Eleştirel Düşünme Sanatı
Ümit Yaşar Gözüm
Sanatçının seçimleri, düşünce seçimleri midir?
Sanat için söylenmiş, yazılmış her metnin ve konuşmanın ‘anlam’ı güçlendiren kodları olmalıdır. Aksi durumda herkes okuduğunu ve dinlediğini, kendi algısının sınırlarına hapseder. Halbuki; sanat bireysel algı ve kişisel yargıların üstünde bir gezegendir!
Sanatın gölgesi vurdukça düşünceye, aklın gücü gök kubbeyi aydınlatan güneş olur! Toplumun bütün cephelerine, sanatın özgün düşünme yetisini aşılayacağı, bir eğitim anlayışına ihtiyaç var. Sanki her kötülüğün kaynağı düşünce, her sapmanın kaynağı sanatmış gibi, sürekli tetikte bekliyor cehalet! Sanata uzak, estetik ahenkten yoksun bırakılan her akıl, bir zorbaya dönüşerek etkiliyor kitleyi.
Sanat bireyin ruhunu besleyen, insanlığın bütün çağlarını kucaklayan konuksever bir destandır! Öyle ki, sanatsız bir yaşamda her şey bir kalıp, her renk özünden koparılmış bir sıradanlıktır. İnsanı gerçekliğe kavuşturan, düşüncenin sınırsızlığını ahenkle keşfetmeyi sağlayan sanattır!
Sanatın, her hangi bir geçmişin yankısı değil, aksine kendine özgü bir geleceği müjdelediğini anlamak için, tanışık ve barışık olmalı yarattığı estetik ahenkle!
Metafizik anlam, oyunun iç kurucularından bağımsız mıdır sorusunun yanıtı: ‘İçerik ve biçim asla özden bağımsız değildir.’
Modernite melankoliyi sever; çünkü kendisinin bir eseri olduğunun farkındadır. Sanat suskun olmamaya yatkındır, aşk ise kendisini dışarıya sıkı sıkıya kapatır! Bir keder uçurumunun kıyısından alıp insanı, bir düş zirvesine taşır umutlarını! Roman kahramanlarının kurgusallığına benzemez, sanatın kurgusu. Birisi çoğunlukla gerçeğin çarpıtılmasına dayanır, diğeri düşün gerçekte biçimlenmesine!
Düşünen bireyi ‘sanatsal seçimler, düşünce seçimleri midir?’sorusuna yönelten, henüz kendini ikna edemediği bunlar arasındaki içkin bağın ne’liğidir! Kaygının subjektif bir yanı vardır, tıpkı fotoğraf gibi, foto-jurnalist dayatmalar üzerinde konumlandırır kendini! Sanat ile düşünce arasındaki içkin bağ estetiktir! Bu bağı kuran estetik algının, eleştirel aklın parçası olduğunu söyleyebiliriz!
Sezginin, akılla bağı, ancak imgenin bağı kadardır; bu da nesneyi anlaşılabilir kılmaktır. Sanat ile düşünce arasındaki bağı oluşturan estetik algının ortaya çıkardığı şey, eleştirel düşünme sayesinde aynı zamanda kesin bir yargıdır.
Biliyoruz ki, algı sadece duyulardan ibaret değildir: Zaman, hız, termal, form, derinlik, yükseklik, deneyim, içsel, kendi bedeninin algısı ve diğerleri tümü birer duyudur.
O halde gerçeğin imkansızlığını, sanatçının anlık olarak gerçekten kopuşuna bağlayabilir miyiz! Gerçek; evrenin sınırsızlığına öykünen puslu bir kavramdır! Onun için genel geçerliği herkesin akıl erdireceği sıradanlıkla açıklanamaz. Eleştirel aklın yüceliğini gösteren de sıradan algıyı aşan eleştirel düşünme sanatıdır.
Renk ve biçim gözün, ses ve ritim kulağın materyalidir. Onları bir dile evirmek, akıl yürütme ve karşılaştırma yapan aklın işidir. Ortaya çıkan eseri yorumlamak da eleştiri sanatının becerisidir. Her dilin, zekânın keşfettiği bir arka bahçesi vardır. Ki, kurgu ve mizahı orada barındırır!
