Ahlak Düşüncesinin Analizi 

Akademik

Friedrich Nietzsche Bağlamında Ahlak Düşüncesinin Analizi 

Ozancan Dernek


Mail:    o.dernek@outlok.com

Öz
Batıda XIX. Yüzyılda felsefi sahada geleneksel çizgiden ilk önemli kopuş  F.W. Nıetzsche (1844-1900) ile gerçekleşmiştir. Nıetzsche,  çağının kültürel ve dini inancına karşı çıkmayı felsefe anlayışının temeline koymuştur. Onun üstinsan anlayışı ve efen-köle ilişkisini değerlendirme tarzından ortaya çıkan ahlak görüşü son derece önemlidir. Kendisinden sonraki birçok düşünür üzerinde oldukça etkili olan Nıetzsche, felsefe de nihilizmin öncüsü olarak görülmektedir.  Çalışmanın içeriğinde Bu nedenle Nıetzsche’nın ahlak anlayışı üzerinde durulmuştur.
 Nıetzsche’nın yaşamış olduğu dönemin ahlaki yapısına genel bir bakış ve onun ahlak görüşünü etkileyen faktörlerin yanında, ahlakın temelini oluşturan ana kavramların analizi eşliğinde  onun felsefesinde Tanrı’nın, insan ve üstün insanın yeri hakkında açımlamalar yapılmıştır. Bu bağlamda Nıetzsche’nın ahlak problemlerine yaklaşımı ele alınmıştır ve incelemiş olmakla birlikte var oluşsal bağlamda bireyin yaşam içerisindeki konumu belirlenmeye çalışmıştır.
Anahtar kelimeler: Friedrich Nietzsche, Ahlak, Özgürlük, Köle Ahlakı, Efendi Ahlakı


Giriş
Nıetzsche. 19. Yüzyılın düşünce bakımından en önemli ve en etkili Alman filozoflarından biridir. Onun felsefesinin ana çizgisi olarak, kendi çağına toptan bir karşı çıkış gösterilebilir. O çağındaki akılcılığı, felsefe dizgelerine, tarih akımlarına ve çağında benimsenmiş bütün değerlere karşı durmaktadır.19. yüzyılın insanı ve değerlerin üzerinde bir değerlendirme yapmak belli bir ahlaka ve ahlaki değer yargılarına dayanır. Bu bağlamda içinde bulunulan Yüzyılda birbirine zıt iki ahlak görüşü karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki Hıristiyan değerlendirme tarzı iken, ikincisi pozitivist bir değerlendirme tarzıdır.
Nıetzsche’nın toplumda ilk gözlemlediği şey yozlaşma (decadence) dır. Bu ona göre insanlığın ana tabii güçlerinden büsbütün sapmasıdır. Bu çöküntünün nedeni ise Hıristiyanlığın insan ve dünya görüşüne dayanan Batı’nın sürü ahlakı, sonuçları ise karamsarlık, zaaf, kötülük, hastalık, dizginsizliktir. 19. Yüzyıl’ın modern insanı bu çökmüş insandır. Bunun yanında yine koyu Hıristiyan, öte dünyacı, bitkin insan yer alır.
Nihilizmin sebepleri Nıetzsche’ye göre birkaç sebepten oluşmaktadır. İlk önce - Hıristiyanca ahlak yorumu nihilizmin sebeplerinden ilkidir düşüncesini görmekteyiz. Başka bir etken        -Hıristiyanca ahlakın batışından sonra yerine başka bir ahlak konmadığı için nihilizm gerekli olmasıdır. Son olarak ise -Ahlaktan kuşku duyulmaya başlanılması ve ahlakın yaptırım gücünün kalmaması filozof için nihilizmin sebebi olarak görülmektedir.
Ahlak felsefesinde felsefi bakış açısı ahlak alanına, ahlakın temel sorunlarına ve iddialarına çevrilmektedir. Yani Ahlak Felsefesi ahlaki kavramlar, değerler ve yargılar üzerinde derinlemesine ve sistemli bir şekilde düşünme ve sorgulayıp dile getirme işini yapmaktadır. Bu durumda toplumun benimsediği ve belirlediği ahlak değerini değiştirmek isteyen Nıetzsche, ahlak problemine nasıl bakmaktadır? Ona göre ahlakın tanımı nedir? Onun kabul ettiği bir ahlak anlayışı var mıdır? Nıetzsche vicdan, erdem üzerinde ne düşünmektedir?  Tüm bu soruların cevabı filozofun yine kendi perspektifi içerisinde incelenmelidir.
Ahlak, insanların kendisine göre yaşadıkları bir ilkeler topluluğu, bir kurallar toplamı anlamına da gelmektedir.  Böylelikle kollektif biçimde var olan homojen bir etik değer anlayışından söz etmemiz makul olacaktır.
İslam kaynaklarında ise ahlakın kelime olarak manası huylar, seciyeler ve insanın manevi yapısını belirleyen özelliklerdir. Terim olarak ise ahlak şöyle tarif edilmektedir: Ahlak, insanın hiçbir fikri zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan, kolaylıkla ve rahatlıkla fiillerini yapmasını sağlayan heyettir.  Özgürlük anlayışının temeline dayanan islam dünyasındaki ahlakın açımlamasını görmekteyiz.
