Türk Aklı Üzerine Kısa Bir Mütalaa

Deneme

Türk Aklı Üzerine Kısa Bir Mütalaa

Görece uzun zamandır akletme tarzımız değişiyor. Aslında değiştiriliyor. Bu nedenle bu ayki yazıda “akıl” sözcüğüne farklı idrak ve meşreplerce yüklenen değişik anlamalardan doğan karmaşayı bir tarafa bırakarak, günümüz itibariyle farklı kesimlerce kontrol edilmeye çalışılan Türk aklının özüne temas etmeye çalışacağım.

Akıl, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Kök anlamı “deveye vurulan köstek” demektir. Deveyi bağlayarak muhafaza etmeyi gaye eden bir işlemdir. Arap, eski zamanlarda çölde devesi başını alıp gitmesin diye, devenin ön sağ ayağını arka sol ayağa bir iple bağlarmış. Elbette köstek vurmaya sağ ayak yerine sol ayaktan da başlanabilir. Arap aklını anlatan köstek vurma işleminde dikkat edilmesi gereken, kösteğin devenin gövdesi boyunca çaprazlama atılmasıdır. Elbet arka iki ayak ya da ön iki ayak yahut ön sağ ayak ile arka sağ ayak veya ön sol ayakla arka sol ayak birbirine düz olarak da bağlanabilir. Fakat düz köstek Arap aklını anlatmaz. Çünkü düz köstekle deve, eğer iki ön ayağı bağlanmışsa, yürümek isterse burun üstü gider. Şayet devenin iki arka ayağı kösteklenmişse, arka ayaklarını sürüyerek de olsa hareket etmenin bir yolunu bulabilir. Ön ve arka ayak düz bağlandığında devenin hareketi zaten engellenemez. Sadece Arap aklını tezahür ettiren çapraz köstekle deve, adım atamayacağından hareketsiz kalır. Ta ki, sahibi gelip bağı çözene kadar. Bu nedenle Arap aklı hareketsizliği hedefler. Arap aklında durağanlık asli niteliktir. Arap aklına referansla aklın “bağlamak” anlamına gelmesinden kasıt da budur. Demek ki, Arap aklı kök anlam itibariyle bağlayan değil, bağlanan akıldır. Bağlanan akıl, güvenli bir konum sunmaktan çıkmışsa, mevcut durumun değişmesi için bağı çözecek dıştan bir müdahale şarttır. Aksi takdirde ilk etapta koruyucu ve faydalı olan şartlar aleyhe dönünce felakete sürükler. (Esasen Eş’ariliğin zamanla durağan ve cebrî bir yapıya bürünmesinin ve nebi (haberci) gelmeden akıl yoluyla hakikatin bulunamayacağını iddia etmesinin altında yatan temel saik de Arap aklıyla düşünülmesinden ileri gelmektedir).

Bağlanan akıl, Türk aklı değildir. Öyle ki, Arap aklı ile Türk aklı arasındaki bariz farkı idrak edebilmek için ata vurulan kösteğin devedekine benzer bir sonuç vermediğini gözlemlemek dahi yeterlidir. Öyle ki, Türk için büyük önem arz eden ata, düz ya da çapraz köstek de vurulsa, atın hareketi engellenemez. Çünkü atlar “dört zamanlı, iki zamanlı ve dört nal olarak” ifade bulan “üç faklı yürüyüş” yapabilirler. Bu nedenle “akıl”, Arapçadan Türkçeye geçmiş olan bir kelime de olsa, anlamı Türkçeleşmiştir. Benzerlik sadece telaffuzdadır.

Türk’ün gönle bağlanan aklı, gönlü bağlayan bir akıl olamaz. Zaten Arap aklını görünür kılan deveye köstek vurma benzetmesinden hareket edersek, Türk’ün atını Arap’ın vurduğu köstek durduramaz. Öte yandan Türk atını muhafaza etmek için kösteğe de ihtiyaç duymaz. Çünkü Türk’ün atı, sahibine bağlıdır. Çoğumuzun dikkatini çekmiştir ki, at sahibi olanlar atlarından ayrıldıklarında atlarını bağlamaz. Çünkü atlar sahiplerini bırakıldıkları yerde beklerler. Hatta atlar sahipleri geri gelmediğinde sahiplerini arayıp bulurlar. Türkün atı sahibinden, mecazen ifade edersek, asıl olandan kopup yitmez. Asıl olana bağlıdır. Başkaca dış bir bağla engellenip koruma altına alınması da gerekmez. Teşbihte hata olmaz, akıl da öyledir. Zira akıl yaşta değil, baştadır. Aklı başında olan ise şaşmaz. Yolunca ilerler.

Netice-i kelam, akıl gönle bağlıdır. Akıl gönlü bağlamaz. Bu bağlamda gönül-akıl kutuplaştırmaları Türk hikmetine bulaştırılmak istenen hastalıklı düşünüşlerdir. Çünkü kelama mahal olan gönlü, akıl ile bağlamaya gerek yoktur. Zaten gönlü akıl ile bağlamanın bir yolu da yoktur. Zira Türk tefekkürü zemininde kelamın indiği gönül, aklı; gönlün bağladığı akıl ise sadece varlığı (kâinatı) bağlayabilir. Durum bu ise, Türkün tefekkürü fikirlere bağlanan değil, fikirleri bağlayan bir faaliyettir. Gönül itibariyle aklı esas alan Türk hikmetinden neşet etmelidir. Hikmetin kaynağı ise, gönle düşen (inen) kadim demde hatem olan kelam olmaktadır.

Kelam, düşkünleşen insana aşkın olanı idrak ettiren özdür. Mayadır. Bu nedenle Türkün aklı hareketlidir. Düşkünleşen insanın aşkın olanı idrak etmede olmazsa olmazıdır. Düşkündeki aşkının izlerini okuyup yazmanın vasatıdır. Düşkündeki aşkının izlerini okuyup yazabilen de hakîmdir. Hikmet sahibidir.

 

Yorum

Kalender Reis (doğrulanmamış) Cu, 30 Ağustos 2024 - 12:45

Sevgili Sönmez,
Yazılarınız ufuk açıyor. Öncelikle kutlarım. Sizin felsefi soyleminizde Türk düşüncesinin mihenk taşı olması sizi farklı kılıyor. Buradan Türk Düşünme Biçimi üzerine derli toplu bir çalışma bekleme hakkımızı okur olarak saklıyoruz. En içten dileklerimle Esen kalınız.

S.D. (doğrulanmamış) Pt, 02 Eylül 2024 - 10:43

Teşekkür ederim Sevgili Kalander Reis Kardeşim,
Talabiniz başım gözüm üstüne.
Sevgi ve sağlıkla kalınız
Süleyman DÖNMEZ

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.