Bayezid-i Bestami (Ö. 848)
Prof.Dr. Nimet Yıldırım
Sufî dünyanın merkezi Horasan yöresinde zühdü gerçek tasavvufla yücelten kişinin “Sultânu’l-ârifîn: Âriflerin Sultanı” Bayezîd-i Bestamî olduğu bilinir. Bestamlı Bayezîd IX. yüzyılın en ünlü sufîleri arasında yer alır. Önceleri Zerdüşti olan babası sonralarda İslâmiyet’i kabul etmiş, ardından oturdukları Zerdüşt din adamları mûbedler mahallesinden Müslüman mahallesine taşınmışlardır. Bayezîd’in hayatıyla ilgili bilgiler daha çok efsanelerle karışıktır.[1] Bayezîd’in 777 yılında dünyaya gelmiş olduğu gerçeğe en yakın bilgidir. Doğup büyüdüğü şehirde hayata veda etmiş olan Bayezâd’in mezarı da oradadır. Mezarı önemli ziyaret mekânlarından biridir. [2]
Hayatıyla ilgili temel bilgiler ve ayrıntılar daha çok kendi halifelerinden biri olan ve Bayezîd ile ilgili rivayetleri daha çok bizzat yakınları ve akrabalarından aktaran Muhammed b. Ali-yi Sehlegî’nin (ö. 1084) En-Nûr min Kelimât-i Ebî Tayfûr adlı eserinde yer alır.
Hem önceki çağlarda yaşamış olması ve hem de tasavvuf konulu dinsel alanda ruhsal cesareti ve tecrübeleri gerekçesiyle Bayezîd sufî dünyada özgün, alabildiğine yüce bir makam edinmiştir. Yaşadığı çağın büyük bilgeleri ve ulu şeyhleri Zünnûn-i Mısrî (ö. 859), Sehl-i Tüsterî (ö. 896), Yahya b. Muâz-i Razî (ö. 872) gibi büyük sufîler onun bu yüce makamını biliyorlardı. Cüneyd-i Bağdadî, Ebubekr-i Şiblî, Ebu’l-Hasan-i Harakanî, Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr, Muhammed-i Gazzalî, Aynü’l-Kuzât, Feridüddîn Attâr, Şems-i Tebrizî ve Mevlana… bütün bu ulu bilgeler onun âşığı ve tutkunu idiler. Bütün tasavvuf konulu metinlerde onun adı saygıyla ve ululukla anılır. Bazı şathiyeleri genellikle dinsel esasların dış görünüş anlamıyla örtüşmese de mezarı tarih boyunca mana ve edeb ehlinin, hal ehlinin ziyaret yerlerinden biri olmuştur. [3]
Sufî yazarların önemli bir kısmı Bayezîd’i “Ehl-i Fenâ” olarak nitelerler. O, sufî dünyada “fenâ”ya[4] sufî dünyasındaki anlamıyla ilk olarak açıktan sözlerinde ve eserlerinde yer veren kişi olarak bilinir. Onun anlayışına göre fenâ: “kulun niteliklerinin Tanrı’nın nitelikleri karşısında yok olması ve yok sayılması; kulun istek ve arzularının, Tanrı’nın iradesi karşısında sönüp yok olması” demektir. Bu da sâlikin[5], müridin bütün bağlarından ve varlığından sıyrılıp kurtularak kutsal makama yönelmesi ve Tanrı’ya bağlanmasıyla gerçekleşir. Bayezîd bunu “Irmağın denize kavuşması” şeklinde örneklendirir. Kendisinden örnek vererek: “Bayezîd olmaktan sıyrıldım çıktım. Sonra kendime baktım. Ben yoktum artık her şey O’ydu” der.
