Firdevsî’nin Şahnâme’sinde Gazneli Sultan Mahmud 2 یکی

Akademik

 

Firdevsî’nin Şahnâme’sinde Gazneli Sultan Mahmud 2

یکی را همه رفتن اندر نهیب

گهی در فراز و گهی در نشیب

 

چنین پروراند همی روزگار

فزون آمد از رنگ گل رنج خار

Ki­mi fe­le­ğin sü­rek­li hi­le­si­ne ve hak­sız­lı­ğı­na uğ­rar; ba­zen yük­se­lir ba­zen al­ça­lır. İş­te fe­lek in­san­la­rı böy­le bü­yü­tüp ye­tiş­ti­rir. Di­ke­nin ce­fa­sı, gü­lün se­fa­sın­dan çok­tur. Alt­mı­şı­na gi­ren bir kim­se fe­lek­ten da­ha faz­la­sı­nı is­te­me­me­li. Yet­mi­şi ise pek az kim­se ge­çe­bi­lir. Ben bu­nu fe­le­ğin dö­nü­şün­den öğ­ren­dim. Yet­miş ya­şı­nı ge­çen bi­ri bes­be­ter olur; öy­le bir öm­re ağ­la­mak ge­rek.

Alt­mış yaş bir ba­lık ağı ol­say­dı, akıl­lı bir ba­lık bi­le on­dan kur­tul­ma­nın yo­lu­nu arar­dı. Fa­kat ben ne şu dö­nen gök­ler­den ne de Gü­neş i­le Ay’ın içi­ne düş­tü­ğü şu gök kub­be­den ka­ça­cak bir yer bu­la­ma­dım. Ha­zi­ne­le­riy­le ve düş­man­la­rı­na üs­tün gel­mek­le övü­nen bir ci­han fa­ti­hi bi­le, ne ka­dar uğ­ra­şır­sa uğ­raş­sın, gü­nün bi­rin­de öte­ki dün­ya­ya gö­çer ve ya­nı­na sa­de­ce har­ca­dı­ğı emek­ler kâr ka­lır. Şim­di pa­di­şah Key­hüs­rev’i gö­zü­nün önü­ne ge­tir de ib­ret al ve bu olay­la­rı bu­gün olu­yor­muş gi­bi ka­bul et. O kı­lıç­la ve da­ha baş­ka şey­ler­le, bü­yük­ba­ba­sın­dan ken­di ba­ba­sı­nın in­ti­ka­mı­nı al­mak için uğ­raş­tı. Bü­yük­ba­ba­sı­nı öl­dür­dü, ama o da bu dün­ya­da kal­ma­dı; yer­yü­zün­de onun da fer­ma­nı okun­maz ol­du. İş­te bu iğ­re­ti sa­ra­yın âde­ti böy­le­dir. Orada fe­la­ke­te uğ­ra­ma­ma­ya ça­lış!

***

چنان دید گوینده یک شب به خواب

که یک جام می داشتی چون گلاب

 

دقیقی ز جایی پدید آمدی

بران جام می داستانها زدی

 

به فردوسی آواز دادی که می

مخور جز بر آیین کاوس کی

Şair Firdevsî bir gece rüyasında kendisini gördü; elinde gül renkli bir kadeh şarap vardı. Şair Dakikî, bir yerden çıkageldi ve onun elindeki şarap kadehine övgüler dizmeye başladı. Firdevsî’ye haykırarak şöyle diyordu: “Şarap içtiğinde her zaman Keykavûs töresince mutluluklarla iç! Çünkü sen dünya üzerinde öyle bir hükümdarı seçtin ki baht da, taht ve taç da, ordu da onunla övünürler. Ülkeler fatihi hükümdar Mahmud, herkese mutluluktan nasibini vermiştir.