Nıetzsche ise ahlak hakkında pek çok söz söylemiştir. Varlığın temeline güç ve iradeyi yerleştirdiği için ona göre. “Ahlak insan varlığına yönelik iradeden yüz çevirmedir”  Yine o, ahlak ile insanın kendi yaşama şartlarını başkalarının söylediklerine göre düzenlediği düşündüğü için; “ben ahlak denilince bir varlığın yaşama şartlarına teğet geçen değer biçmelerinin bir sistemini anlıyorum” demektedir.  O halde filozofa göre belirlenen salt bir ahlak anlayışı bireye özgü değil onun değerlerini oluşturan dış belirlenimlere özgüdür.
Nıetzsche’ye göre, ahlak belli bir çağın değer yargıları ve “iyidir-kötüdür” dediği şeylerin tablosudur. Ona göre, değer yargıları çağdan çağa değişmekte, yani değerler, değer taşıyan şeyler değil ama bu değerlerin yorumlanması değişmektedir. O halde tüm insanlık tarihinde ortaya çıkan değer anlayışı değişkenlik gösteren iyi ve kötü temeline dayanan bir epistemolojik çizgiye dayanan gerçekliktir. Bu bağlamda ahlak kavramının açımlamasını ele alırsakgenel anlamda mutlak olarak iyi olduğu düşünülen ya da belli bir yaşam anlayışından kaynaklanan davranış kurallarının bütününü görmekteyiz . yada başka bir ifadeyle Bir toplumda insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla geliştirilmiş olan kural, ilke ve değerler bütünü olarak ele alabiliriz. Elbette ahlak kavramının etik kavramı ile farklı olduğu noktalar vardır. Belirlenen farklılığa genel bir ifade biçimi ile bakarsak şöyle diyebiliriz.
“Ahlak, etikten farklılık gösterir. Ahlak, bir toplumun töreleşmiş, gelenekselleşmiş yaşama biçimidir. Bu pratiğin teorisine etik adı verilir. Etik, doğru ve yanlış davranışın teorisidir; ahlak ise bu teorinin uygulaması veya pratiğidir. Bu yüzden ahlaki ilkeler yerine etik ilkelerden söz etmek gerekir; aynı şekilde etik değil de ahlaki bir davranış tarzından söz etmek daha doğru Olur. Etik bir kişinin belli bir durumda ifade etmek istediği değerlerle ilgilidir, ahlak ise bu değerleri gerçekleştirme veya hayata geçirme tarzına karşılık gelir. Ahlakın biraz yerel olanı etiğin ise evrensel olduğu dikkate alınır, çoğu etik düşünürün ahlak olmadan etiğin içeriksiz, etik olmadanda ahlakın yönsüz kalacağı şeklindeki düşünceleri daha anlaşılır hale getirir.” 
Bu bağlamda ahlak ile etik önceden de söylediğim gibi pratik hayattaki uygulaması ve torik anlamdaki yansıması olarak ayrım içerisinde bulunmaktadır. Elbette ahlak kavramının yada etik kavramının analizini yapmamız için içerinde anlam kazanan iyi ve kötü kavramlarınada değinmemiz gerekecektir. Kavramların analizini makalemin konusu olan Nietzsche özelinde değil genel perspektiften açımlamak daha kapsayıcı bir ifade olacaktır.
İyi veya kötü nedir? İyi haz mı, yarar mı yoksa mutluluk veren şey midir? İyi, davranışın başında olan niyet mi, yoksa sonunda gelen ürün müdür? Ahlak felsefesinin temel problemlerinden biridir. Belirtilen problemin çözümlemesi elbette felsefi tarihte bir çok dönemde farklı bağlamda ele alınmıştır. Ama tek tek dönemleri incelemek konu özünden kopuş sağlayacağı için tanımsal bağlamda vermem daha makul olacaktır.
Genel anlamda iyi, bir şeye veya birisine faydalı olan anlamında iken, metafizik anlamda ise varlığı arzu edilir hale getiren şey olarak kabul görmektedir. Ahlaki anlamda bakıldığında da kurala, ahlakın idealine uygun olan şeye iyi dendiği görülmektedir.
Farklı iyi türlerden de söz edilebilir. Yani iyi bazen bir şey asli olarak bizzat kendi başına iyidir. Yine bir şey doğurduğu sonuçtan dolayı iyi olabilmekte iken, bazen de iyiye araç olduğu için iyi olabilir  bu aşamadan sonra filozofun ahlak düşüncesinin analizini yapmadan önce onun daha iyi anlaşılması için erdem kavramının açımlamasını yapmak istiyorum bu bağlamda ise  Erdem nedir? Ahlaki bakımdan her zaman ve sürekli olarak iyi olma eğilimi, iyi ve doğru eylemlerde bulunmaya yatkın olma durumudur.