Bestam, Şahrud yakınlarında, Kal’a-yi Nov: Yeni Kale diye bilinen bölgededir. O zamanlar Horasan’ın Irak[6] tarafından gelirken ilk şehri olarak kabul ediliyordu. Yapıları oldukça sade ve yoksul bir halk şehri görünümü verse de meyve bahçeleri ve bostanları, güzel köyleri ve son derece özenle yapılmış mescidiyle dikkat çekmekteydi.[7] Bir efsanevî anlatıma göre Bestam şehrinde yaşayan hiç kimse âşık olmazmış. Olur da aşkın pençesine takılmış biri bu şehre uğrarsa, suyundan içtiğinde gönlünde aşk diye bir şey kalmazmış.[8]
Bu halk inanışının yaygın oluşu şehirde yaygın inanışa göre Bestam’ın en büyük şeyhinin, Bayezîd-i Bestamî’nin sadece tek bir aşkın esiri, “hak âşığı” olduğu düşüncesini de insanın aklına getirmiyor değil. Bayezîd’in söz konusu aşkı da kendi ifadesiyle daha çok vuslat rengi taşıyan bir aşktı. Sehlegî’nin aktarımlarına göre Bayezîd, üç yüz on üç hocadan ders almış, en son olarak da İmam Câfer-i Sâdık’ın (ö. 765) öğrencisi olmuştur.[9] İmam Cafer’in meclisinde iki yıl boyunca sakalık[10] yapmış ve orada “Tayfûru’s-sakâ” diye anılmıştır. Daha sonra imam ona; vatanına dönerek insanları Allah’ın dinine çağırması konusunda izin vermiş ve özel olarak görevlendirmiştir. Bayezîd, imamın yanından memleketine döndüğünde son derece sufî ve kötülüklerden sakınan bir kadın olan annesi henüz hayattaydı.[11]
Bayezîd’ten günümüze gelmiş herhangi bir eseri bulunmamaktadır. Ancak sözlerini, hallerini ve bazı şiirlerini müritleri kendisinden aktarmışlardır. Sehlegî’nin de belirttiği gibi onun sözlerini aktaranlar iki kişidir. Bunlardan birisi Bayezîd’in kardeşinin oğlu ve hizmetçisi Ebû Musâ Hâdim diye bilinen İsâ b. Âdem (Ebû Musâ Ekber), diğeri de Bayezîd’in müritlerinden Ebû Musâ-yi Sanî diye bilinen Ebû Musâ’dır. Bayezîd’in mirası bu iki kişi tarafından sonraki kuşaklara aktarılmıştır. [12]
Bayezîd’in halleri, menkıbeleri ve sözlerine yer veren iki önemli ve temel kaynak vardır: bunlardan birisi Muhammed b. Ali-yi Sehlegî’nin kaleme almış olduğu En-Nûr min Kelimât-i Ebî Tayfûr adlı eseri; diğeri de Ahmed b. Hüseyn b. Harakanî’nin Destûru’l cumhur Fî Menâkıb-i Sultânü’l-Ârifîn İbn Yezîd Tayfûr adlı eserdir. [13]
Bayezîd’in, Bestam şehrinde bir mescidi ve bir hangâhı vardı. Çevre yerleşim bölgelerinden gelen müritleri arasında şeyhin en çok ilgi gösterdiği ve farklı davrandığı müridi Ebû Musâ idi. Şeyh onun hakkında şöyle demektedir: “Kalb Ebû Musâ’nın kalbi gibi olmalıdır.”[14] Bayezîd başka hiç kimseye açmadığı özel hayatı ve kendisiyle ilgili birtakım konuları sadece söz konusu yeğenine anlatırdı. Ölümünden önce: “Bayezîd’in bana söylemiş olduğu dört yüz cümleyi beraberimde mezara götürüyorum. Onları söylemeye yaraşır hiç kimse bulamadım” dediği de yine rivayetler arasında yer almaktadır. [15]
Gerçekte Bayezîd’in ilim öğrenmekle uğraştığı konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Bayezîd’in sözlerinden bir diğer rivayette de; onun yüce yaratıcının kendisini ilk zamanlarda uzun bir süre bilgelerin kapılarında bilim âşıklarıyla birlikte bulundurduğunu söylediği aktarılır.[16]
Bu rivayetten onun, uzun yıllar bilim peşinde koştuğu ve hayatının uzun bir dönemini bilim uğrunda harcadığı anlamına gelip gelmediği konusunda kesin bir yargıya varma imkânı yoktur. Her halükarda Bayezîd’in bu sözünün ardından gelen cümleleri şathiye türü sözlerdir ve bunların kabul edilmesini zorlaştırmaktadır. Buna ek olarak onun akrabaları ve yakınları arasında ümmî olarak bilindiği söylentisini de yıllarca hayatını bilgi ve öğretimle geçirmesi geçersiz kılmaktadır. Bütün bunlar bir yana şeyhin yaşadığı çağlarda bir bilgin olarak değil, çok ünlü bir zâhit olarak bilinmekte olduğu apaçıktır. Onun bu haldeyken böylesine aşırı bir saygı görmesi ve kitleler tarafından yoğun ilgi ve saygıyla karşılanması bilginler kesimini onun aleyhine kışkırtıyordu. Bestam fakihlerinin onu yedi kez şehrinden sürgün ettikleri söylenmektedir.[17]