Bugünden ta seksen beş yaşına kadar onun hazinesi eksilmesin, sıkıntıları artmasın! Ondan sonra da Çin’e ordu sevk edecek, bütün ulular onun yolunu açacaklar. Onun kimselere kızması, bağırması ve kaba konuşmasına gerek yok. Çünkü bütün hükümdarlar ülkelerini ve tahtlarını onun eline teslim ederler. Bu kitabın peşine çok koştun. Şimdi ne aradıysan artık hepsine ulaştın. Bu konuda ben de önceleri söz söyledim. Eğer onu da bulursan cimrilik yapma!

Bin beyit yazdım kalanına ömrüm yetmedi. Eğer o yazdıklarım hükümdarın makamına erişirse, ruhum da topraktan göklere erişir.” Şimdi ben onun söylediklerini yazıyorum. Ben diriyim, o ise artık toprak şimdi! [1]

***

چو این نامه‌ا فتاد در دست من

به ماه گراینده شد شست من

 

نگه کردم این نظم سست آمدم

بسی بیت ناتندرست آمدم

 

من این زان بگفتم که تا شهریار

بداند سخن گفتن نابکار

 

دو گوهر بد این با دو گوهر فروش

کنون شاه دارد به گفتار گوش

 

سخن چون بدین گونه بایدت گفت

مگو و مکن طبع با رنج جفت

 

چو بند روان بینی و رنج تن

به کانی که گوهر نیابی مکن

Bu mektup/Goştâspnâme elime ulaştığında, ağıma balıklar düştü, arzuma eriştim. Bu manzumeye baktım, ancak birçok dizesi biraz zayıf geldi bana; Hükümdar Mahmud boş söylenmiş sözleri de görsün diye yine de onun dizelerini burada aktardım.

Şimdi bunlar söze kulak veren hükümdara, iki mücevhercinin sattığı iki mücevherdi. O daha değerlisini seçer. Söz bu şekilde söylenmeliyse, o zaman sen tenini ve ruhunu sıkıntıya sokup da böyle şiir yazma! Ruhunda ve teninde böyle bir sıkıntıyı gördüğünde, mücevheri olmayan ya da mücevher elde edemeyeceğin madeni kazma! Su gibi akan bir yeteneğin yoksa o zaman bu hükümdarlar kitabına el uzatma! Çünkü aç kalmak, yenilecek yemeklerin bulunmadığı, ya da rahatsız edecek yemeklerin bulunduğu sofraları kurmaktan daha iyidir.

Hikâyelerle dolu bir kitap buldum; içindeki bilgiler İran hükümdarları ve kahramanlarını anlatıyordu. Mücevherlerle dolu bir kadeh gibiydi, ancak dağınıktı, hiç kimse onları uyumlu ve anlamlı bir şekilde bir ipe dizerek bir araya getiremezdi. İnsanların onu bir araya getirip derleme imkânı yoktu. Kimse de bu işin yapılacağını sanmıyordu. Üzerinden altı bin yıl geçmişti; İnsanın bu uzun zaman dilimini yürüyüp geçmişe gitmesi mümkün olsaydı, bunu görür ve anlardı. Kimsede o bilgileri bir araya toplayıp su akıcılığında sunmaya cesareti yoktu. Buna erişme isteğinde bulunan mutlu gönülleri meraklandırıyordu.

Bu görkemli işe el atan, bu eski kitabı su gibi akan bir dile aktaran değerli şair Dakikî’ye övgüler olsun. Bu işin çok çok az bir kısmını yapmış olsa da, eğlence ve savaş meclislerinin ancak binde birini aktarsa da, bana rehberlik eden de oydu, bu görkemli işi başlatan, hükümdarı tahta çıkartıp oturtan oydu. Büyüklerden saygı gören, bol bol hazineler alan da oydu; ancak kötü huyundan dolayı sıkıntılarla yüz yüze gelen de oydu. Hükümdarlara övgüler gönderen, bu konuda en yücede bulunan oydu; övgü konusunda söz söyleyenlerin en yeteneklisi ve tacı da oydu.