Ahlaki yetkinlik ya da mükemmeliyetin ölçüsü olan kişisel özellik ya da nitelik.Erdem terimini felsefeye sokan Yunanca “arete” sözcüğünü her varlığın kendine özgü fonksiyonunu en iyi biçimde yerine getirme anlamının dışında insan ve insanın davranışları için kullanan Sokrates olmuştur. Erdemin ilk çağdaki açımlaması Sokrates nezdeinde belirttiğim gibiyken makalenin konusu olan  Nıetzsche’ye göre bütün erdemler psikolojik durumlar, aslında inceltilmiş olan tutkular ve yükseltilmiş olan ruh durumlarıdır. Nıetzsche bize bu fikrini şöyle açıklamaktadır; insanlığa yönelik duyduğumuz merhamet ve sevgi, ona göre cinsel içgüdülerimizin gelişimi olarak ortaya çıkmış erdemlerimizdir. Yine adalet intikam içgüdüsünden kaynaklanırken, erdem kudret iradesinden, onur ise benzer olanın ve eşit kudrette olanın tanınması ve kabulünden kaynaklanmaktadır.   Genel bağlamda buraya kadar olan kısımda bir bakış açısı koymaya çalıştım ve sonuç itibari ile kavramların köken bilimi açısından tanımlamalarını yapmak sağlam zeminde ilerlemem için mühim bir nokta olacaktır bu bağlamda 
Ahlak kavramını Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, biçiminde söyleyebiliriz. Özgürlük kavramına geldiğimizde iseHerhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlanmama durumu,biçiminde ifade edebiliriz. Elbette özgürlüğün olduğu yerde  Vicdan kavramının Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.Olarak belirtmemiz gerekecektir. Son olarak ise  İradenin Ruh bilimi, felsefe:Bilincin Ruh bilimi: Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur. Olarak bilmemiz yeterli olacaktır. Bu bağlamda geldiğimiz noktada çalışmamın asıl içeriğini oluşturan Nietzchen’in düşüncelerini aktaracağım ilk olarak ahlakın filozofumuz nezdinde yansımasının nasıl olduğunu irdelemek istiyorum.
Nıetzsche’ye göre ahlak yalnızca bir tablodur. Belirli bir dönemin iyi-kötü yargıları üzerine çizilmiş bir tablo. Ona göre değer yargıları dönemden döneme değişmekte, değişen yargılarda devamlılık içeren bir ahlak kavramını mümkün kılmamaktadır.  O halde süreç biçiminde bir ahlak düşüncesinden bahsetmemiz burada düşünürün açısından oldukça anlamlı olacaktır.
 “Nıetzsche, genel çerçevede, ahlakın temeli ile ilgili düşüncelerinde bir teselli yönteminden bahseder. İnsanın başına gelen kötü olay ve bu olay sonrası gücü elinde bulunduramamanın sonucu olarak, gücün yaratabildiğine acı çektirmeyi isteyip, bununla birlikte ne yaptığını ortaya koymak gerektiğini söyler.” o halde belirtmem gerekir ki gücün istenmesi ahlakın temel yapısını oluşturacaktır.
“Nietzsche, insanın var olan her şeyle ahlak arasında bir bağıntı kurduğunu ve bununla varoluşa etik bir anlam yüklediğini belirtmektedir. O, hayatın bu dünya ile sınırlı olduğunu düşündüğünden, ona göre “ahlak”, özünde bu dünyayı daha güzel hale getiren bir unsur olarak var kılmıştır.”  O halde insanın içerisinde bulunduğu yaşam alanını ahlaki açıdan revize etmek varoluşsal daimi bir çabayı gerekli kılacaktır. Onun ahlak ile ilgili düşüncelerini 
Nietzsche Ahlakın Soy kütüğü kitabında, ahlaka dair bir dizi perspektif sunarak; Efendi ve köle ahlakı arasında bir ayrım noktasına gitmesinden anlayabiliriz. Efendi ahlakı kendinden yola çıkan, bir şey karşıtlığında kendini tanımlamayan bir mantıksal dizge izler. Efendi ahlakın öteki karşı yorumu, kendinden hareketle izlediği yolda bir uğraktır. Bir şeyin ötekisi olarak kendini kurmayan efendi ahlak, bir şeyin ötekisi olarak insiyatifi karşı tarafa bırakmaktan kendini kurtarmıştır. 
Köle ahlakında ise bir şey karşıtlığında kendini olumlayan bir düşünüş tarzı vardır. Efendi ahlakı kendinden yola çıkarak Nıetzsche’nin tabiriyle şöyle der, “Ben iyiyim öyleyse o kötü.” Köle ahlakının düşünüş tarzı ise  “o kötü öyleyse ben iyiyim “, şeklindedir. Efendi ahlakında etkin kuvvetler iş başındadır, kendinden hareketle kendilik olumlanır, köle ahlakı ise tepkisel kuvvetlerin egemenliğindedir; kendini olumlara biçimi ise sahte bir olumlara aslında olumsuzlamadır. Köle ahlakı bir olumsuzlamayla başlar işe, ötekini olumsuzlar daha sonra bu olumsuzlamanın olumsuzlaşmasını yaparak olumlamaya ulaşır.
