluyor. Podcast serisinden seçtiğimiz kitabı okuduktan sonra sizi ve konuğunuzu dinliyor; kitap üstüne kimi zaman aynı kimi zaman farklı noktalarda buluşuyor ve sonuçta bir kitaptan alınabilecek en büyük hazla devam ediyoruz. Sizin “Ben Okurum” dinleyicilerine tavsiyeleriniz nedir?
Bu güzel girizgaha çok mutlu olduğumu söyleyerek başlayayım.
Türkiye’de kitap okunmuyor denilir. Evet, belki yeterince okunmuyor. Ama ben televizyonda kitap programı yaparken de Ben Okurum sayesinde de gördüm ki, kitap okumayı ciddi, ulvi, büyük bir iş olarak değil, herkesin hayatının bir parçası, eğlenceli, neşeli, hatta bazen hafif ve sağaltıcı bir olay olarak ortaya koyduğunuzda çevrenizde hemen güzel bir kalabalık toplanıyor. O kalabalık benim bu ülkeyle ilgili en büyük umudum ve belki de bir anlamda garantim.
Ben Okurum dinleyicilerine kendi içlerine dönüp baktıklarında ne görüyorlarsa öyle devam etmelerini önerebilirim sadece. Kimi spoiler olabilir düşüncesiyle, kitabı okumayı bitirdikten sonra dinlemeyi tercih ediyor. Kimi de okusam da okumasam da dinleyeyim diye düşünüyor. Bana sorarsanız, her iki türlü de dinlenebilir. Mümkün olduğunca heyecanı bozmamaya gayret ediyorum bölümleri hazırlarken. Ama elbette bazen bazı ayrıntılar kitapla ilgili çok şey söyleyebiliyor. Ama bana sorarsanız, bir romanın sonu değildir önemli olan. Her roman her okurda başka bir macera olarak yaşar. Her bireyin okuma hikâyesi biricik. O yüzden Ben Okurum’u önden dinleseler bile eğer onlara hitap eden bir kitapsa, okuma zevki azalmayacaktır. Hatta belki yazılma serüvenini bilmek, keyfini ikiye katlayabilir, okurken bazı detaylara daha çok dikkat etmeyi sağlayarak daha bilinçli bir okuma sağlayabilir. Ama zevkler ve renkler tartışılmaz. İkisini de denesinler, hangisini tercih ettiklerine kendileri karar versinler.
Bunun ötesinde, en büyük önerim, ne kadar yoğun bir hayatları olursa olsun, kitabı hayatlarından çıkarmamak için ellerinden geleni yapmaları. 15 dakika bile olsa her gün muhakkak birkaç sayfa okumaları. Bu kadarı bile anlam katar çünkü şu kavgası, savaşı, çekişmesi hiç bitmeyen manasız karmaşaya. Kitaplar, benim hep en güvenli sığınağım olmuştur. İyi gelir insana, hem de çok iyi.
Okunması gereken çok kitap, üzerinde konuşulması gereken sayısız yazar varken ‘Ben Okurum’ un kitaplarını nasıl seçiyorsunuz? Öncelik konuğunuz ve onun ilgi alanları mı yoksa seçtiğiniz kitap mı konuğu size çağrıştırıyor merak ediyorum?
Her ikisi de oluyor. Ama daha çok kendi zevkim doğrultusunda ilerliyorum, itiraf edeyim. Bazı kitaplar var muhakkak yapmak istiyorum. O da okumuştur diye düşündüğüm birini arayıp, okudun mu, konuşalım mı diye soruyorum. Bazen de bir dostla sohbet sırasında, hadi gel seninle bir Ben Okurum bölümü yapalım deyiveriyorum. Ona soruyorum, seni en çok etkileyen kitap hangisidir, ya da son zamanlarda okuyup sevdiğin ne var, neyi yapalım diye. Aklıma yatarsa, ki genellikle yatıyor, malum edebiyatseverlerin ortak bir dili vardır, o zaman da konuğun seçimiyle ilerlemiş oluyoruz. Bir de şöyle bir denge tutturmaya çalışıyorum, aslında çok parçalı bir denge bu. Klasikler artarda olmaya başladı mı araya muhakkak bir çağdaş eser sokmaya çalışıyorum. Çok sık olmasa da kurgu dışına yer vermek istiyorum. Konuklarım üst üste çok erkek olduysa, kadın arkadaşlarımı aramaya başlıyorum. Ya da tam tersi. Yani çeşitliliğe de önem veriyorum.
