Gülser Kut Arat: Sözlü Tarih Büyücüsü Svetlena Aleksiyeviç

Kitap


Sözlü Tarih Büyücüsü Svetlena Aleksiyeviç

Gülser Kut Arat


2015 yılında Nobel Ödülü aldığı zaman, büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. Gazeteci olmasıydı beni şaşırtan. Ön yargıyla yaklaştığımı, onun eserlerini okudukça daha iyi anlayacaktım.
Svetlena Aleksiyeviç Ukrayna Stabislava’da 1948 tarihinde dünyaya geldi. Çocukluk yılları Belarus’ta geçen yazar Belarus Devlet Üniversitesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Bazı yerel gazetelerde çalıştı. Minsk’te yayımlanan Neman adlı edebiyat dergisinin muhabiri oldu. İkinci Dünya Savaşı, Sovyet-Afgan Savaşı, Çernobil Faciası, S.S.C.B’nin dağılması gibi birçok olaya tanıklık etti. Bu olayları yaşayan insanlarla yaptığı röportajlarını kitap haline getirdi. Bu kitapları rejimin canını sıktı ve hakkında soruşturma başlatıldı. Bu durumdan dolayı ülkesini terk etti ve Paris’e yerleşti. 2015 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Svetlena Aleksiyeviç, 2011 yılında ülkesine döndü ve başkenti Minsk’e yerleşti.

İsveç Akademisi Svetlena Aleksiyeviç Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “ yeni bir edebi tür “ yarattığını, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi “ sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı bireysel seslerin duyulduğu, bir kolaja dönüştüren özgün dökümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden, sokaktaki insanların hikayelerini kayıt altına alıyor. Kısaca o bir “ Sözlü Tarih Büyücüsü “. Sözlü Tarih ne demektir? 
Tarihi yazılı belgelere ek olarak yaşayan bireylerin, belleğe dayalı anlatıları aracılığıyla yazma ve sıradan insanları, gündelik yaşamı ve öznelliği tarihin araştırma alanına dahil etme dürtüsüyle şekillenen ve ses kaydetme teknolojilerinin de gelişmesiyle desteklenen disiplinler arası bir çalışma alanı ve  araştırma yöntemidir. (Vikipedi). Kısaca “ yaşayan bellek “ tir.
Yazarı okuduğum üç kitabı üzerinden ele almak istiyorum.

İlk olarak “ İkinci El Zaman” dazorbatv.dergi

Sovyetler Birliğinin komünizmin çökmesiyle Rusya’ da sıradan insanları geçirdikleri son otuz yılı çöküş döneminde ve sonrasında ortaya çıkan Yeni Rusya’da yaşamın nasıl olduğunu anlatıyor. 1991- 2012 dönemini kapsayan söyleşiler aracılığıyla, bu yaşamlara tanıklık ediyoruz. Bir dönem ütopik bir dünya yaratmak için verdikleri mücadeleleri anlatan insanlar var. Buna karşı olan, o dönemleri unutmak isteyen insanlarda var. Yazar her iki görüşteki insanların, anlatılarına aynı değerde yaklaşıyor. 
Kimle karşılaşsam, “ Nedir bu özgürlük “ diye sordum. Babalar ve oğullar farklı yanıt verdi. S.S.C.B’de doğanlarla, S.S.C.B’de doğmayanların ortak bir deneyimi yok. Farklı gezegenlerin insanı onlar. Babalar Özgürlük kokusunun olmaması, ağustostaki darbeyi önlediğimiz o üç gün, bir dükkanda yüz çeşit sosis seçebilen insan, on çeşitten seçim yapan insandan daha özgürdür; hiç sopa yememek ama sopa yemiş bir kuşağı asla bekleyemeyiz. Rus insanı özgürlüğü anlamaz, ona Kazak ve kırbaç lazımdır.
Çocuklar; Özgürlük aşktır; iç özgürlük mutlak değerdir; kendi arzularından korkmazsan; çok paran olursa, o zaman her şeyin olur. Özgürlüğü düşünmeyecek şekilde yaşayabilirsin. Özgürlük normal olandır. (İkinci El Zaman . Sayfa 15)