Efendi ahlakı bir olumlamayla işe başlarken, köle ahlakı bir olumlamaya ulaşabilmek için iki olumsuzlamaya ihtiyaç duymaktadır. bu ayrımı yukarıda bahsettiğim efendi köle ahlakının içerisinden anlamak gayet mümkündür. ‘’Nietzsche’de epistemoloji ve metafizik üzerinde durduğu zaman, amacı genellikle ahlakidir.’’  O halde bilgisel ve metafizik içinde bulunduran tüm etmenler etik çizgide yer alacaktır.
Nıetzsche,  çok şey biliyordur en azından onun delisi ve Zerdüşt’ü çok fazla şey biliyordu; ahlakın doğal, rasyonel ve tanrısal bir desteği olmadığını söyleyen doğrudur ama ölümcül öğretiden, ahlaki bir buyruk türetmişlerdir; insanoğlunun en iyilerine en yüce şeylere hükmederek kendilerini tanrı yapmalarını sağlayacak kefaret bayramları veya kutsal oyunlar icat etmeleri buyrulmuştur.  İnsanın bu bağlamda modernleşen dünyada süreç halinde gelişen ahlak anlayışının  artık dinsel öğretilerin bireyin kendi nezdinde ahlaki çizgide barındığını anlayabiliriz.
“Nıetzsche’nin düşüncesinin köklerinde, ahlakın insan istencinin bir yaratısı olduğu temel varsayımıyla, arzuların insan tiplerinin ve yaşam biçimlerinin bağlayıcı bir sıradüzeninin var olduğu mutlak yargısı arasındaki yaygın gerilim yatar.”  
   Nıetzsche’nin tinler arasındaki bir sıradüzen ve tine uygun bir sağlık olduğu yönündeki kesin, değişmez yargısı, dünyanın ahlaki bir düzeni olmadığı varsayımına veya kesin yargısına her zaman ters düşmüştür.  O halde filozofumuz ahlaki düzlemde dünyada bir ilerleyişin olduğunu bizlere göstermektedir. Bu bağlamda ‘Nıetzsche’nin kurtulmaya çalıştığı terim ve nosyonları ona dayatmaya yönelik acımasız bir uğraşmış gibi görülebilir. Bu tür tepkiler Nietzsche’yi ahlaki alt etmiş, düşüncenin geleneksel zincirlerinden kurtulmuş ve yeni yaşam biçimleri inşa etmiş olmakla payelendiren talihsiz ama anlaşılabilir yeni bir görüşün doğal sonuçları olabilir.
Bütün bunlar Nıetzsche’nin geleneksel ahlaki ve felsefi dili azimle kullanırken hiçbir paradoks yaratmadığı anlamına gelmiyordur.  Onun ahlaki düşüncesi bir çıkmazın arasında kaybolmuş değil aksine bir yol gösterici sıfatında olmaktaydı.
Ahlakın arzu ve istencin bir ürünü veya yansısısı olduğunu öne sürsede, hakikate tapmayı, almayı ve vermeyi ve geçerli meşrutiyeti yöneten, erdemlerin en az rastlananı olarak adaletin adını zikrediyordur.  adalet kavramı filozof için oldukça önemli olmakta ve ahlak ile ilişkisi bu çizgide görülmektedir.
“Şüphe götürmeyen sözlerle doğanın ahlak dışı, kaotik ve anlamsız olduğunu onaylasa da, ahlaki veya etik bir standart olarak doğaya başvurur.”  Bu yüzdendirki onun felsefi düşüncesinde baktığımızda antik çağ dönemine dönme arzusunu doğa filozofları hususunda algılarız. Ahlakın doğa ile süreç kazandığı ve anlam ifade ettiğini vurgulayabiliriz.
Nıetzsche için asıl kilit soru şöyledir, nesnel tarihi bilginin, özellikle de profesyonel âlimler tarafından üretilen nesnel tarihi bilginin tarihi, bilginin değeri veya ahlaki şeyler önemlidir.  O halde tarihselcilik hususunda ahlaki bir çaba doğa ile ilşkilendirlip ortaya çıkarılabilecektir. Lakin “ Nıetzsche asıl mücadelesini, nesnel tarihi bilginin olabilirliği veya tarih-üstü ahlaki iyilerin gerçekliği iddialarına karşı vermez”. 
En başta Nıetzsche, bilginin ahlaki anlamda, yani insanın nasıl yaşaması gerektiği göz önünde bulundurarak anlaşılması gerektiğini ve ahlakın öğrenilebilir bir biçimi olduğunu belirtiyordur.  O halde ahlak kavramı insanın özünden gelen bir olgu değil onun öğrenilebilir. Akli yetilerle kavranabilir özelliği olduğunu söyleyebilirim.
“Nıetzsche’nin bilimin sınırsız hâkimiyetine muhalefeti hem ahlaki hem de felsefi temellidir; tarih hakkında çok fazla hakikat insanı güçsüz düşünür ve insanoğlu için neyin iyi olduğunu açıklayan hakikati boğar”.  O halde bilim hakikatten uzaklaştıran bir olgu içerisinde varlığını sürdürmektedir. Elbette buradaki bilim sınırsız yetkisi olan ve pozitivist düşüncenin yansıması olan bilim anlayışıdır .Filozofuneleştiriside ahlaki boyutta kendi dönemindeki sınırsızlığın kötü etkisini ortaya koymaktır.