Doğu sanatının gelenekten beslenen izleğinin aksine, batı sanatının Skolastik Çağa ihanet ederek üstün değer yaratmaya odaklanmasının ardında eleştiri kavramında, anlamın yüceliğini keşfetmesi yatar! Böylesi güçlü ve baskın algı insanlık tarihinde büyük evrilmelerden birisinin de kaynağı olmuştur.
Estetik, saf sezginin bilimi midir, sorusunu oluşturan gelişmeler, eleştirel düşünme sanatının sıradanlaşan algıyı aşan gücüyle ortaya çıkmıştır. Algı üzerinde yapılacak her manipülatif eylem, bir yanılgı demektir. Her algının bir uyaranı vardır ki, algılamakla yorumlamak arasındaki ilişki kadar güçlü bir yöntemi gerektirir. Sanat tarihinin düşünen akla öğrettiği gerçek; ‘körleşen algının ilacı, estetik dinamiklerdir.’
Üretmek için bazen aklın silkeleneceği bir boşluğa düşmesi gerekir!
Eleştirel düşünme sanatı kavramının kitlelerde uyandırdığı ilk izlenim; sokağın diline yerleşmiş olumsuz algısı ve yabancılığıdır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran düşünme, akıl yürütme ve olay karşısında değerlendirme yapma melekesidir. Eleştirel akıl düz mantığın bize dayattığı normların dışına çıkma isteğinin, kalıplardan taşmasıdır diyebiliriz ki; dolayısıyla ‘biçimdışı’dır.
Sıradan aklın, günlük sorgulamalarının sınırlarını aşmak, daha çok sanatçı aydının kullandığı üstün niteliktir. Eleştirel düşünme bireye; her hangi bir olay, durum, eylem vb. karşısında, akılcı ve yansız değerlendirme yapmasını önerir. Öyle ki, bu süreci izleyerek, doğru-yanlış, haklı-haksız-taraflı-tarafsız vb. davranış kalıplarının üstünde, kendimize ve dışımızdaki evrene karşı etik duruşumuzu denetleriz.
Eleştirel akıl, düşüncenin özgürleşmesini; her olgunun zıttı ile birlikte sorgulanmasında görür. Kitlelerin eleştirel düşünceyi, dedikodu-karalama-kötüleme-gibi algılaması, kavramın sokak dilindeki karşılığıdır. Sıradan aklın eleştiriye tahammülsüzlüğünün kaynağında yatan da bu algı yanılgısıdır.
Bu tür etik ve nesnel olmayan göndermeler, çoğunlukla sevgi ve sempati barındırmazlar. Birbirine kılıcını çekmiş cellat gibi, sürekli bir azar ve paylama barındırırlar içlerinde. Bir olguyu, kişiliği, olayı yargılamaktan empati kurmaya, anlamaya, sevmeye zaman bulamazlar. Bunlar eleştiri değil, önyargıların yarattığı hezeyanlardır.
Oysa eleştirel düşünce, felsefe tarihinin doğurtmacı filozofu üstat Sokrates’e uzanan süreçte ‘insan davranışlarına felsefe aracılığıyla rehberlik eden’ kavramsal kimliği geliştirilerek günümüze ulaşan, metodolojisi olan düşünce biçimidir.
Birileri eğer yanılgılarından, yanlışlarından aklı sorumlu tutup, yok sayıp aşağılıyorsa, kabahat kesinlikle akılda değildir. anlayışa sormamız gereken; kof görsel bilgiyi bir buyruğa dönüştüren eleştirel akıl mıdır? Yerel zamanın sarmalında dönen zekâ, kendisini yel değirmeninde öğütürken, eleştirel aklın yüceliği; gidenlerin bıraktığı miras ile yeni gelenlerin ürettiklerinden beslenen sonsuz bir süreç yaratır!
Tıpkı gerçeklik gibi, sanatın karşısındaki konumlanması da değişkendir insanın!