Ancak eskilerin yaptıklarını ve hikâyeleri akıcı bir şekilde aktarmada fazla yetenekli değildi, zayıftı. Ben bu kutlu kitabı bir şans olarak kabul ettim; uzun yıllar onu şiire aktarmak için çok sıkıntı çektim. Ancak hükümdar tahtlarında cömert, üstün kişilikli güneş gibi aydınlık saçan birini göremedim; Şahname’yi sunacağım bir hükümdar bulamadım. Bu sözü gönlümde saklamam da kolay değildi, ancak susmaktan başka çarem de yoktu! Baştanbaşa ağaçlarla dolu, bahtlıların, kutlu insanların oturup kalktığı güzel bir bahçe gördüm.

Ancak hiçbir tarafında bir kapısını göremedim; sadece üzerinde bir “şah” adı vardı. O bahçeye yaraşan bir şekilde oradan geçmeliydim; eğer yolları dar ise geçmeye yaraşır göremezdim. Bekleyip göreyim, bu hazineye yaraşan kimdir diye yirmi yıl bu sözlerimi, bu Şahname’yi kimseye göstermedim, saklı tuttum.

O dünya hükümdarı, o hükümdarların adını yenileyen, parlatan Ebu’l­Kâsım, Ay’ın ve bütün gezegenlerin huzurunda secdelere kapandığı dünya hükümdarı Sultan Mahmud, gücü ve cömertliğiyle geldi ve adalet tahtına oturdu; taht onun gibi bir hükümdarı asla görmemiştir. Sultan’ın adı da böylece bu biricik kitabımın tacı oldu; onun gücüyle üzüntüden kapkaranlık gönlüm, fildişi gibi aydınlıklarla doldu. Bağışlamada, bilgide güç ve sanatta onu geçip de liderlik tacını giyecek ünlü biri asla yoktu. Adalet ve iyilik konusunda eski hükümdarlardan da çok çok ilerilerdeydi. Hayatının bir anını bile kötülükle geçirmemişti. Ona göre dinar ile toprak birbirlerinden farksız şeylerdi; ne savaşta ne de eğlencede hiç kimseden, hiçbir şeyden asla korkusu yoktu. Eğlence meclisinde altını, savaş meydanlarında da kılıcını gerektiğinde esirgemezdi. [2]

کنون زین سپس هفتخوان آورم

سخنهای نغز و جوان آورم

 

اگر بخت یکباره یاری کند

برو طبع من کامگاری کند

 

بگویم به تأیید محمود شاه

بدان فر و آن خسروانی کلاه

 

که شاه جهان جاودان زنده باد

بزرگان گیتی ورا بنده باد

 

چو خورشید بر چرخ بنمود چهر

بیاراست روی زمین را به مهر

 

به برج حمل تاج بر سر نهاد

از او خاور و باختر گشت شاد

Şimdi bundan sonra yeni ve mutluluk verici sözler söyleyeceğim. Savaşlarla, saldırılar, derin düşünceler ve kesin niyetler; intikam, adalet savaş ve eğlence meclisleriyle dopdolu sözler söyleyeceğim.

Eğer şansım bir kez daha yardımcı olur da, bu ince ve zor işin üstesinden gelmeme destek olursa, Hükümdar Mahmud’un destekleriyle, onun gücü ve hükümdarlık tacının yardımıyla bu hikâyeyi anlatacağım. ­Dünya hükümdarı sonsuza kadar yaşasın! Dünyanın uluları onun kapısında köle olsun!­ Her tarafı aydınlatan güneş ışık saçan yüzünü gösterip de, yeryüzünü sevgiyle süsleyince, koç burcundayken sultan taç giydi, doğu da batı da onun hükümdar oluşuyla mutluluklara boğuldu.