Yirmi yıl geçti…” Bizi sosyalizmle korkutmayın “ diyor çocuklar anne, babalarına.
Toplumda da Sovyetler Birliği’ne bir merak uyandı, Stalin kültüne. 19 ile 30 yaşlarındaki gençlerin yarısı Stalin’i ; “ Büyük politik lider “ sayıyor. Tekrar moda oluyor Sovyet olan şeyler. Eski moda fikirler diriliyor.
1917 yılından önce Aleksandr Grin şöyle yazmıştı. “ Gelecek nedense kendi yerinde durmuyor “. Yüzyıl geçti ve gelecek yine yerinde değil. İkinci El Bir Zaman geldi. ( İkinci El Zaman .Sayfa 18)

İkinci kitabı “ Çinko Çocuklar “ adını Çinko tabutlara gömülen gencecik insanlardan dolayı vermiş.

zorbatv.dergi

1979-1989 yılları arasında, S.S.C.B’nin çöküşündeki en büyük etken olan Sovyet-Afganistan savaşını merkez alıyor. Bir kısmı gönüllü giden, bir kısmı ise resmen kandırılarak götürülen, gencecik  insanların ağzından savaşı okuyoruz. Dehşet verici. Keşif eri, piyade, pilot, subay, cerrah, hemşire. Yaklaşık 500.000 kişinin yaşadıkları acının tanıklıkları, yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Sadece blucin, mayo, parfüm, teyp için bu savaşa giden gençler var. Bu gencecik çocuklar oraya sosyalizmi inşa edeceğiz, diye gittiklerini belirtiyorlar. “ Biz orada hastane, okul, kreş ve park yapacaktık. Bize öyle söylemişlerdi. Ülkemizde televizyonlarda böyle anlatılıyordu. Oraya gidince gerçeği gördük “ . Ailelerimizde öyle sanıyordu. Bir şekilde ölmeden dönenleri de konuşturmadılar, susturdular. Şimdi günümüzde o günün şartlarında alınmış, yanlış bir karar diye geçiştiriyorlar. İşte genç çocukların, savaşa giderken düşünceleri ve sonrası. Orada kendilerini vahşi bir savaşın içinde buldular.
Dostoyevski İvan Karamazov’a şöyle söyletir: “ Hiçbir vahşi hayvan asla insan kadar artistik, insan kadar sanatsal biçim zalim olamaz “

Bu savaşta yaşananlar katliamdır. Öldürmemek insanın hakkı ve yasasıdır. Öldürmeyi öğrenmemelidir. Svetlena Aleksiyeviç şöyle anlatıyor kitabında:   Ben zaten olayların örgüsünü değil, duygularımızın nasıl değişip geliştiğini. Belki de benim bu yaptığım tarihçinin yaptığı çalışmaya benziyor, ama iz bırakmayan bir tarihçinin. (Çinko Çocuklar. Sayfa 29).
Bu savaş sonrasında binlerce genç sakat kaldı, ya da akıl sağlığını yitirdi. 15.051 kişi öldü. 2000 yılında hala dönmeyen ve bulunmayanların sayısı 287 kişiydi. 
Ve yazar şöyle diyor. Bugünlerde Tolstoy’un “ İnsan değişken bir varlıktır “ sözü pek revaçta. Bu söz her şeyi anlatıyor.

Üçüncü kitabı “ Kadın Yok Savaşın Yüzünde “ beni en çok etkileyen, içine alan kitap oldu. zorbatv.dergi
İkinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde dünya tam bir kadın fenomeniyle karşı karşıyaydı. Kadınlar, dünyanın bir çok ülkesinde çeşitli askeri birliklerde hizmet veriyordu. İngiliz Ordusu’nda 450-500 bin, Alman Ordusu’nda 500.000 kadın vardı. Sovyet Ordusu’nda bir milyon kadar kadın savaşmaktaydı. Kırk bir yılının kızları öncelikle şunu sormak istiyorum. Nereden çıktılar? Neden bu kadar kalabalıktılar? Nasıl oldu da erkeklerle eşit şekilde ellerine silah almaya cesaret ettiler? Ateş etmeye, mayın döşemeye, patlatmaya, bombalamaya, öldürmeye? (Kadın Yok Savaşın Yüzünde.Sayfa 64)