Bir şeyin öznesi mi yoksa nesnesi mi olduğunu anlaması, kendi dışında başka bir varlığı bağlıdır. Bu bağ bize evrenin; yaşamı sanatın süzgecinde elemeyi becerecek zarif ruhlara ihtiyacı olduğunu gösterir!
Aklın, evrenin sınırlarını aşan bir dili vardır ki; o da eleştiridir!
Elbette eleştirmenler yeni bir sanat dili oluşturabilmenin kaygısını da hissetmelidirler. Dilin tüm imkânlarını estetik ahenkle besleyerek, sanatın kitlelere ulaşmasını başarabileceklerinin bilincindedirler. Aksi ‘izm’ler kargaşasına yakalanmış, sığ bataklıkta avcısıyla karşılaşan ürkek ceylanın durumuna düşerler ki; eleştiri sanatında şansa yer olmadığının en yakın tanığı onlardır!
Çünkü, sanatın hakikati, metanın estetiğinden mukayese edilemeyecek ölçüde büyüktür! Güzel öznel bir beğeni yapısıdır hükmünden çıkarımım; onun nesnenin değil, ruhun bir parçası olduğudur. Sanatta olduğu kadar sanat eleştirisinde de geçerli ilkedir.
Bazen öznesiyiz yaşamın; ama çoğunlukla nesnesiyizdir! Var ile yok arasında sıkışmış bir öznellik ve özneyi kuşatan büyük nesnelliğin parçasıyız. Tek avuntumuz; her nesnenin, aynı zamanda kendisinin de öznesi olduğudur!
Yaşamak isteyen önce ötekinin kılıcının keskin yüzüne dokunmamayı öğrenmeli; yoksa gerçek beklemediği boşluğa çeker onu!
Eleştirel Düşünce Niçin Gereklidir!
Sanatta eleştiri; sanatın yaşama dokunduğu alanlarda karşılaştırmalı bilgiyi özümsemeyi gerektirir. Bu anlamda sanat eleştirmeninin işi zordur. Kanonlar, eleştirmenlerin arkaik saplantılarıdır diyebiliriz, ancak unutmamak gerekir ki; beğeni de kanon kadar otantik’dir.
Bir sanat eserini bütün yönleriyle ele almak; ne sanat tarihçi gibi örneklemler tarihi üzerinde yürümekle, ne de bir düşünürün sanat felsefesinin kavramsal önermelerinden hareketle, yeni bir tartışma başlığı açmasıyla mümkündür. Entelektüel birikim ve yorumlama gücü gerektiren bir anlatma, değerlendirme yapmakla kalmayıp, eserin ve sanatçının anlaşılmasını sağlayan çok yönlü bir eylemdir sanat eleştirisi.
Eleştiri, bilimsel bilgiyi asla göz ardı edemez. Hatta ortaya koyduğu savlarıyla sanat-bilim bağını geliştiren bir yöntem bilimcidir de diyebiliriz. Onun için eleştirmen; nesnel ölçütlerin etik anlayışını ve bilgiye duyarlı bir yaşam biçimine sahip olmak zorundadır.
Sanat eleştirisinde tanımlama temel ögelerden birisidir ve farklı varsayımları asla göz ardı etmez. Bilgiye erişme, derleme ve yorumlamalar sonucu ulaşılan genellemeler üzerinden akıl yürütmelerle, mantıksal çıkarımlarda bulunmayı gerektirir. Ulaşılan çıkarımlar üzerinde, tümevarım metoduyla yapılan değerlemeler ile eleştirel düşünce oluşur.
‘Eleştirel düşünce neden gereklidir’ sorusunun niteliksiz sıradanlığına rağmen, yüklenilen rol karşılaştırma yapılamayacak ölçü de girift ve büyüktür. Hemen her alanda olduğu kadar sanatın bütün dallarında da önemli bir yol göstericidir, eleştirel düşünme.