Dağlar, sanki gökler gürlermişçesine kükreyiş sesleriyle, ırmaklar nergis ve lalelerle doldu. Nergis, lale, sümbül ve narçiçeği sevgililerini büyüleriyle, güzellikleri ve korkutmalarıyla kendinden geçirmeleriyle sarsmakta, bulut bir tutkun âşık gibi gönlü ateşle, gözleri yaşlarla dolu; şarkıcı gibi inleyen nağmeler şakıyor. Şimşek ateşi göklerde sönüp dindiğinde, yağmur yağmaya ve gök gürültüsü uykudaki başları uyandırmaya başlıyor. Sen de uyandığında dünyayı bir gör bak; Çinli Mani’nin alımlı ipekler üzerine çizdiği harika tablolar gibi.

Dünya güneşin ışınlarıyla aydınlanınca; bulut nergis ve lalenin yanaklarını sulu görünce, gülümseyerek şöyle der: Ey büyücü göz! Ben senin aşkından ağlıyorum; sıkıntımdan ve öfkemden değil! Gökler ağlamadıkça yerler gülemez; göklerin elleri bu hükümdarın elleri gibi asla cömert olamaz. Göklerin yağmuru sadece ilkbaharda yağar; hükümdarların ilgi ve destekleri öyle değil, her zaman. Hükümdarın eli her zaman tıpkı koç burcundaki tacını yücelten güneş gibidir.

Onun için hazine ile kuru toprağın, deniz suyuyla altın ya da miskin bir farkı yok. Onun aydınlığı, cömertliği yoksullara da, başları göklere erişen hükümdarlara da ulaşır. Hükümdar Ebu’l-Kâsım’ın eli de iyi kötü herkese her zaman açık her zaman bol bol bağışlar. Elindekini dağıtmaktan hiç geri durmaz; savaş gününde de asla geri durmaz, çekilmez. Savaşılması gerekiyorsa hemen savaşa hazırlanır koşar; hükümdarların başlarını kementlere, bağlara vurur.

Evrenin hükümdarı, yeryüzü hükümdarı Mahmud olsun! Onun bahşişleri ve adaleti sonsuza dek var olsun! Kendisine boyun eğen herkese hazinesini bağışlar, hiçbir şeyi esirgemez! Şimdi bak bakalım yaşlı bilge neler anlatacak; söylediklerini can kulağıyla dinle. [3]

İsfendiyar babasına: “Bu eğlence meclisinde bu topluluk karşısında bunu benden isteme sakın!” dedi. “Yarın her şeyi sana anlatacağım, sarhoş olmadığın zaman bütün bunları dinle, ey hükümdar! Yarın o eski sözleri yeniden söyleyelim, açalım ağzımızı ve uzun uzun konuşalım. Yarın bu sözleri uyanık iken dinlersen, o zaman adaletli yaratıcının her şeyin üstündeki gücüne inanırsın!” Sarhoş olup kendinden geçen her konuk bir ay yüzlüyle el ele tutuşarak çıkıp gitti.

Bütün evrenin sahibi Tanrı’nın adıyla şimdi oku. O iyiye de kötüye de güç ve üstünlük verdi, o güneşin ve parıldayan ayın sahibidir. Beni başarıya eriştiren de odur! Eğer zaferlere erişmiş Hükümdar Mahmud, Firdevsî’nin şiirini beğenirse, arzuma erişmiş ve feleklerin ötesinde at koşturmuş olurum.[4]

***

بماناد تا جاودان بهمنم

چو گم شد سرافراز رویین تنم

 

سرآمد همه کار اسفندیار

که جاوید بادا سر شهریار

 

همیشه دل از رنج پرداخته

زمانه به فرمان او ساخته

 

دلش باد شادان و تاجش بلند

به گردن بداندیش او را کمند

O başı yücelerde olan yiğidim tunç tenli İsfendiyar yok olup gitti, bari Behmen sonsuzlara kadar var olsun!” İsfendiyar’ın artık bu evrende bütün işi bitti. Şehriyar Mahmud’un başı sağ olsun, o sonsuzlara dek var olsun! Gönlünde hiçbir zaman sıkıntılar olmasın! Zaman hep onun emirlerini yerine getirsin, o ne emre­ derse gökler onu yapsın! Gönlü mutluluklarla dolu, tacı her zaman yücelerde, hakkında kötü düşünenlerin boyunlarına kementler dolansın! [5]

