Genceli Nizami'nin Mahzenü'l- Esrar'ı

Akademik

Genceli Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı Ve İçeriği

 

1.MAHZENÜ’L-ESRÂR

Genceli Nizamî’nin (ö. 1209) beş mesnevisinden ilki Mahzenü’l-esrâr, Gazneli Senaî’nin (ö. 1131)Hadîkatül-hakîka’sı tarzında, daha yenilikçi bir formatta, daha güçlü ve daha şairane bir dilde kaleme alınmış; ince düşünceler, özgün ve etkili örneklemeler, mecazlar, ustaca betimlemelerle dopdolu tasavvufi-felsefi bir eserdir.

Nizamî‘nin Mahzenü’l-esrâradlı mesnevisi, Gazneli Senaî ile başlayan tasavvuftaki vahdet temasını doruklara taşımış bir eser olarak tasavvuf tarihindeki yerini almıştır. Söz konusu eserlerle birlikte iki ayrı tür şiir artık ayrılma imkânları olamayacak bir şekilde bir tek kulvarda birleşmiş; bir kısmı “tasavvufi”, bir diğer kısmı da “vaaz ve öğüt” türü çok sayıda didaktik ya da öğüt içerikli önemli eserin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu dalda birinci türde Mevlana Celaluddîn ile Feridüddîn-i Attâr, ikinci türde de Sadî-yi Şirazî en doruktaki yapıtların ustaları olmuşlardır.[1]

Nizamî, bütün edebiyat otoritelerinin görüş birliğiyle mesnevi yazan şairlerin öncüsü, efsane yazarlarının en önde gelenidir. Onun Mahzenü’l-esrâr’ına yüzlerce nazire yazılmış, ancak bu nazirelerden hiç birisi onun derecesine erişememiştir. Metni alabildiğine zor anlaşılır olmasından dolayı Mahzenü’l-esrâr için birçok büyük şair ve edebiyat otoritesi tarafından açıklamalar ve şerhler de yazılmıştır. [2]

İlk kez kendisinin kullandığı sözcükler, tamlamalar, mazmunlar, terimler ve şiir konuları onun bütün bu alanlarda bir öncü, bir mucit olarak bilinmesini sağlamıştır. Özellikle beşli mesnevileri yazıldığından bu yana bu alanda eser veren bütün şairlere örnek olmuştur. Büyük şairler onun şairliğini, tarzını örnek almış ve onu izlemişler, Beş Mesnevi’sini taklit ederek eserlerini yazmışlardır. Bir diğer açıdan bakıldığında bir mesnevide, Mahzenü’l-esrâr’ında beş ayrı naat yazan ilk şairdir. En önemli özellikleri arasında, hikmet ve felsefe konularını manzum olarak anlatan; kaside türü şiirleri övgü, abartı ve anlamsız yüceltmelerden arındıran ilk şair olması da yer almaktadır.

Penc Genc’in (Beş Hazine) ilk hazinesini oluşturan Mahzenü’l-esrâr formatı ve içeriği açısından diğer mesnevilerinden tamamen farklıdır. Mahzenü’l-esrâr, ne bir aşkın serüvenini, ne de dünyanın bir hükümdar tarafından ele geçirilmesini anlatmaktadır. Bir hikâye, masal ya da destan da değildir. Bu açıdan beşli mesnevilerdeki diğer hazinelerle hiçbir benzerliği yoktur. Onlarla ortak noktası yalnızca Nizamî’nin yazım tarzındaki düşünceleri ve mesnevi türünde olmasıdır. Bu kitap, beşlideki diğer dört kitapla şekil açısından bir birlik göstermese de bu onun, dil ve anlam açısından onlardan uzak ve ayrı olduğu anlamına gelmez. Tam tersine Mahzenü’l-esrâr’ın yazılmasının asıl amacı şair, Nizamî’den daha çok hekim, bilge ve Şeyh Nizami'nin ahlaki düşüncelerini içsel bir bağlılıkla okuyuculara aktarmaktır. İşte bu noktadan yola çıkarak ona dinsel eksenli kutsal bir kitap diyebiliriz. Nizamî, Mahzenü’l-esrâr’da şiir diliyle tasavvuf düşüncesini, inancı, ahlakı ve dünya görüşünü başkalarına telkin etme amacı taşır. Bilge şair ilahi bilgeliğin sırlarına ermiş, bütün bu sırları bu eseriyle bir hazine biçiminde eren gönüllere emanet etmiştir. [3]