Sanat sıradan aklın becerilerinden değil, eleştirel düşüncenin yarattığı farklı bakış açılarından beslenir. Buradan hareketle sanatta eleştirel düşünce, sanatçının kendisinin ve kendi dışındaki evrenin varlığının farkına varma, üzerine yeni bir bakış açısı oluşturma ve doğru sonuçlara gitmesini sağlayan, sanatçıyı asla terk etmeyen yol arkadaşıdır.
Sanatçı eleştirel düşünceyi asla yok sayamaz! Çünkü yaratması için, eleştirel düşünme yetisini geliştirmeye ve onu kullanmaya ihtiyacı vardır.
Sanatın, algının sorgulanması ve yorumlanması olduğu ilkesinden hareketle; sanatçının üretme gücü üzerinde yarattığı zorlama ile onu başarıya götüren şey de yine eleştirel düşünmedir.
Eleştirel düşünmenin metodolojisi ile hareket etmesi, sanatçının bilimsel olana erişme isteğinin bir parçasıdır. Ne yapıyorum’dan, sanat ve eser nedir sorusuna, sanatın temel kavramlarından, eriştiği bulguları sorgulamaya uzanan geniş perspektifteki soru dizinlerini açacağı anahtardır sanatçının!
Yorum
AMA NE
MEŞALE ÇAĞINDAN ATIKSIZ FÜZYON ENERJİSİNİN AYDINLIĞINA
"bir kültür aşımı/atağı/patlaması örneği ile"
"Ama ne" sorumu her cümlenizin sonuna olmasa bile her paragrafınızın sonuna koyuyor ve soruyorum: Ama ne, neymiş o...?
*Doğru dürüst Türkçe bilmeyen kurnazların bir özelliği de devrik cümleler kurup okurunu kandırma kurnazlığıdır.
Anadolu özelinde var olma mücadelesini sorgusuz sualsiz kazanan Türkün sırrı nedir? (Kendisini HÂLÂ Türk hissetmeyenler özellikle bundan sonrasını iyi okumalı)
Cehalete cephe açılarak cehaletle mücadele edilemez çünkü bir süre sonra o "olmayan var yani yok" mutlaka sizi de kapsar. "Şimdiye kadar cehaletten şikayet eden ne kadar bilgili gördümse tümü cahilin önde gideniydi". İspatlanmış delil: "İşine gücüne bak" atalar sözü.
Meşale çağından örnekler verip mutlak doğru bilgilermiş gibi tekrar edip durmaya dogmatizm diyoruz. Tuhaf bir yepyeni tanım yani anlamlandırma.
Neden böyle yazıyorum? Ölçme değerlendirme unsuru olarak uygulayıp kullandığımız matematik ASLINDA notalar gibi müziği anlayıp anlamlandırıp hissetmemizi sağlayan bir ARAÇTIR sadece. (Şimdiye kadar oldu yedili kurgunun beş elemanı) Kafamızın içi neden saman yığınına döndü? Yazar cezalandırıyor. Başka yollar denemiş ama olmamış. Şimdi iz bırakıyor.
"İlimsiz/bilimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır" sözünü salt almaz başka cümlelere bağlarsanız anlamını daraltıp öldürürsünüz yani aslını yok edersiniz. Nobel ödüllü Aziz Sancar' a komünist Ömer Zülfü Livaneli kitapları gönderip fotoğraf alıp yayınlarsanız hainsinizdir.
Modernite, klasikten sonraki çağdır yani üzerinden 100 yıldan fazla geçmiştir. Moderni güncel gibi kakalamak gericiliğin daniskasıdır. Ezberci ilkel toplum ve üyeleri böyle cezalandırılır. İkiye bölünüp
birbirine kırdırılan toplumların Türklük bilinci kazanması imkansızdır. Türk, sıyrılıp çıktığı/çıkabildiği için Türktür. Burada harcanan zaman program dışı boş zaman değerlendirmedir. Yani işimiz bu değil.
Biz, kendi dönemimizde toplumumuzun bize emanet ettiği neslimizi güncele uyumlayıp geleceğe hazırlama görevini yerine getiriyoruz. Ben, %60' dan fazlası yurtdışında yerleşik, benimle sözleşmeli/ikrarlı Türkümüzü/Oğuzumuzu birbirine bağlıyorum.