İsfendiyar hikâyesini doğru sözlülerin dilinden sonuna kadar anlattıktan sonra şimdi diğer hikâyeleri de bu eski kitaptan, Şahnâmeyi Ebu Mansurî’den ayrıntılarıyla anlatacağız. Azad Serv[6] adında yaşlı bir ulu kişi vardı; Ahmed­iSehl[7] ile birlikte Merv şehrinde yaşıyorlardı. Gönlü bilgiyle dolu, kafası söylenecek değerli sözlerle, dilinde ise eski ulularla ve ululuklarla ilgili hikâyeler vardı. Eski İran hükümdarlarının hayatlarını ve yap­ tıklarını anlatan kitaplarda Ahmed­iSehl’in elindeydi. Pehlivan yapılı iri ve güçlü tenliydi. Soyu, Neriman oğlu Sam’a kadar uzanırdı. Rüstem’le, onun kahramanlıkları ve savaşlarıyla ilgili çok şey bilirdi.

Şimdi ondan aldıklarım ve öğrendiklerimi size anlatacağım; sözleri art arda dizip, akıcı, uyumlu ve çekici bir dilde hazırladığım sözleri aktaracağım. Eğer bu geçici, bu birkaç günlük dünyada kalabilirsem, canım ve aklım da bana yoldaşlık ve kılavuzluk yaparlarsa, bu eski kitabı başa erdirir, dünya hükümdarı Ebu’l­KâsımMahmud, o tacın ve tahtın aydınlık ve güç kaynağı ulu kahraman adına bu kitabı bitirir ve dünyaya bu değerli bilgilere yer veren eseri bir yadigâr olarak bırakırım. İran’ın da, Turan’ın da, Hint’in de tek egemen hükümdarı; onun gücünden dünya Rum ipeğine dönüşüvermişti.

 

Öylesine cömertlikle hazinelerini dağıtıyor, aynı zamanda yine aynı cömertlikle bilgeliğiyle adıyla sanıyla ve ünüyle sanki hazineler ekiyor. O öylesine ulu, ünlü ve yüce bir kişi ki uzun yıllar geçer gider de akıllı kişiler yine onun üstünlüklerini anlatır dururlar. Onun savaş meydanında yiğitliği, bağışlaması, eğlence meclislerinde yaptıkları, ne denli yetenekli avcı olduğu, adaleti bütün dünyada dillere destandır. Ne mutlu onun hükümdarlığı döneminde yaşayanlara, onun tacı­ nı, onun sarayını ve ordularını görenlere! Şimdi benim artık dizlerim tutmuyor, kulaklarım da iyi işitmiyor; yaşlılık, güçsüzlük, yoksulluk, çaresizlik sıkıntılarıyla kıvranıp duruyorum.

Kara bahtım, ilerleyen yaşım elimi ayağımı bağlayıverdi; bu bahtsızlığımdan, bu güçsüzlük ve yaşlılığın zorluklarından inleyip duruyorum. Gece gündüz demeden o yeryüzü hükümdarı ulu Mahmud’u övüyor, ona hayır duaları yapıyorum. Kötüler, kötü düşünceliler, mayasızlar ve yanlış inanışlara sapanlar dışında bütün halk da benimle aynı inançta ve aynı düşüncede. Şöyle ki: O ulu hükümdar ululuk tahtına oturduğu günden beri kin, nefret ve kötülük kapılarını kapatmış, savaş ve bozgunculuk ortadan kalkmıştır. Kendisini başkalarından üstün göreni, bu kişi bir hükümdar ve halk önderi de olsa, yerlere serer ve hayatını karartır.