Bütün bu sevimliliği ve saygınlığına karşın Bayezîd hayatının çoğunu geçirdiği, doğup büyüdüğü yurdunu birkaç kez terk edip uzaklarda yaşamak zorunda kalmadı değil. Sehlegî’nin rivayetlerinde onun birkaç bölgeye seyahatlerde bulunduğundan söz edilir. Bunlar arasında Belh, Bağdat ve Mekke Bayezîd’in gezdiği ve belli sürelerle kaldığı şehirlerdi. Ancak bütün bu seyahatlerinde her zaman efsanelerle iç içe oluşu bu konudaki netlikleri bilinmezlerle kuşatmaktadır. Birisi kendisine: “Müritler, seyahatten ve talepten geri durmazlar” dediğinde Bayezîd şöyle cevap verirdi: “Benim yârim seyahatte değil, burada yaşıyor, ben de onunla birlikte yaşıyorum, seyahatlerde değilim.”[18]
Bayezîd’e göre ârifin hedefi, dünya ehli bilginleri, zahitleri ve sufîleri Hak’tan uzaklaştıran bütün bu perdeler ve engellerden kurtuluşa ermektir. Onun bütün şathiyeleri de bu mistik tecrübeleriyle hakka erişme yolundaki ruhsal çabaları ve aşkını dile getirmektedir. Çağdaşı bazı şeyhlerin tersine Bayezîd’in tasavvuftaki temel yolu daha çok nefsini gözetim altında tutmaktı. Halkı irşat etmeye ya da onlarla sıkı ilişkilere girmeye fazla ilgi duymazdı. Bundan da öte onun halkı kendisinden uzaklaştırmak için gösterdiği çaba ve bu konuda ısrarlı oluşu bir bakıma Melamiler tarikatı rengini de andırmaktadır. Belki de Melami tarikatı Horasan şeyhlerinden bazıları onunla ilişkiler kurmuş da olabilir. Sehlegî’nin eserindeki bir rivayete göre; şeyh bir şehre gittiğinde çok sayıda insan, yoğun kalabalıklar onun arkasına takılır, yola koyulur giderlerdi.[19]
Şeyh’in, kendisinin ruhuyla göklere yükseldiğinden söz eden miracından söz etmesi esnasında söylediği: “Bir kuş oldum; o kuşun teni vahdaniyet, kanatları bekâdandı. Uçtum, vahdet ağacına eriştim. Ancak sonunda bunların tamamının sadece bir aldatmaca olduğunu gördüm ve anladım” sözleri de yine Hint düşünceleri ve inançlarını çağrıştırmaktadır. Bu bağlamda Gita mecmuasından bir pasaj; oradaki incir ağacıyla ebedîlik arasında geçen bir konuşma aktarılır. Nitekim aldatmacanın da Hintlilerin “maya: aldatma, fiziki evren” sözcükleriyle eş anlamlı olduğunu belirtir. Ancak bu da göründüğü kadarıyla sadece bir benzeşmeden öteye geçmez. Vahdet ve uluhiyyet konusunda ağaç simgesi Müslümanlarca da kullanılan ve Kur’ân kökenli olduğu kabul edilen bir simgedir. Gerçekte “Tur ve Musa” hikâyesiyle bağlantılı bir ögedir.
Bayezîd’in Allah’ın dışındaki bütün varlıkları bir hiç görerek “Heme ûst: Her şey O’dur” demesi, “vahdet-i vücûd”a değil “vahdet-i şühûd”a işarettir. Çünkü Bayezîd’in yaşadığı dönemde vahdet-i vücûd İslâm âleminde fazla bilinmiyordu. Bununla birlikte daha sonra İbn Arabî (ö. 1240) başta olmak üzere vahdet-i vücutçu sufîler Bayezîd’i bu inanca sahip bir sufî olarak tanıtmışlardır. [20]
Allah’a karşı duyduğu sevgi ve özlemin sürekli ve şiddetli tesiri altında bulunan Bayezîd cehennemden korkmadığını, cennete pek değer vermediğini, namazı ayakta durmak, orucu aç kalmaktan ibaret saydığını, sahip olduğu her şeye sırf Allah’ın lütfuyla sahip olduğunu söylemesiyle, İslâm’da önem verilen bazı hususları hafife alması şeklinde yorumlanarak tenkit edilmiştir. Bununla birlikte Bayezîd bir aşk sufîsidir. Yaşadığı aşk halini, “Aşkın yağdığı bir sahraya açıldım; zemini ıslanmış; burada ayak, kara batar gibi aşka batmaktadır” sözleriyle ifade ederek bir bakıma taşkın söz ve davranışlarının ıslak zeminli aşk sahasındaki ayak kaymaları olduğunu anlatmak istemiştir.