Bu eserinde, düşüncelerini, gizemli, gizli hikâyeler, örnekler ve şairce teşbihlerle aktaran ve her şeyi tek bir varlıkta gören ulu bir pir ile karşılaşırız. Bu ulu mürşit, her zamanki gibi kitabını Allah’a bir övgü ve yakarışla, kutsal bir mesajla açar. İslam'ın Tanrı hakkındaki temel inancında da olduğu gibi Nizami'ye göre; “Tüm varlıklar ondandır: zayıf toprak onun görkemli sancağı altına sığınır. Biz onun varlığıyla yaşarken, o kendi gücüyle vardır. Varlığına dair hiçbir görüntü veya şekil yoktur. Kimseye benzemez, değişmez, ölmez. O, sonsuzdur. Hepimiz ölümlüyüz, bir tek sonsuz varlık o. Ulu olan, kutsal olan bir tek o. [4]

Onun böylesine ulu bir kişiliği ve usta şairliğini fark edip kendisine saygılarını sunan ilk hükümdar Behram Şah’tır. Mahzenü’l-esrâr Erzincan hükümdarı Fahreddin Behram Şah adına kaleme alınmıştır. İbn Bibî’nin aktardığına göre Fahreddin Behram Şah, bu değerli hediye karşılığında Nizamî’ye beş bin dinar ve çok değerli hediyelerle yüklü bir deve kervanı hediye etmiştir. Behram Şah’ın daveti üzerine onun sarayına gitmek istemiş, ancak güvenlik sorunu nedeniyle bu seferini gerçekleştirememiş, Mahzenü’l-esrâr’ını onun adına tamamlayarak kendisine göndermiştir. [5]

Selçuklular devrinde XI-XIII. yüzyıllarda Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar şehirlerinin bulunduğu bölgeyi yönetmiş olan Türk hânedanı Mengücüklü Beyliği, Malazgirt savaşından sonra Büyük Selçuklu Devleti sultanı Alparslan’ın kumandanlarından Mengücük Gazi tarafından kurulmuştur.Fahreddin Behram Şah’ın 1165 yılında Erzincan’da beyliğin başına geçtiği bilinmektedir. Behram Şah’ın babasının adı Davud, dedesinin adı İshak idi. Davud daha önce Erzincan’ı idare etmiş olmalıdır. Fahreddin Behram Şah, kaynaklarda “Melik” unvanı ile anılan üçüncü Erzincan beyidir. Bir parasında da “Emîrü’l-ümerâ” unvanı görülür. Mengücüklü hânedanının en tanınmış beyi olan Fahreddin Behram Şah akıllı, dürüst, ahlaklı, adaletli, şefkatli ve cömert bir hükümdar olarak tanınmış, bundan dolayı kendisine her yerde saygı gösterilmiştir. Selçuklu tarihçisi İbn Bibî, bu Mengücüklü beyinin özelliklerini saydıktan sonra melikliği esnasında Erzincan’daki düğün ve yaslara katıldığını, katılamadığı zamanlarda da para ve yemek gönderdiğini, kışın kuşların ve vahşi hayvanların yemeleri için dağlara ve kırlara yiyecekler koydurduğunu yazar. Behram Şah, II. Kılıcarslan’ın damadı olduğu gibi bazı Selçuklu hükümdarlarının da kayınbabası idi. [6]

Fahreddin Behram Şah’ın daha sonraki Selçuklu sultanları ile ilişkileri de iyiydi. Kızı Melike Hatun’u 1213 yılından önce Selçuklular’dan Erzurum Hükümdarı Muğisüddin Tuğrul ile evlendiren Fahreddin Behram Şah, diğer kızı Selçuk Hatun’u da Selçuklu Hükümdarı I. İzzeddin Keykâvus’a verdi. Bu kıza annesi Selçuklu hânedanından olduğu için Selçuk Hatun adı konmuştur. Fahreddin Behram Şah, 1225 yılında vefat etti. Rivayete göre Erzincan civarındaki Aşağı Ula köyü yakınında bulunan kitabesiz türbe Fahreddin Behram Şah’a aittir. [7]