Ahlakın değerini belirliyebilmek için, insanların ahlak değerlerini icat ederken içinde bulundukları, psikolojik olduğu kadar siyasi koşulların da kökenini her zaman bilmek gerekir. Bu yüzden Nıetzsche‘nin amacı,“ahlakın gerçek tarihini” yazmak,“yani belgeleneni”, doğrulayabileceğini ve gerçekten olmuş olanı, kısaca insanoğlunun ahlaki geçmişini, o çözülmesi çok zor olan tüm hiyeroglif kaydını keşfetmektir.  o halde tarihsel bağlamda yoğun bir analiz yapmak ahlaki değerleri ortaya çıkarmayı sağlayacaktır. 
O ahlakın elbette toplumsal tarafını bizlere gösterirken yaşanılan egzistanyalist bir gerçeklikte bireysel psikolojinin önemini de vurgulamıştır. Bu bağlamda   Nıetzsche, psikolojik güdülerden hızla ahlaki tenkitlere geçmiştir, ama onun ahlaki tenkiti hatalı bir kurumsal kanıt tarafından gizleniyordur.  Elbette tüm bunların yanında filozofun asıl eleştiri konusu yaptığı Hristiyanlık düşüncesi ahlak hususunda payını almıştır. Filozof bu payı şöyle vermektedir.
 Hıristiyanlığın bir de ahlak anlayışı bulunmaktadır; iyi ve kötü öğretisi vardır ve tüm Hıristiyanlar az ya da çok bu ahlak öğretisine göre yaşarlar, hayatlarını bu öğretiye göre tayin ve tanzim etmişlerdir.  Yani determinist bir ahlaki öğreti bizleri 
“Nereden bakarsak bakalım, bir takım kanunlara, talimatlara ve hükümlere göre hareket etmek mecburiyetinde kılacaktır.. Dolayısıyla her manada  bir ahlaka ihtiyacımız var. Ahlak her insanın, her toplumun ve her halkın hiçbir zaman vazgeçemeyeceği bir değerdir, değerler manzumesidir.”  
  “Her dinin, her felsefenin ve her dünya görüşünün evvela bir ahlak öğretisi ortaya koymasından daha lüzumlu ne olabilir? Bu manada Sokrates’in iyi ve kötü üzerine bir ahlak inşa etmesine niçin itiraz edilsin? Hıristiyanlığın iyi ve kötüyü öğreten bir ahlak öğretisinin olmasından daha tabii ne olabilir? Belki,  “Ahlak bir beyin zayıflığıdır”  diyen şair Arthur Rimbaud gibi düşünebiliriz, ama ahlakın pratik faydasını inkâr edebilir miyiz? Ahlakı başka bir şeyle ikame etmemiz mümkün mü? Nıetzsche de bu sorulara  “hayır “ diye cevap veriyor. O da ahlakın hayatın şahdamarı olduğuna inanıyor.”  
Ahlakın konusu hakkında pek çok görüş mevcuttur. Düşünürlerden bir kısmı ahlakın konusunu ruhi kuvvetler ve ruhi kuvvetlerin eğilmesi olarak görürken, bir kısmı vazifeleri, bir kısmı da insanın fiillerini kabul etmişlerdir. 
Bu bağlamda Nıetzsche, Sokrates (M.Ö.469-399)’tan beri Avrupa’nın tarihinde ortak olan yanın, ahlaki değerleri diğer bütün değerlerin üzerine egemen kılma girişimi olduğunu belirtmektedir. O ahlaki değerlerin hayatın rehberi ve yargıcı olmakla kalmayıp, tersine bilginin, sanatların, devletin ve toplumun çabalarının da yol gösterici ve yargıcı olmak istemesini eleştirmektedir. Çünkü insanın “daha iyi” olması biricik ödev olarak görülmekte, bütün geriye kalan değerler onun için araçlar olarak düşünülmektedir.  O halde ahlak düşüncesi hayatın her alanına yansıdığında insanı zannımca bir kaotik sıkışmışlığa itecektir.
Nıetzsche, efendi ahlakında “iyi” ve “kötü ’nün zıtlığı, yaklaşık olarak “soylu” ile “aşağı” zıtlığı anlamına geldiğini belirtmektedir.  “İyi” ve “kötü” zıtlığının kökeni farklıdır. Korkak, endişeli, küçük ruhlu, ufak yararlar düşünen, ayrıca özgür olmayan bakışlarıyla güvenilmez olan, kendini küçük gören, kendilerine kötü davranılmasına izin veren insanlar bu ahlakta aşağı görülmektedir. Ona göre, sıradan insanların yalancı olduğu, bütün aristokratların temel inançları arasındadır. Nıetzsche, soylu insanın kendini belirlediğini, onanma gereksinimi duymadığını, “bana zararlı olan şeyin kendisi zararlıdır” diye yargıda bulunduğunu belirtmektedir. Soylu insan kendini genellikle şeylere onur veren biri olarak bilmekle ve değer yaratan kendisi olmaktadır. O kendisinin bir parçası olarak bildiği her şeye onur verir. 