Anadolu dünyanın hiçbir yerinde olamayacak kadar çok ve farklı grupların yaşadığı bir yerdi. Türkler buraya akın akın geldiklerinde irili ufaklı binlerce toplum parçası vardı. El yordamı ile yaşanan yerlerdi. Bilge meşale yaktı. Bizler o meşale ile yola çıkarak atıksız füzyon enerjisi ile aydınlanmayı öğrendik. Geçmişin, ilkelin, inadın, cehaletin, bağnazın, doğmanın ne yanından geçeriz nede uğraşırız. Bize/bana göre yaşam tek seferlik eşsiz bir fırsattır. Okurların arasından belki bir kişi anlayıp yaşamaya başlarsa bunu kendi yaratımım sayarım. İşte Türkü Türk yapan bu sırdır. Sözleşme / ikrara ihanet edip baştan aşağı yanıp kavrulunca aklı başına gelen Avrupalının en çok korktuğu şey sözleşmeye uymamaktı. Bu korkuyu Avrupalının yüreğine çakıp akıllandıran Attila olmasaydı ne Aydınlanma olurdu ne kilise yıkılırdı nede bilim... Bu kaydı tutan günümüz Avrupalı tarihçilerdir. "Ey Türk, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" bu söz ırkçı bir söz değildir. Açıkca Arap, Amerikan, İngiliz, Alman, Fars, Çin vs olmaya çabalama, olamazsın. Sırtarır. O şekil bu kalıba uymaz, bu kalıp kalıp olmayan esnek bir kalıptır.
Sanat olmadan hissedemezdik
Eleştirel olmasak var olamazdık
Bilimle anlamasak anlayamazdık
Evrensel olmasak Türk olamazdık
Aslında hepimiz Türküz diyen filozofun derdi ve gelecek kurgusu bambaşkadır.
Sevgili Erkan Yazargan Yine…
Sevgili Erkan Yazargan
Yine yorum sınırlarını aşmış bir metinle katkı vermişsiniz. Bunun için teşekkür ederim.
Yorumun/ denemenizin özeti "Aslında hepimiz Türküz diyen filozofun derdi ve gelecek kurgusu bambaşkadır." bunu anlatamadığımız büyük kitlenin varlığına mı üzülelim, yoksa filozofun 'Efradını cami ağyarını mani- Ne eksik ne de fazla, artısı eksisi olmayan" aforizmasına mı sevinelim. Başlı başına bir tartışma ve yazıya konu.
Bu yorum sayesinde Şeyh Bedrettin şiiriniz için içtenlikle kutlarım. Onun külliyatını günümüz Türkçesine kazandırmış olmanın mutluluğu ardımda bırakacağım izlerden birisidir.
Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının ışığında buluşalım.
GARANTİ
ÜZÜLME VEYA SEVİNME
"kazanım meselesi"
Yine sizden öğrendiğimiz "doğru düşünmeyi öğrenirsen / alışkanlık edinirsen sanatında düşünsel olur", artık felsefe yapan bir sanatçısındır. Kalıpları kırdık, ezberleri yıktık, dayatmalara isyan ettik ve neticede bir şeyler yapıyoruz; uyuyor olsak bile rüya görüyoruz yani beyin faaliyetimiz devam ediyor. Farkında değiliz belki ama enerji harcayıp ürün üretiyoruz. Filozof sanatçı farkına vardığı için olup biteni düzenleyip, deneyip, yeniden planlayarak İŞLİYOR, iş üretiyor, eser yaratıyor. Üretimin sürekliliğinden dolayı kazanım hedefli değil ama üzülme veya sevinme gibi 2 seçenekten birini anlık yaşayabilir, yaşar. Tıpkı mutluluk gibi. Sürekli mutluluk, sürekli üzüntü, sürekli sevinç ZATEN olamaz. Dışardan bakan, izleyen, takip eden veya özenen, üretici gibi olmak isteyen için bir göstergedir sevinç veya mutluluk. Bütün buraya kadar olan NORMAL insan içindir. Dışındaki negatif veya pozitif duygu durum bozukluğuna girer. Dünyamızda bugünlerde yaşanan tamda duygu durum bozukluğudur. Bozuk olduğu için düzene, düzelmeye ihtiyaç vardır.