Yıllarca insan boyundan alçak siperlerde, çıplak toprak üzerinde, ateş başında uyumak, çizme ve kaputla gezmek, hiç gülememek, dans edememek ne demekti onlar için? Yazlık elbise giyememek, ayakkabılardan, çiçeklerden uzak düşmek…Ne de olsa yaşları on sekiz, on dokuzdu! Savaşta kadın yaşantısına yer olmadığını düşünürdüm. Kadın gibi yaşamak imkansız, neredeyse yasaktı. Meğer yanılmışım. Kısa bir süre sonra, ilk görüşmelerde fark ettim ki kadınlar neden bahsederlerse etsinler, bu ölüm bile olsa da, varlıklarının yok edilmez bir parçasını teşkil eden güzelliği hep hatırlıyorlardı. Naif genç kızlık hilelerinden, küçük sırlardan, görünmez  işaretlerinden savaşın “ erkekçe “ yaşayışı ve işleri ortasında ne olursa olsun, kendileri kalma arzularından neşe ve keyifle söz ediyorlardı. Tabiatlarına ihanet etmek istememişlerdi. ( Kadın Yok Savaşın Yüzünde. Sayfa 246-247).
Sevgi, insanın savaştaki  tek kişisel tecrübesi. Diğer her şey ortak ölüm bile. Ölüme nazaran, sevgiden daha üstü kapalı söz etmeleri benim için sürpriz oldu. Anlattıklarında hep bir şeyler eksikti, bir sınıra varınca her seferinde susarak kendilerini korur gibiydiler. O sınırı dikkatle gözetiyorlardı. Aralarında sessiz bir anlaşma vardı, ötesi yasak. Perde iniveriyordu. Neden koruyorlardı kendilerini. Malum, savaş sonrası iftiralarından. Az çekmemişlerdi bunlardan ! Savaştan sonra, en az arkalarında bıraktıkları kadar ürkütücü yeni bir savaş başlamıştı onlar için. Birisi sonuna kadar açılacak, cesur bir itirafı ağzından kaçıracak olsa “ soyadımı değiştirin” diye ricada bulunuyor, yahut “ bizim zamanımızda bundan yüksek sesle bahsedilmez, ayıptı “ diye ekliyordu. Savaşan kadın askerlerin bazıları, komutanlarıyla birlikte olmuştu. Savaş sonrası, toplumun yüzyıllardır değişmeyen algısı nedeniyle suçlanmışlardı. Onlarla evlenilmez deniyordu. Ülkesi için savaşa katılan kadınlar, savaş sonrası toplum dışına itilmişlerdi. Kötü kadın imajı düşmedi yakalarından.

Sonuçta, kadının kaderi hep aynıydı. Bir iki cesur kadın askerin gerçekleri söylemesiyle öğreniyoruz. Günümüzde de algı ne yazık ki böyleydi. Sözlü tarih büyücüsü Svetlena Aleksiyeviç, iyi ki bunları yazmış, dile getirmiş. Yazıyı ünlü yazar  J.M.Coetzee’nin sözleriyle bitirelim. “ Svetlena Aleksiyeviç, bu büyüleyici kitapta, yirminci yüzyılı anlamlandırmaya çalışırken aşk ve ölüme, sevinç ve üzüntülerine dair hikayeleri anlatan Rus seslerinin oluşturduğu zengin bir senfoninin orkestrasyonunu yapıyor.
                                                                             
Kaynakça                                                                      
 -İkinci El Zaman- Çeviri: Sabri Gürses, Kafka Yayınları. 524 sayfa.
  -Çinko Çocuklar- Çeviri: Fatma- Serdar Arıkan,  Kafka Yayınları. 387 sayfa.
  -Kadın Yok Savaşın Yüzünde- Çeviri: Günay Çetao Kafka Yayınları. 404 sayfa.

      
                         
  

    
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.