Sesli kitaplar uzun yolculukların, uykusuz gecelerin en büyük destekçilerinden. Kitaplar zaten bir insan için büyük bir dostken bir de onun bir sesle canlanması kitapla olan bağı farklı bir boyuta taşıyor. Sizin için sesli kitaplar ne ifade ediyor? Bize onun sesinden bu kitabı dinlemelisiniz dediğiniz bir sesli kitap var mı?
Ben yıllardır sesli kitapların ülkemizde yaygınlaşması için çaba sarf ediyorum. 2001 yılında yine bir yayınevinden ayrılmışım, dedim ki ‘ben sesli kitap yapmak istiyorum. Neden dünyada, Amerika’da Almanya’da bu kadar çok dinleniyorken biz de doğru dürüst örnekleri yok bu işin?!’. Yapı Kredi Yayınları’nın başında Enis Batur vardı o zaman. Ona gittim ve “ben sesli kitap yapmak istiyorum, eğer bu iş bu ülkede yaygınlaşsın istiyorsak, sizin elinizde başlamak için çok uygun bir eser var: Harry Potter’ diye açtım konuyu. Enis bey de sağolsun, yenilikçi biri olarak bana inandı. Önce sesli kitap haklarını aldılar, sonra biz sevgili dostum Bora Ebeoğlu ile bir demo yaptık, kaset J. K Rowling’e gitti, onay aldı. Neyse efendim, uzatmayayım, sonunda 7 CD, 9 kaset mi 9 CD 7 kaset mi, işte öyle bir şekilde çıktı. Ama hiç de benim beklediğim ilgiyi görmedi. Belki de zamanı değilmiş, teknoloji Türk insanının düzeyine henüz erişmemişmiş. Şimdi insanlar telefonlarına indirdikleri bir uygulamayla her yerde rahat rahat sesli kitap dinleyebiliyorlar ve gün geçtikçe artıyor sesli kitap severlerin sayısı. Ve ben çok mutlu oluyorum. Pandemiden beri evimde küçük bir stüdyom var, harıl harıl çalışıyorum. Şu anda storytel uygulamasında seslendirdiğim 97 kitap var. Siz bu röportajı yayınladığınızda belki 100 olacaktır hatta aşacaktır. Ayrıca yürürken ya da arabada giderken de hep sesli kitap dinliyorum. Bana çok zaman kazandırıyor ve yürüyüşlerimde motive ediyor. Sesli kitaplar benim yol arkadaşım.
Madem Harry Potter’dan söz ettik, o zaman öneri olarak da Tilbe Saran’ın o güzel sesinden Harry Potter serisini önereyim okurlarınıza. Bir de geçenlerde Ezel Akay’ın sesinden dinlediğim Sabahattin Ali’nin eşsiz eseri Kuyucaklı Yusuf’u. İngilizce kitap dinlemeyi sevenlere de, birkaç yıl önce dinlediğim The Order of Time’ı önerebilirim. Neden mi? Çünkü müthiş bir aktör seslendiriyor. Benedict Cumberbatch. Umarım hala duruyordur uygulamada da bu olağanüstü dinleme zevkini siz de tadarsınız.
Yıllarca okurların karşısına editör kimliğinizle çıktınız. Şimdiyse “Perde Kapanmasa Görecektiniz” ile yazar olarak buluşuyorsunuz. Kendi okuma deneyimimi paylaşmam gerekirse kitabınızı okurken sanki sizin sofranızda, sizinle birlikte aile albümünüze baktığımı hissettim. Bu albümde babanız usta tiyatro sanatçısı Kamran Yüce ile birlikte bir tiyatro severin Türk tiyatrosunda görüp görebileceği herkes oradaydı. Muhteşem bir arşiv, anılar, fotoğraflar, ortaya çıkan Türk tiyatro tarihi ve onun acı tatlı tüm yaşananları… Siz nasıl yorumlar duyuyorsunuz?