Şair Mahzenü’l-esrâr’ı yazarken kırk yaşlarındadır. Eser Farsça yazılmış mesnevilerin temel metinlerden ve en önemlilerinden biridir. Vaazlar, hikmet dolu sözler yanında öğütlere de yer veren Mahzenü’l-esrâr didaktik ve öğüt içerikli bölümlerden oluşur. Nizamî’nin diğer eserlerinden oldukça farklı ve bütünüyle tasavvuf konulu bir manzumedir. [8]

 

 

 

2. Mahzenü’l-esrâr’ın konusu

Nizamî, ilk mesnevisi Mahzenü’l-esrâr‘da tasavvufi, ahlaki-felsefi konuları ele almaktadır. Özellikle Senaî’nin Hadîka’sını örnek alarak, üstün şairlik yetenekleriyle onun tarzını daha yücelere, doruklara eriştirerek, yenilikler ekleyerek bu eserini yazmıştır. İnce düşüncelerini, olağanüstü betimlemeleri, özenle seçilmiş örnekler ve örnek hikâyeleri, mecazlar, istiareler, şairsel bakış açısı, eşsiz teşbihler, özgün sözcükleri ve özgün bezekleriyle sunmakta, alabildiğine zor ve anlaşılması güç temaları üstün şairlik yetileriyle erginliğin doruklarına erişmiş söz sanatları becerisiyle en olgun dizelerle ve şiirin erginliğiyle dillendirmektedir. [9]

       Mahzenü’l-esrâr’ın konuları tamamıyla ilk kez ele alınan ve özgün bir tarzda işlenen temalardan oluşur. Nizamî’nin bu eserinde kullandığı bahir de, vezin de hem efsane anlatılarında hem de mesnevi kalıbında bir ilktir. Nizamî’den önce hiçbir şair bu bahir ve vezinde mesnevi yazmamıştır. Eserin içeriği de özgün, tamamıyla büyük ve güçlü Nizamî’nin duyguları, düşünceleri, yaratıcılığı ve üstün şairlik yetenekleriyle dillendirdiği konulardan oluşur: [10]

منکه سراینده این نوگلم

باغ ترا نغمه‌سرا بلبلم

 

در ره عشقت نفسی میزنم

بر سر کویت جرسی میزنم

 

عاریت کس نپذیرفته‌ام

آنچه دلم گفت بگو گفته‌ام

 

شعبدۀ تازه برانگیختم

هیکلی از قالب نو ریختم

 

صبح روی چند ادب آموخته

پرده ز سحر سحری دوخته

 

مایه درویشی و شاهی در او

مخزن اسرار الهی در او

 

بر شکر او ننشسته مگس

نی مگس او شکر آلود کس

 

نوح درین بحر سپر بِفکَنَد

خضر درین چشمه سبو بشکند

Taptaze güle şarkı besteleyen ben

Bağının nağmeler şakıyan bülbülüyüm ben

 

Aşkının yolunda nefes alır veririm ben

Mahallenin başında zil çalarım hep ben

 

Kimseden bir ödünç söz, asla almadım ben

Yüreğim neyi de dediyse, onu dedim ben

 

Yeni bir tarz ile bu büyülü sözleri söyledim ben

Yeni bir kalıpla alımlı yeni bir heykel yarattım ben

 

Sabah vakti ona nice zaman edep öğrettim ben

Seherin büyüsüyle bir büyülü perde diktim ben

 

Dervişliğin de hükümdarlığın da özü onda

Tanrı’nın sırlarının hazinesi onda

 

Konmamış onun şekerine hiçbir yabancı arı

Hiçbir yabancı şekerden bal ummaz benim arım

 

Bu denizde teslim olur Nuh bile

Bu pınarda testisini yere çalar Hızır bile [11]