Nıetzsche’ye göre böyle bir ahlak, kendi kendini yücelten ahlaktır. Soylu insan yardıma muhtaç bir insana yardım ederken acımadan dolayı değil daha çok güç fazlalığının doğurduğu için yardım eder. ‘’Nıetzsche soylu ahlakına sahip insanların psikolojisini kendine inanç, kendisiyle övünme, bensizliğe olan olan temel düşmanlık ve ironi ve sıcak yürekliliğe karşı, hor görme olarak sınırlamaktadır’’.  Soyluların değer yargılarını en üst seviyeye taşıdığı bir gerçeklik kölelerinde değer yargılarını en alt seviyeye çektiği gerçekliğini göstermektedir.‘’Nıetzsche soylu ahlakına sahip bir insanın anlamakta en çok zorlandığı şeyin “değersizlik” olduğu kanısındadır. Çünkü ona göre, bu insanlar sahip oldukları halde çevresinde kendileri hakkında iyi bir kanı olduğunu varsayıp buna kendileri de inanmaktadır. O, bu konu da soylu insanın şöyle diyeceğini söylemektedir. “Değerin hakkında yanılabilirim ama yine de değerimin benim tanımladığım gibi kabul edilmesini beklerim”.
‘’Ya da diyecek ki. “Birçok sebepten dolayı, başkaları hakkında iyi kanılar taşımaktan zevk alırlar, belki onları sevip yücelttiğim için, onların bütün zevklerinden zevk alırım, bunu paylaşmasam bile, benim için yaralıdır hala ya da yararlı olacağını umarım, ama bunların hiçbiri değersiz değildir.’’ 
Yani Nıetzsche soylu insanın kendisini bizzat kendisi değerlendirdiği ve başka bir insanın kendisi hakkındaki düşüncelerine önem vermediği için asla kendisi değersiz görmediğini belirtmektedir. Fakat ona göre soylu olmayan bir insan kendini hep başkalarının değerlerine göre değerli veya değersiz görmektedir. Nıetzsche’ye göre, soylu değerlendirme biçiminde kişi kendiliğinden eyleme geçmekte ve gelişmektedir. Soylu insan yaptığı eylemin nasıl olduğu konusunda onu değerlendirecek birini aramamakta, o yaptığından son derece emin olarak, karşısında bir kişiyi ancak kendine minnettar olması ve ona “evet” demesi için aramaktadır.
Nıetzsche bu ahlakta olumsuz kavramların: “alçak”, “sıradan”, “kötü” yalnızca baştan aşağı yaşam ve tutkuyla dolu olumlu temel kavramların “biz soylular, biz iyi, güzel ve mutlular!”ın soluk bir karşıt görüntüsü olduğunu belirtmektedir.  O halde soyluluk kendi değerinin farkında olup kendi gelişimini daima ilerleten süreç iken köleler değerlerin değersizleştirilmesi için çaba gösteren bir konumda yer almaktadır. Çalışmanın bu aşamasına kadar geldiğim süreçte ahlakın nasıl vuku bulduğu gerçeğini göstermeye çalıştım elbette söylemem gereke bir nokta vardır ki o da özgürlüğün ahlaki düzlemde önemi nerededir bu bağlamda irdelemek gerektiğini düşünüyorum.
Antik ve modern öğelerden oluşmuş yeni bir etik geliştirirken, Nıetzsche’nin düşüncesi tarih, sanat, ahlak, din konularında uç ve birbirleriyle rakip görüşlerin çarpıştığı bir savaş alanına dönüşmüştür.   O halde ahlaki açımlama insan yaşamına özgü birçok içeriğin zıtlığında bulunmaktadır. 
İnsanlık durumunu bu şekilde anlamak, en azından Nıetzsche’nin gözünden, paradoksal olarak belirli ve ahlaki veya pratik buyruklar doğuruyordur. 
“Nıetzsche’nin Apollon ve Dionysos’a yüklediği işlevler, güç istenci öğretisini önceden haber verir, çünkü benliği veya tini oluşturan bu güdüler de, ahlak kuralları olarak bilinen koruyucu efsaneler yaratır ve kültürün gerçek kökenini gözler önüne sererek, geleceğin kurulu mahiyetini açığa çıkaran enerjileri serbest bırakır.”  Bir düzenin ve kasoun zıtlığını ortaya koyan bu gerçeklik  insanın varoluşsal sıkışıklığa girmesine neden olacaktır. Ve kaotik ortamın beslendiği tek olgu insansın özgür iradesi sonucu yaptığı eylemler olacaktır. Böylelikle Dünyada pek az mutluluk bahşedilen mazlumlar, acı çektiklerini kanıtlayan ve gücü ve refahı şer yafsatıyla lanetleyen bir ahlak şablonu icat etmişlerdir.  Çalışmanın başında önemli bir kavram olduğunu söylediğim özgürlük ve ahlakın yanında büyük bir işlevi olan vicdan Ahlak Felsefesinin önemli problemlerinden biridir.
