Felsefi Düşünme ve Mimarlık

Deneme

Felsefi Düşünme ve Mimarlık

Fahri Atasoy

Düşünme konusunda önceki yazılarımızda bilgi verdik. Düşünme insan zihninin doğal bir eylemi. Her zihin doğuştan düşünme yetisi ile dünyaya gelir. Bu yeti geliştirilebilecek ve yöntemlerle güçlendirilebilecek bir potansiyele sahiptir. Kullanmaktan vazgeçenleri aptallaştıran ve insanlıktan uzaklaştıran bir güçtür aslında. Felsefe işte bu gücü insana katmak ve daha faydalı hale getirmekbakımından çok kıymetlidir. Sadece filozofların temel problemler konusunda düşünmeleri değil, aynı zamanda farklı disiplinlerin kullanımı önemlidir. Bu kullanımı felsefe dışından örnekler vererek açabiliriz. Bilim, din ve sanat ilk sırada karşımıza çıkan alanlardır. Bunların şemsiyesi altındaki insan etkinliklerinde de felsefenin bütüncü ve sistematik yaklaşımı insanların çok işine yarar.

Sistemli düşünme dendiği zaman ilk akla gelen disiplin şüphesiz mantık ve matematiktir. Mantık ve matematik aynı zamanda felsefenin soyut düşünme yöntemini destekleyen önemli zihinsel güçlerdir. Doğanın kendi sistematiği dışında eğer insanoğlu bir sistem kuracaksa felsefe, mantık, matematik gibi soyut düşünme disiplinlerinden faydalanmalıdır. Burada doğanın kendi sistematiği ile insanın bir şeyler kurma girişimi net olarak ayırt edilmelidir. Doğanın sistematiğini bilimler ile çözümlersiniz,insanın kurma ve inşa etme girişimini kültür başlığı altında ele alabilirsiniz. İnsan türünün dünyadaki ayrıcalıklı alanlarından birisi olarak kültür pek çok unsuru kapsar. Her birinde, adı anılmasa da felsefenin ve sistemli düşünmenin önemli rolü vardır.

İnsanoğlu ne zaman medeniyet kurmuştur veya toplumsal hayata geçmiştir bilinmez ama ilk adım olarak evler ve köyler kurduğu kabul edilir. Köyleri doğal süreçte kentler izlemiş olmalı. Ev yapmak, köy kurmak, kent haline getirmek bir takım zihinsel işlemler gerektirir. Mevcut bilgileri ve görgüleri kullanarak yeni denemeler ve uygulamalar geliştirmek, medeniyetin de önemli işaretlerinden kabul edilir. Tarihteki ilk kentler çok yönlü ve dikkat çekici özellikleriyle karşımıza çıkar. Bu kentlerdeki özel tasarımlanmış sokaklar, mahalleler, binalar belli bir felsefi alt yapıya sahip olmayı gerektirir. Örneğin bir mabet binası düşünün. Daha önce benzeri olmayan yeni bir bina inşa edeceksiniz. Ne yapmanız gerekir? O zamana kadar yapılan tapınak tarzındaki binalar hakkında bilginiz olması beklenir. Hangi dine ait olacaksa o dinin öğretisinin ilkelerini ve önceliklerini göstermesi düşünülür. Hangi coğrafyada yapılacak ise buna göre hangi malzemeler kullanılabileceğine karar verilir. Sonra dini sembol olacağı için görkemli bir büyüklük ve şekil tasarımına ihtiyaç duyulur. Bu işlem soyut bir düşünme işidir. Bu soyut düşünme aslında mimari tasarım dediğimiz süreçtir. Aristoteles’in form dediği, varlığın nesnelleşmeden önce zihinde düşünülen halidir. Bu düşünme süreci felsefenin kullandığı düşünme yöntemi olmadan yönetilemez.

Mimari tasarım esnasında felsefi düşünme yöntemi farklı disiplinlerin devreye girmesini sağlar. Bunlardan birisi matematik ve geometridir. Bir mimar tasarladığı binanın hesaplarını yapmak zorundadır. Mimarın tasarladığı binada meydana gelecek görüntülerin estetik hayranlık uyandıracak biçimde olması için görsel sanat da devreye girmek zorundadır. Estetik zaten bir yönüyle felsefenin doğrudan problem alanıdır. Binanın görkemli ve güzel olması için özel çalışmalar gereklidir. Burada mimarın yardımına sanatçılar yetişecektir ama bütünlüğü ve sistematiği takip edecek olan mimardır. Felsefe ile eğitilmiş bir zihin olmadan bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Bir filozof temel felsefe problemleri üzerine düşünürken nasıl ki sistemli ve tutarlı bir bütünlük içinde ise mimar da bunu yapmak zorundadır.