NizamîMahzenü’l-esrâr‘ı gençlik çağlarında kaleme almıştır. Bunu kendisi eserlerinde birkaç yerde açıklamamış olsaydı, herkes onun bu eseri olgunluk ve erginlik, yaşlılık çağında, Hüsrev ile Şirin ve Heft Peyker’i de gençlik döneminde yazdığını düşünürdü. [12]

Nizamî’nin Farsça olarak kaleme aldığı eserlerinde bu edebiyata derin etkisi kendisini çok seven bir şairler ve yazarlar grubunun oluşmasına, onu üstün yetenekleriyle öne çıkarıp övmelerine de neden olmuştur. Şiblî-yi Numanî onunla ilgili şunları söyler: “Nizamî, hikmet ve felsefe konularını ilk kez şiire taşıyan, kaside şiirlerini övgülerden ve anlamsız abartılı sözlerden arındıran şairdir.”[13]

Nizamî’nin eserlerinde en çok ele aldığı ve önemle üzerinde durduğu konu ahlaktır. Önemli ölçüde ahlak temasını ele alan Mahzenü’l-esrâr dışındaki eserleri de ahlak ile ilgili konularla dopdoludur.

Şiirde ve şairlikte en ince ve en yüce değerlerden biri de insani duyguları öne çıkarmaktır. Nizamî bu değerleri öylesine yüce makamlara eriştirmiştir ki; şiir tarihinde Firdevsî’den başkası onunla bu konuda yarışamaz Firdevsî, insanın coşkularından iç dünyasından ve duygularından söz ederken neredeyse tamamı bilinen, yaygın duyguları dillendirir.[14] Ancak Nizamî engin düşünce ve hayal gücüyle alabildiğine ince, derin anlamlı ve kimselerin hayal edemediği, dillendirmediği inceliklerden söz eder.

Nizamî’nin eserleri arasında ilk didaktik mesnevisi Mahzenü’l-esrâr’dır. Özellikle eserin ikinci bölümünde bu özelliği öne çıkar; hikmet, ahlak ve tasavvuf boyutlarıyla iç içe örgülenmiş bir anlatım dikkat çeker. Nizamî’nin ünlü eseri Mahzenü’l-esrâr’ı kaleme almaya başladığı günlerde zühd ile sufîliğe olan derin ve yoğun ilgisi, hayatının sonlarına doğru İskendernâme’yi yazmaya başladığı günlerde de aynı şekilde ve hiç eksilmeden onun dünyasında varlığını sürdürmekteydi. [15]

Nizamî’nin şiirlerinde dikkat çeken en önemli temalardan biri de aşktır. İlk eseri Mahzenü’l-esrâr’da aşk kuşu henüz yumurtlama çağındadır. Orada aşk sözü henüz “Ebcet” okuma aşamasındadır. Şair şöyle der:

اول کاین عشق پرستی نبود

در عدم آوازه هستی نبود

Önceleri dünyada bu aşk sevdası yoktu

Yokluklar içerisinde, varlıktan bir ses yoktu [16]

 Bu aşama, tam da sufîlerin ilk mektebe başladıkları çağ, aşkın hem varlığın başlangıcı hem de sonu olduğu çağdır. Hafızası oldukça güçlüdür ve söz sanatlarındaki dehâsı ve üstün zekâsıyla bu duyguları kendilerinden bilgi ve feyiz aldığı hocalarından daha güzel bir ifadeyle dillendirmiştir. Ancak kuru bir zahit aşamasından kurtulup ergin ve pişkin bir sufî aşamasına gelinceye, “Aşkın Yedi Şehri”ni gezinceye kadar uzun bir yol vardır önünde. Ona göre aşk; iki insanın buluşma halkası, insan ile doğa arasındaki bağlar değildir. Tam tersine aşk, yaratılışın mihrabı, varlık evreninin merkezi ve odak noktasıdır. [17]

KAYNAKÇA

Ağâ Bozorg Tehrânî, ez-Zerî‘a ilâ Tesânîfi’ş-Şî‘a, Necef-Beyrut 1357-1397 hk. I-XXVI.