Vicdan iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme yetisi olarak tanımlanmaktadır. Bireyde veya ahlaki özne ya da failde var olan doğru ve yanlış duygusuna verilen addır. Çeşitli filozoflar tarafından farklı şekillerde tanımlanan vican, dini çerçevede düşünülünce bazen Tanrı’nın sesinin bir yansıması, hümanizm çağında insanlara nasıl sakınmaları gerektiğini bildiren insani meleke veya aklın sesi, bunun dışında ise özel bir ahlak duygusu olarak kabul edilmiştir.Rousseau vicdan oluşumunda hakim rol oynayan durumlardur, durumunu benimsemiştir. İkincisinde ise vicdan akıldan başka bir şey olarak görülmez. Bu görüşü savunan Kant’tır. 
Üçüncü görüş vicdanın ferdin ruhunda cemiyet vicdanının akşedişi olarak gören görüştür. Bu da sosyolojinin vicdan anlayışıdır.  O halde toplumsal hayatın her alanına ait olan vicdan çok önemli biir rol bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Bu hususta  Nıetzsche şöyle der “vicdan”, “kendini feda etmeyen insanın en hastalıklı hırsızlık zeminidir.Çünkü insan, üstinsanın gerçekleşmesi için kendini feda  etmek üzere vardır.İnsan ile üstinsan arasında ayrım olması gerekliliğine duyduğu inanç, Nietzsche’nin vicdan ve ahlak endokrinasyonları üzerine reddi ve derin ajinatif önermelerin ağır eleştirisi biçiminde şekilleniyordur.  Yani vicdani davranma filozof için oldukça anlamsızlığa giden süreci temsil eder bu bağlamda merhamet ve acıma duygusuna karşı bir eleştiri oluşturur. 
Nıetzsche “vicdan” kavramının ardında, uzun bir tarih ve biçimsel başkalaşımların bulunduğunu düşünmektedir. O, bu konuda şöyle demektedir, “Kendine kefil olabilmek, üstelik gururla, böylece de evet diyebilmek kendine, bu daha önce de söylenildiği gibi, olgun bir meyvedir, ama gecikmiş bir meyve. Ne kadar kalmalıydı dalında kekremsi ve ekşi tadıyla! Ondan çok daha uzun bir sürede böyle bir meyve görülmedi, kimse vaat etmezdi onu, ağaçtaki her şey onun için hazırlanıp büyürken bile! Kim insan denilen hayvan için bir bellek yaratır? Bu biraz körelmiş biraz da abuk sabuk, bir anlık anlama yetisinde, bu etli kemikli unutkanlıkla, orada kalması için nasıl iz bırakır? Buradan Nıetzsche’nın vicdanı “insanın kendine kefil” olması olarak anladığını çıkarabiliriz. Sokrates ‘in zamanında ve daha sonraki devirlerde kavram, yargı ve çıkarsama oluşturma mekanizmalar, diğer eylemler arasında en yüksek yetenekler olarak değerlendiriliyor ve doğanın en büyük armağanı olarak algılanıyordu. En yüce ahlaki davranışlar bile, acıma duyguları, fedakârlık, kahramanlık, zor elde edilen ruh sakinliği-Apolloncu Yunanlıların ölçülülük olarak adlamdırdıkları Sokrates ve yandaş ardılları tarafından bilginin eytişimselliğinden elde edilerek ve buna bağlı olarak öğretilebilir hale getirildi. “ Aristoteles’ten beri tragedya etkisinin, dinleyicinin estetik eyleminin, artistik koşullarından çıkartılabileceğine dair bir açıklaması yapılmamıştır. Bir zamanlar acıma ve korkuduygularının, ciddi bir eylem sonucu olarak rahatlatıcı olduklarını kabul ettik, başka zamandaiyi ve soylu ilkelerin zaferiyle yüceldiğimizi ve esinlendiğimizi duyumsadık-kahramanın evrensel ahlak anlayışı için feda edilmesiyle söz konusudur.
İnsanın aklından geçirdiği her şeyi yapması düşünülemez. Nereden bakarsak bakalım, bir takım kanunlara, talimatlar vehükümlere göre hareket etmek mecburiyetindeniz. Dolayışıyla her hal ü karda bir ahlaka ihtiyacımız var, Ahlak her insanın, her toplumun ver her halkın hiçbir zaman vazgeçemeyeceği bir değerdir, değerler manzumesidir. Var olmanın en önemli kaynağıdır ahlak. İnsanın her istediğini yapamaması düşüncesi onun için aslında akli yetisini kullanması manasına gelecektir. 
Varolan bu yeti onun irade gücüdür. Bu bağlamda iradenin filozof nezdinde açımlamasına bakarsak  ‘’İnsanoğlunun neyi arzuladığını ve neyin insanoğlu tarafından arzulanabilir olduğunu çözümleyerek başlayan Nıetzsche, ahlak ve siyaset felsefesinin sınırları içerisinde hareket ediyordur.bu bağlamda irade insanın seçim yapabilme gücünün vicdani belirlenim üzerinde etkilerinin sonucudur. Ve iyi kötü davranışın temelini iradeye dayalı bir sistem içerisinde gerçekleştirir. İradenin elbette bilinç düzeyinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Nietzsche bilincin sürü insanından farklı olarak üst insan seviyesinde olduğunu söylemektedir. Ve onun ahlaki düşüncesi bu bağlamda sadece üst insana özgü bir gerçekliktir.