Perde Kapanmasa Görecektiniz, benim için de müthiş bir deneyim oldu. Hem üzerinde çalışırken hem de okurlarla buluştuktan sonra. Çok sevildi. Tiyatrocular da tiyatrosever okurlar da çok ilgi gösterdi. O dönemi yaşayan insanlardan sıklıkla, ‘bizi geçmişe götürdün, orada seyrettiğimiz oyunlar bir bir gözümüzün önünden geçti’ sözlerini duyuyorum.
Tiyatrocu dostlardan ‘müthiş bir kaynak bu, tiyatroya gönül veren herkes okumalı’ diyenler çok oldu. İçindeki baba-kız aşkına gönderme yapanlar da oluyor bol bol. Geçen gün şu anda 92 yaşında olan, lisedeki edebiyat öğretmenim aradı ve çok severek okuduğunu söyledi. “Peki hocam, kaç verirsiniz?” diye sordum. “Tabii ki, 10!” dedi. Şöyle bir ohhh çektim, geçer notu da aldık, tamamdır.
(PERDE KAPANMASA GÖRECEKTİNİZ’İN KAHRAMANLARINDAN KENT OYUNCULARI)
Perde Kapanmasa Görecektiniz" çok büyük bir emeğin ürünü. Kitabın yazım sürecinde neler hissettiniz?
Gerçekten büyük bir emek var kitabın arkasında. İzninizle, burada eşim Başar Başarır’ın da adını anmak isterim. Çünkü arşiv çalışmasını o yaptı. Büyük bir özenle ortaya çıkardı babamın yıllardır tozlu çantalarda duran arşivini. Tabii yine sırası gelmişken, kitabın tasarımına imza atan Bülent Erkmen hocamıza da buradan kocaman bir teşekkür gönderelim. Perde Kapanmasa Görecektiniz’in ruhuna o kadar sahip çıktı ki! Çok değerli katkıları var.
Çok yoğun bir pandemi kışıydı. Her sabah nerdeyse gün doğmadan başlıyordum çalışmaya. Önce arşivi yeniden gözden geçirdim, Kent Oyuncuları dergilerini baştan sona yeniden okudum, fotoğraflara saatlerce baktım, o dönemle ilgili sanat dünyasının içinden yazılmış anı kitaplarını okudum, bazı oyun metinlerini de tekrar okudum bu arada. Ama galiba en çok kendi hafızamın derinliklerine daldım. Sahneler bulup çıkardım beynimin kıvrımlarından, unuttuğum duyguların canlanmasına izin verdim; yok olup giden binalara, değerlere, insanlara, İstanbul’a rastladım orada ve babamı yeniden keşfettim. Onunla yeniden buluştum. Özlemimi, kaybımı bir kez daha kabul ettim. Hepsini özlemişim! O bir arada oldukları, birlikte ürettikleri, kah gülüp eğlendikleri kah kavgalar ettikleri halleriyle gözümde canlandılar ve içim sızladı. Çok ağladım yazarken. Hüzünlü bir süreçti anlayacağınız.
(DENİZ YÜCE BAŞARIR VE BABASI KAMRAN YÜCE )
“Perde Kapanmasa Görecektiniz” in sayfalarını çevirmek zaman Yolculuğuna çıkmak gibi… Kitabı okurken çok fazla şaşırdığım, etkilendiğim bölümlerle karşılaştım. Sizin yazım sürecinde bu da mı yaşanmış dediğiniz durumlar oldu mu?
Gerçekten şaşırtıcı bir özveri hikâyesi onların yolculuğu. Özellikle 60’lı yıllardaki o umut, sanat hayatındaki o canlanma ve birlikte, el ele alınan o yol. Ben de yazarken çok etkilendim o dönemin insanlarından.