Celal Halıkî-yi Mutlak, “Nizâmî-yi Gencevî”, Dânişnâme-yi Zebân-i Fârsî/DZEF, Tahran 1395 hş. VI, 512-518.

Edward Granville Browne, Ez Firdevsî Ta Sa’dî (çev. Fethullâh-i Muctebâyî), Tahran 1373 hş.

Faruk Sümer, “Mengücüklüler”, DİA, XXIX, 140.

Hasan Vahîd-i Destgirdî, Gencîne-i Gencevî, Tahran 1318 hş.

Hermann Ethé, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî (çev. Rızâzâde-yi Şafak), Tahran 2536 şş.

Jan Rypka, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân (çev. Kerîm-i Keşâverz), Tahran 1370 hş.

Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Azərbaycan Şairi Nizami, Bakı 2011.

Muhammed Alî Terbiyet, Dânişmendân-i Âzerbâycân (yay. Ğulâmrızâ Tabâtabaî-yi Mecd), Tahran 1377 hş.

Nizâmî-yi Gencevî, Mahzenü’l-esrâr, Bölüm 20: “Der Âferiniş-i Âdem”.

Nizamî-yi Gencevî, Mahzenü’l-esrâr, Bölüm: 12 “Der Makâm ve Merte-bet-i în Nâme”, Beyitler: 3-8.

Said-i Nefisî, Dîvân-i Kasâid ve Ğezeliyyât-i Nizamî-yi Gencevî, Tahran 1363 hş.

Şiblî-yi Numanî, Şi‘rü’l-‘Acem/Târîh-i Şi‘r ve Edebiyyât-i Îrân, Tahran 1335 hş. I-V.

Zebîhullâh-i Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, Tahran 1371 hş. I-V.

 

[1] Hermann Ethé, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, s. 154.

[2] Muhammed Ali-yi Terbiyet, Dânişmendân-i Âzerbaycân, s. 546-47.

[3]Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Azərbaycan Şairi Nizami, Bakı 2011, s. 144.

[4] Şiblî-yi Numanî, Şi‘rü’l-‘Acem, II, 228-29; Ağâ Bozorg Tehrânî, ez-Zerî‘a ilâ Tesânîfi’ş-Şî‘a, Necef-Beyrut 1357-1397 hk. I-XXVI., IX/4, 1308; Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Azərbaycan Şairi Nizami, s. 145.

[5] Saîd-i Nefisî, Dîvân-i Kasâid ve Ğezeliyyât-i Nizamî-yi Gencevî, s. 10; Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Azərbaycan Şairi Nizami, s. 83.

[6] Faruk Sümer, “Mengücüklüler”, DİA, XXIX, 139.

[7] Faruk Sümer, “Mengücüklüler”, DİA, XXIX, 140.

[8] Muhammed Ali-yi Terbiyet, Dânişmendân-i Âzerbaycân, s. 546-47; Browne, Ez Senâî Tâ Sa’dî, s. 95; Hermann Ethé, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, s. 72; Zebîhullâh-i Safâ, Târîh-i Edebiyyât, II, 701-702.

[9] Jan Rypka, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, I, 386.

[10]Hasan Vahîd-i Destgirdî, Gencîne-i Gencevî, Tahran 1318 hş., s. Giriş, MZ.

[11] Nizamî-yi Gencevî, Mahzenü’l-esrâr, Bölüm: 12 “Der Makâm ve Mertebet-i în Nâme”, Beyitler: 3-8.

[12]Hasan Vahîd-i Destgirdî, Gencîne-yi Gencevî, s. Giriş, MZ.

[13] Şiblî-yi Numanî, Şi’rü’l-‘Acem, I, 229.

[14] Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Azərbaycan Şairi Nizami, s. 115.

[15] Zerrînkûb, Hikâyet Hemçonân Bakî, s. 188.

[16] Nizâmî-yi Gencevî, Mahzenü’l-esrâr, Bölüm 20:“Der Âferiniş-i Âdem”.

[17] Celal Halıkî-yi Mutlak, “Nizâmî-yi Gencevî”, DZEF, VI, 512.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.