Sonuç
Nıetzsche bütün ahlak sistemlerini gözden geçirdikten sonra, birbirine karşıt iki ahlak örneği görmektedir. Bunlardan biri efendi  ahlakı diğeri ise köle ahlakıdır. İki ahlak çeşiti de ahlaki yapının ortaya çıkması bağlamında oldukça önemlidir. 
Efendi ahlakında güçlü bir insan gördüklerine değer biçmeyi düşünmemektedir. Bu ahlakta doğal eğilimlerimizin özgürce gelişmesine, genişlemesine yardım eden her şey iyi, engel olan her şey ise kötüdür.
  Bunun karşısında yer alan kölelerin ahlakı ise farklıdır. Üstünlerin varlıklarını dolduran gurur, sevinç ve yaşam coşkunluğuna karşılık, yenilgiye uğrayanların, kölelerin içlerinde kötümser duygusundan ve üstünlere karşı sürekli çoğalan nefretten başka bir şey değildir. Öyleyse varolan ahlaki çeşitlenmelerde birbirine karşı ilişki kurmak oldukça önemlidir. Ama filozofumuz şunu belirtirki köle olan kişi efendi olduğunda yapısal manada kölelere emredici konumda olacağı için böyle bir istenci karşıtlığında durmaktadır. 
  Nıetzsche ahlak ve din arasında bir bağın bulunmaması gerektiğini düşünmektedir. Ona göre ahlak ne kadar dinle bağlantı içinde olursa o kadar ahlaki olmaktan uzaklaşmaktadır.
 Kişi ahlaklı olmak için ancak Tanrı’nın yardımını bekleyen bir zavallı durumunda bırakılmaktadır. İnsanın asıl varlığında “güç istenci ”nin olduğunu kabul eden Nıetzsche bu durumu kabul etmektedir.
   Nıetzsche içinde güç istemi olmayan, insanı asıl özelliklerinden uzaklaştıran tüm ahlak öğretilerine karşıdır. O bu bağlamda immoralisttir.. İnsanın asıl özelliklerini barındıran içgüdülerine ters düşemeyen, arzularına paralel olan ve üstinsanı hedefleyen ahlaka ise karşı değildir. O halde belirtmeliyim ki insanın ahlaki seviyesinde geriliğe neden olan dinsel öğretilerdir. Elbette filozof bu düşüncesini kendi içinde bulunduğu Hristiyan inanışına göre ele almaktaydı fakat söylemlerini gerçekleştirirken tüm dinsel inançlara da bir savaş açmaktaydı. Bu bağlamda makalenin içeriğinde belirli kavramlara dayalı olarak Nietzsche’nin ahlakı ile ilgili temel bağlamda analiz yapmaya çalıştım ve çalışmamın özünde detaylı bir açımlama olmamakla beraber özü itibari ile filozofun genel düşüncesi ortaya konulmuştur.

Kaynakça
ARSLAN Ahmet, Felsefeye Giriş, Vadi Yay., Ankara 1994.
BERKOWİTZ Peter, eser: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, çeviren: Harvard UniversityPress/1998, yayınevi: Ayrıntı Yayınları.
BERTRAND Alexis, Ahlak Felsefesi, Çeviren. Salih Zeki, Seba Yay. Ankara 1999 Doğan ÖZLEM, Etik–Ahlak Felsefesi, İnkılap Yay. İstanbul 2004.
BOLAY . Süleyman, Felsefi Terimler ve Doktrinler Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara 1998.
CEVİZCİ Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay. İstanbul 2000.
CEVİZCİ.Ahmet,  Felsefe sözlüğü,  Ankara, yayınevi: Say Yayımları, yayınyılı:2014.
 F. W. NIETZSCHE, eser: Güç İstenci, çeviren: Nilüfer Epçeli, yayınevi: Say Yayınları, 2012.
 F. W. NIETZSCHE, İyinin ve Kötünün Ötesinde, s. 191–193, Henry HAZITT, Ahlakın Temelleri, Çev. Mehmet Aydın, Liberte Yay., Ankara 2006.
 FRİEDRİCH Nıetzsche, eser: Tragedyanın Doğuşu, yayın yeri: İstanbul, yayın yayınevi: Gün Yayıncılık, yayın yılı:2005.
 GAZALİ, el–İhya, Çev. Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yay. İstanbul 1974,1. s. 53, Mustafa ÇAĞRICI, İslam Ahlakı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2000.
KESER Murat “Makale Nıetzsche’nin Tesellisi: Ahlakın Meşruluğu Üzerine”, Düşünbil Dergisi, yayınlandığı yıl: Ocak 2018.
YILDIRIM Tayfun, “Makale Efendi ve Köle Ahlakı”, Düşünbil Dergisi, yayınlandığı yıl: Ocak 2018.
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.