Bayezîd’in Türbesi Bestam’da süs ve ihtişamdan uzak bir haldedir. Gazan Han’ın (eg. 1295-1304) kabri üzerine bir türbe yaptırmak istediği, ancak rüyasına giren Bayezîd’in kendisini bundan vazgeçirdiği rivayet edilir. Daha sonra Olcaytu Han (eg. 1304-1316) tarafından yaptırılan türbe tarih boyunca pek çok sultan ve devlet adamıyla, Hücvirî, Nâsır Husrev ve Yakût Hamevî, İbn Battuta gibi büyük bilgeler ve sufîler tarafından da ziyaret edilmiştir. Mezarının yanı başında kendi adıyla anılan bir mescid yaptırılmış, mescid Gazan Han ve Olcaytu Han zamanlarında onarılmıştır. [21]
Bayezîd’in birçok kaynakta aktarılan özlü sözleri dillere destan olarak bilinir:
“Kul için en iyi olan şey hiçbir şeyinin olmamasıdır.”
“Sevgi, asla kendini görmemen, bir tek sevdiğini görmendir.”
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”
“Kişiye gafletin yaptığını cehennem ateşi yapmaz.” [22]
***
A aşk! Ârifleri, ârif olmayanları öldüren sensin
İyi adlılığı yok eden senin sevdan, sensin
Dergâhından çıkardı Bayezîd-i Bestamî’yi
Kırmızı şarap renkli dudağının zevki senin
***
Var mı bir gönlü yanık? Yoldaş yapayım onu ben
Var mı bir tutkun âşık? Sırdaş yapayım onu ben
Sonra oturalım baş başa göz göze ikimiz
O yasını tutsun, karşısında yasımı tutayım ben
***
Allah’a yakınlaşmak istiyorsan gönül al sen
Açıkta gizlide insanların güzelliklerini söyle sen
Aydınlık sabah gibi doğru sözlü olmak istiyorsan
Güneş gibi herkese iyilik yap cömert ol sen [23]
KAYNAKÇA
Attâr, Ferîduddîn, Tezkiretu’l-evliyâ (yay. R. Nicholson), 1905.
Dânişnâme-yi Zebân Ve Edeb-İ Fârsî/DZEF (ed. İsmaîl-i Saâdet) Tahran 2005-2009, I-III.
Dihhudâ, Ali Ekber, Luğatnâme, “Ebû Yezîd”, III, 938.
Enverî, Hasan, Ferheng-i A’lâm-i Sohen, Tahran 1387 hş.
Enverî, Hasan, Ferheng-i Bozorg-i Sohen, Tahran 1381 hş.
Enverî, Hasan, Ferheng-i Şâirân ve Nivîsendegân-i Sohen, Tahran 1387 hş.
Ethé, Hermann, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî (çev. Rızâzâde-yi Şafak), Tahran 2536 şş.
Gerhard Böwerıng, “Bestāmī, Bāyazīd”, Encyclopædia Iranica/EİR, https://www.iranicaonline.org.
Halebî, Ali Asğar, Şınâht-i Îrfân ve Ârifân-i Îrânî, Tahran 1384 hş.
Hayyâmpûr, Abdurresûl, Ferheng-i Sohenverân, Tahran 1340 hş.
Hidâyet Rızâ Kulî Hân, Mecma‘u’l-fusahâ (yay. Mezâhir-i Musaffâ) Tahran 1340 hş.
Hücvirî, Alî b. Osmân b. Ebu Alî, Keşfü’l-Mahcûb, Tahran 1327.
İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-aʿyân, (yay. Muhammed en-Neccâr) Kahire 1299.
Kedkenî, Muhammed Rızâ Şefîî, Defter-i Rûşenâyî, Tahran 1385 hş.
Makdisî, Muhammed b. Tâhir, Ahsenü’t-tekâsîm, Leiden 1906.