Akıllı olan kişileri de, kendisine uygun görülen ve verilene kanaat edeni ve kurallara uyan ve sınırları aşmayanı da bağışlar ve sevgiyle okşar. Ben şimdi bu yazdığım eski hükümdarlar kitabıyla, bu ulular, savaşçılar ve kahramanlar kitabıyla bütün dünyaya bir yadigâr bırakacağım, bu kitap insanlık var oldukça var olacak ve asla ortadan kaybolmayacak. Bu kitap; eğlenceler, eğlence meclislerinin tasvirleri, savaşlar, savaş meydanları, akıl, söz, bilgi, bilgelik, din ve inanışlar, kötülüklerden sakınma, eski zamanlarda yaşananlar, öteki dünyada insanlara kılavuzluk edecek sözler, öğütlerle dopdoludur. Ola ki benim bu yazdıklarımda anlatılan eksik, o ulu ve ünlü kişilerin beğendikleri ve yaptıkları, bugün yaşayanlarca da beğenilir, örnek alınır. Bu kitap o üstün ve ulu kişilerden ona bir hatıra olarak kalır, hayatı boyunca yanında bulunduracağı zevkle okuyacağı bir eser olur. Ben bu büyük hatıramla işte tam da bu günlerde Şehriyar Mahmud’un bana dinarlar vermesini bekliyor ve umuyorum. Bu dinarlar ölümümden sonra bir hatıra, ünlü savaşçıların hükümdarı ile aramızdaki dostluğun sultanın hazinesinden bir göstergesi kalsın istiyorum. Şimdi ben Merv’de yaşayan Sehl­iMahân’ı da bilgileriyle aydınlatan o ünlü Azad Serv’in aktardığı sözlere geri dönüyorum. [8]

KAYNAKÇA

Firdevsî, Şâhnâme(çev. Necati Lugal-Nimet Yıldırım), İstanbul 2017.

Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme-yiEdeb-i Fârsî, Tahran 1375 hş., I.-X.

https://ganjoor.net/ferdousi/shahname/aghaz

Nöldeke, Th.,Hemâse-yi Millî-yiÎrân (çev. Bozorg-i Alevî), Tahran 2537 şş.

Rezmcû, Huseyn, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsi-yiÎrân, Tahran 1381 hş.

Safâ, Zebîhullâh, Tâ­rîh-iEde­biy­yât Der Îrân, Tahran 1376 hş.

Şemîsâ, Sîrûs, Sebkşinâsî-yiŞi’r, Tahran 1374hş.

 

 

[1]Firdevsî, Şahnâme, Goğtasp’ın Hükümdarlığı/Bölüm: 1 “Be HâbDîden-i FirdevsîDakîkîrâ”, Beyitler: 1-13.

 

[2]Firdevsî, Şahnâme, Bölüm: 26 “Pâdşâhî-yiGoştâsp”, Beyitler: 1-33.

 

[3]Firdevsî, Şahnâme, “Dâstân-i Heft Hân-i İsfendiyâr”, Bölüm: 1, Beyitler: 1-24.

[4]Firdevsî, Şahnâme, “Dâstân-i Heft Hân-i İsfendiyâr”, Bölüm: 15, Beyitler: 51-58.

 

[5]Firdevsî, Şahnâme, “Dâstân-i Rüstem ve İsfendiyâr”, Bölüm: 31, Beyitler: 61-64.

 

[6] Azad Serv: İran kahramanlıklık anlatılarını ilk derleyin kişi, Firdevsî›nin kedisinden alıntılar yaptığı ravi.

[7]Ahmed-i Sehl: İran kahramanlık anlatıları, rivayetleri yazan kişi olan Azad Serv’in destekçisi ünlü bir kişilik.

 

[8]Firdevsî, Şahnâme, “Dâstân-i Rüstem ve Şeğâd”, Bölüm: 1, Beyitler: 1-30.

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.