Kitabın içinde babamın dostlarından dinlediğim birçok tatlı anı parçası var ya da Kent Oyuncuları dergisinde rastladığım bazı yazılar, vay be şu işe bak, dedirten. Ama teker teker onlardan bahsetmek yerine bana bu kitabı yazdıran duygudan söz etmek isterim. Ben Kent Oyuncuları’nın kuruluş hikâyesine baktığımda, en çok o birlik olma halinden etkileniyorum. Her zaman ekip olmanın gücüne inandım, yaptığım her işte. Tiyatro da bu gerçeği bize en kolay anlatacak alanlardan biri. Sahnede tek kişi olsa bile, ardında birçok insanın emeği olan bir sanat tiyatro. O yüzden de Perde Kapanmasa Görecektiniz sadece Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter’den söz etmiyor. Onlar elbette o topluluğun ve Türk tiyatrosunun önderleri, yıldızları ama bu kitapta emekçiler de var. Yan rolleri de analım istedim. Gölgede kalmış oyunculara da selam edelim, grafik tasarımcıların da değerini bilelim, ışıkçısından dekoratörüne, kostümcüsünden gişe memuruna bir tiyatroyu tiyatro yapan herkesi çıkaralım sahneye. Yer göstericilerin ışığını da es geçmeyelim. Çünkü eğer emekçilerin değerini yeteri kadar vermezsek, ekip olmayı unutursak, çöküş başlıyor ister istemez.
Edebiyattan devam edelim istiyorum. Güncel edebiyat hakkında ne düşünüyorsunuz? Okuyunca sizi heyecanlandıran yazarların birkaçını bizimle paylaşır mısınız?
Çok zor bir soru bu. Güncel edebiyat deyince, anlatacak çok şey var ama yine de eksik kalır ne söylesem. O yüzden şöyle yapalım. Son bir yıl içinde okuyup sevdiğim birkaç kitap adı vereyim.
Miras/Vigdis Hjorth, Shuggie Bain/Douglas Stuart, Zaman Sığınağı/Georgi Gospodinov, Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz/Ocean Vuong, Klara ile Güneş/Kazuo İshiguro, Profesör Andersen’in Gecesi/Dag Solstad, Deli İbram Divanı/Ahmet Büke, Kara Sis/Kemal Varol, İki Satır İki Satırdır/Edip Cansever, Ev/Nermin Yıldırım. Bunlar ilk aklıma gelenler, eminim atladıklarım vardır. Bir de, aileden diye söylemem ayıp olur mu bilmem, ama yine de söylemeden geçemeyeceğim: Dolunay İki Gece Sürer/Başar Başarır.
Bugünden yirmili yaşlarınıza baktığınızda neler söylemek isterdiniz?
“Amaaan Deniz, bildiğin yolda yürü işte, fazla düşünme, bak göreceksin su yolunu bulacak” derdim.
Bundan sonraki planlarınız neler? Başka türlere yönelmeyi düşünüyor musunuz?
Aynı yolda yürümek dışında bir planım yok. Ama bir gün yine aklıma bir fikir gelebilir, bambaşka bir şey yapabilirim. Ne bileyim, bir kitap daha yazabilirim, hoş yazmayabilirim de. Böyle belgesel özellikleri olabilir, olmayabilir de…! Yeniden yayıncılığa dönebilirim, ama hiç dönmeyebilirim de. Akışa bıraktım kendimi. Şimdilik ben okurum ve storytel için yaptığım seslendirmeler bayağı zamanımı alıyor. Ama belli mi olur, yine bir ateş yanabilir içimde.
Son olarak şu an içinde bulunduğumuz özgürlüklerin kısıtlandığı, söylemek istediklerimiz konusunda endişe duyduğumuz bu dönemi atlatacağımıza dair umutlarınız var mı? Gençler umutlarını nasıl korumalı?
İşte bunun için edebiyat güzel bir sığınak. Yalnız olmadığını hissettiriyor insana. Dünya kuruldu kurulalı insanın zulmünün hiç bitmediğini ama beklenmedik bir anda yeniden umudun yeşerebildiğini anlatan binlerce hikâye var kütüphanelerde. Ben hiç umudumu yitirmem. Gençler de yitirmesin! Hele onlar! Ben hayata hâlâ inanıyorsam biraz da onlar sayesinde. Çalışarak, okuyarak, bildiğimiz gibi yaşayarak direneceğiz. Özgürlük bizim içimizde. Canımızı yakıyorlar, evet, ama yine de kahkahalar atacağız, hem de yüksek sesle. Hem de biraz önce hüngür hüngür ağlamış olsak bile!
Bu keyifli söyleşi için, ZorbaTVdergi Ailesi ve tüm tiyatro seven okurlar adına teşekkür ediyoruz.
Yorum
Tebrik
Harika bir söyleşi olmuş. Bu gibi söyleşilerin devamı olur umarım..
Yeni yorum ekle