Muhammed b. Ali es-Sehlegî, en-Nûr min Kelimâti Ebi’t-Tayfûr (yay. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1949.
Razî, Emîn Ahmed, Heft İklîm, Tahran 1389 hş., I-III.
Uludağ, Süleyman, “Bâyezîd-i Bistâmî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi/DİA, V, 239.
Yakût el-Hamevî, Mu’cemü’l-buldân, Beyrut 1955.
Zerrînkûb, Abdulhuseyn, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, Tahran 1357 hş.
[1] Halebî, Ali Asğar, Şınâht-i Îrfân ve Ârifân-i Îrânî, Tahran 1384 hş., s. 228-229; Kedkenî, Muhammed Rızâ Şefîî, Defter-i Rûşenâyî, Tahran 1385 hş., s. 33; Ethé, Hermann, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî (çev. Rızâzâde-yi Şafak), Tahran 2536 şş., 131; Gerhard Böwering, “Bestāmī, Bāyazīd”, Encyclopædia Iranica/EİR, https://www.iranicaonline.org.
[2] Kedkenî, Defter-i Rûşenâyî, s. 33; Dihhudâ, Luğatnâme, “Ebû Yezîd”, III, 938; Sultanzâde, Şehnâz, “Bayezîd-i Bestamî”, Dânişnâme-yi Zebân Ve Edeb-i Fârsî/DZEF (ed. İsmaîl-i Saâdet) Tahran 2005-2009, I, 698.
[3] Kedkenî, Defter-i Rûşenâyî, s. 35-36.
[4] Fenâ: “Kulun kendisini yok sayıp gerçek kul olma noktasına ulaşması anlamında bir tasavvuf terimi.”
[5] Sâlik: “Müridin bir mürşidin gözetiminde yaptığı mânevi yolculuk anlamında tasavvuf terimi.
[6] İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-aʿyân (yay. Muhammed en-Neccâr) Kahire 1299, II, 213.
[7] Makdisî, Muhammed b. Tâhir, Ahsenü’t-tekâsîm, Leiden 1906, s. 356.
[8] Yakût el-Hamevî, Mu’cemü’l-buldân, Beyrut 1955, I, 421; Zerrînkûb, Abdulhuseyn, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, Tahran 1357 hş., s. 36.
[9] Hidâyet, Rızâ Kulî Hân, Mecma‘u’l-fusahâ (yay. Mezâhir-i Musaffâ) Tahran 1340 hş., I, 245; Muhammed b. Ali es-Sehlegî, en-Nûr min Kelimâti Ebi’t-Tayfûr (yay. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1949, s. 47; Attâr, Ferîduddîn, Tezkiretu’l-evliyâ (yay. R. Nicholson) , I, 136; Razî, Emîn Ahmed, Heft İklîm, Tahran 1389 hş., II, 878.
[10] Saka: “Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse; sucu.”
[11] Hidâyet, Mecmau’l-Fusahâ, I, 245. Sehlegî, En-Nûr, 47; Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 35; Halebî, Ali Asğar, Şınâht-i Îrfân ve Ârifân-i Îrânî, s. 230-231; Kedkenî, Defter-i Rûşenâyî, s. 38
[12] Sultanzâde, Şehnâz, “Bayezîd-i Bestamî”, DZEF, I, 699.
[13] Sultanzâde, Şehnâz, “Bayezîd-i Bestamî”, DZEF, I, 699.
[14] En-Nûr adlı eseri yayınlayan Abdurrahman bedevî, şeyhin bu sözünü şiir sanarak yanlış bir yorum yapmıştır.
[15] Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 37; Gerhard Böwering, “Bestāmī, Bāyazīd”.
[16] Sehlegî, En-Nûr, s. 126; Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 38.
[17] Sehlegî, En-Nûr, s. 48; Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 38.
[18] Sehlegî, En-Nûr, s. 124; Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 39.
[19] Sehlegî, En-Nûr , s. 122.
[20] Uludağ, Süleyman, “Bâyezîd-i Bistâmî”, DİA, V, 240.
[21] Halebî, Şınâht-i Îrfân ve Ârifân-i Îrânî, s. 235; Sultanzâde, Şehnâz, “Bayezîd-i Bestâmî”, DZEF, I, 698.
[22] Razî, Heft İklîm, II, 878.
[23] Razî, Heft İklîm, II, 879.
Yeni yorum ekle