Dolayısıyla sembolik etkili güçlü izler, giriş kapıları açarız ki sizin kurduğunuz o evrene girmek isteyenler girebilsinler veya başkalarıyla birlikte girsinler. İçerde farklı düzenli sağlıklı bir yaşam varsa korumakta zorundasınızdır. Öylece ortalıkta bırakamazsınız. Korumacı yaklaşımın nedeni dışarıdaki düzensizlik ve bozukluktur.
Eserinizin, beyin faaliyetinizin veya emeğinizin karşılık bulup kurumsal "Eleştirel Düşünce Sanatı" literatürü ile resmileşmesi elbette sevindiricidir. Fakat bizim geleneksel olarak devlet ve devletlerle ilişkimiz olumlu netice vermediği çoğunlukla ezildiği için daha küresel evrensel tavır alıp devletleri ilkellikten çağdaşlığa doğru itme, itekleme, zorlama yolundan gidiyoruz. Aslında saygı değer, birilerinin yapması gereken farklı bir iştir bu. Kınanıp yerilmemeli, anlaşılmaya çalışılmalı, değerlendirilmeli, iyi kullanılmalı, istismar edilmemeli, birlikte düzenlenmelidir. Kültür imha edilirken, devrilirken yapılan en büyük hata tümden imha ve yok saymadır. Beceremeyince içten fetih kurnazlığı özellikle Anadolu gibi aşırı tecrübeli coğrafyalarda tutunamaz. Bu tür baskılar kültürün dahada dışa taşmasına neden olur. Neticede ülkemizde görmezden gelinen Şeyh Bedrettin' inde içinde olduğu çizgi ve dahilindekiler hiç umulmadık yerlerde hiç umulmadık sayılarla var olamaya devam ederler. Örnek delil ve araştırma konusu: Yurt dışında faaliyet yürüten dernek ve diğer kurumlarımızın üye çeşitliliği ve sayısı nedir?
Araştırma sonucundan hayretler içinde kalacağınızdan eminim, garanti veriyorum .
Azizim Erkan Yazargan …
In reply to GARANTİ by 2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış)
Azizim Erkan Yazargan
Tamamlayıcı yorumunuza yürekten katılmamam olası değil. Toplum olarak temel sıkıntımız aydınlar. Eleştirel düşünemeyen kitle, düşünenlerin üzerinde hükümranlık kurma uğraşısında. Şeyh Bedrettin'in yaşadıkları ile bizim ayrık otu gibi kalmamız arasındaki temel fark henüz boynumuzun vurulmamış olması. Yıllar önce bir panelde ilahiyatçılarla konuşmacıydım. Kelam fıkıh alimi diye ortada dolaşıyorlardı.
Ortamı sarsan benim olağan bulduğum bir kaç soru sormuştum:
Şey Bedrettin ismi size ne ifade ediyor, ilahiyat camiasında fıkıh ve kelamda onu dipnot olarak veren kimseye rastladınız mı, cami imamlarının Onu bilmemesini anlarım, çünkü Bedreddin'i anlamak epey birikim gerektiriyor. Hiç kimse bu adamın tabir yerindeyse 'ser'ini verecek bir derdi varmış bir bakalım nedir diyen birisinin çıkmamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Platon ve Devletini bir yana bırakırsak, ilk sosyalist düşünür 14.Asrın sonunda bu topraklarda yaşamış olabilir mi? Thomas More ve Saint Simon'dan önce Simavna Kadısı olabilir mi?
Orada anladım ki, külliyattan haberdar olmayan büyük bir kesim var ve de onun ötesinde dokunursak yanarız diyen eyyamcı bir grup var. Bunun adına da bilim insanlığı diyorlardı. O zaman karar verdim bu külliyatın günümüz Türkçesine aktarılmasını . Günü geldiğinde Şeyh Bedrettin düşüncesinin Nazım Hikmet'in ucundan bucağından toplumu haberdar ettiği platonik söyleminin ötesinde İslam üzerine derinleşmiş bir alim olduğunu gösteren külliyatını 50 ye yakın farklı alan uzmanıyla birlikte Günümüz Türkçesine aktarma başarısını göstermek nasip oldu. Yoksa sonsuza kadar tarihin tozlu raflarında kalacaktı...
Peki neden? Basit ama girift yani tam bir şark kurnazlığı. Başlı başına bir kaç yazı konusu.
Cehaletle savaşan her birey ve kurumun gönüllü destekçisi olmayı seçmemin ardında yatan gerçek budur.
Üstat en karmaşık konuları…
Üstat en karmaşık konuları bile şu gibi akıcı kılma yetinizi kutluyorum. İçerik zaten tartışılmaz sayenizde. Felsefi konuları zor kılmadan bizlere sevdirdiğiniz için teşekkür ederim. Saygılarımla
SİZ
Sevgili hocam, siz büyük değerli bir insansınız. Ümit Yaşar Gözüm olmak kolay değildir. Şeyh Bedrettin gibi binlerce serdengeçtimiz var, ne mutlu. Gerçek bir fakih, büyük bir müçtehittir. O ve siz değerde insanları, bireyleri sosyalist filan gibi kalıplar almaz, sığmazlar öylesi yerlere.
Halk, bu değerli Atalarını öyle kutsal bir yere yerleştirir ki hastalıklarına şifa bulamayanlar o devirleri yokluğunda ve günümüzün devasa şehir hastanelerine rağmen şifa ararlar.
Çok ilginç bir titreşimdir bu.
DESTEK
Merak ettiğim bir soru var, Zorbatvdergi neden yeterli değer bulmuyor? Acaba sponsorluk faaliyetlerinde, başvurularda mı bir eksiklik var yoksa kendini tam ifade edemiyor mu?
Çok ilginç, bir akşam yemeğine 200.000₺ ödeyen yurdum insanı Zorbatvdergi gibi bir açık akademiyi neden gereği gibi desteklemez? Milyonlarca lira ödeneği olan vergilerle milyarlarca lira gelir elde eden devlet kurum ve kuruluşları başta Kültür Bakanlığı ve üniversiteler, belediyeler veya özel şirketler paraları nerelere harcıyor, çok ilginç...
Eminim ki yeterli destek bulsa ZorbaTvdergi uluslararası bir açık akademi bile olabilir.
Bi tartışalım, bi düşünelim...
Açıklama
Sevgili Bilgi Erel
Duyarlı ve zarif düşünceleriniz için ZorbaTVdergi Ailesi adına teşekkür ederim. Sponsorluk çok itibar ettiğimiz bir yapı değil. Ya çok seçici olacaksınız, ya da teslim. Biz entelektüel düşünceye , yazma veya ekran önünde olma birikimini geliştirecek gençlerimize ve kadınlarımıza zemin hazırlıyoruz. Burada birbirinden farklı düşünceler, ideolojiler, etnik kimlikler insan olmanın huzurunu yaşıyor. Derdimiz toplumla ya da birileriyle kavga değil, onun da üstünde toplumsal aidiyetimizin bilincinde insanlık için değer üretmek.
Haklısınız en azından arkasında bir holding veya kirli sermaye olmadan TARAFSIZ kalmayı sürdürüyoruz. ZorbaTVderginin arkasında ülke, millet ve insanlık derdi olan seçkin bir grup yazar, akademisyen, sanatçı ve de önemlisi düşünce insanı var. GÜNCEL siyasi, etnik, dini ve ticari tartışma ve yaklaşımların uzağındayız. Gücümüzün yettiği kadarıyla var olabiliyoruz.
Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının ışığında buluşalım.
Ümit Yaşar Gözüm
ZorbaTVdergi
Genel Yönetmeni
Yeni yorum ekle