Ülkemizden bazı örneklerden yola çıkarak konuyu netleştirebiliriz. Bu örneklerden birisini Roma medeniyetinin simge eserlerinden Ayasofya olarak ele alalım. Başka bir örnek olarak Anadolu’da Türk medeniyetinin muhteşem eserlerinden birisi Divriği Külliyesi üzerinden düşünelim. Her iki eserin ortaya çıktığı dönemlerde öne çıkan felsefe etkinlikleri yoktur ama eserlerin yaratılmasında felsefi düşünme yöntemi kullanıldığı açıktır. Her esere bütünlüğü içinde bakacak olursak devreye din, mimari, mühendislik, estetik, özgünlük, etkileyicilik, sistematiklik gibi birçok özelliğin girdiğini görürüz. Sonuçta kendi dönemlerinin mührünü taşıyan, insanlık mirasına görkemli ve muhteşem eserler olarak kaydedilen mabetler ortaya çıkmıştır.

Dünya tarihine bakacak olursak felsefe ve sanatta yeniden doğuşun adı olarak Rönesans dönemi ve sonrasında mimarinin felsefe ile paralel bir gelişme evresi vardır. Avrupa’da ortaya çıkan sanat akımları aynı zamanda mimaride de kendine özgü akımlar doğurmuştur. Bu akımlar modernleşme döneminde Avrupa dışındaki ülkeleri de etkilemiştir. Bunların başında Osmanlı Devleti gelir. Belki felsefesini anlamamış olsalar da mimarlık akımlarının yansımaları İstanbul’da somut olarak görülür. Bu etki hatta dini simge olan cami mimarisinde dahi gözlemlenebilir. İtalya kaynaklı barok tarzı uygulamalar İstanbul’da pek mimari eserde kullanılmıştır. Bu dönemin yapıları içinde dairesel, dalgalı ve kıvrımlı hatlar ağır basmaktadır. Örneğin İstanbul’da Nuruosmaniye Cami’si barok tarzında inşa edilmiştir. Yapı malzemeleri, inşaat teknikleri ve tasarım anlayışları bakımından mimaride modern dönemin kendine mahsus temel özellikleri vardır. Modernitenin getirdiği standartlaşma, hesap edilebilirlik, sistemlilik gibi sınırlandırmalar mimaride serbest estetik arayışları ve yaratıcılığı kısıtlamıştır.

İnsanlık tarihinde dönüm noktalarını belirleyen ölçütlerden birisi insan zihninin kullanılma biçimidir. Bu biçim felsefe ile de yakından ilgilidir. Modern adı verilen dönemde zihin olgulara ve matematiğe dayalı bir akıl yürütmeyle çalışır. Sembolik olarak Descartes ile başlatılan süreç insan aklının sınırlarının zorlanmasına kadar ilerlemiştir. Sınırları sorgulayan sembolik isim Immanuel Kant’tır. Bu süreçte felsefi düşünce insan etkinliklerinin bütün farklı boyutlarında etkili olmuştur. Belki de felsefe tarihinde diğer insan uğraşları üzerinde en etkili olduğu dönemdir. Yani felsefe kendi köşesinde fildişi kulede yapılan bir uğraş değil, toplumsal hayatı doğrudan etkileyen bir imkan konumundadır. Türkiye’de felsefe bu anlamda içselleştirilemediği için belli bir çevrede hapsedilmiş gibi kalmıştır. Hayata etkisi sürekli kısıtlanmıştır.

Dünyada modernleşme döneminin zihniyet kalıpları önce Avrupa’da, sonra etkili olduğu coğrafyalarda ve kültürlerde yaygınlaşmaya başlamıştır. Modern mimari böylece doğmuştur. Modern mimari modern zihniyetin yansıması olarak matematiksel hesaplara dayanarak belli standart kalıplarda gelişmiştir. Burada modernliğin katı kuralları geçerlidir. Sanayileşme ile paralel bir şekilde insanın matematiksel aklı ve bilimsel başarısıyla yeni bir dünya inşa edilmeye başlanmıştır. Modern mimari tarz binalar ve modern tasarımlı sokaklarıyla modern şehirler doğmuştur. Bunların arka planında akılcı, sistemli, tutarlı ve bütüncü felsefi düşünme başarısı vardır. Batı medeniyeti olarak da adlandırılan Avrupa’nın modern çağı pek çok başarının yanı sıra pek çok sıkıntıya da yol açmıştır. Bu durum ayrıca analiz edilmesi gereken ayrı bir konu.

Modern mimari belli bir süre sonra insanların yaratıcılığını ve sanatsal arayışlarını engellemeye başladı. Ekonomik mal üretiminde fabrikasyon standart ürünler ekonomide kolaylık ve kârlılık sağladı ama modern mimari projeler insanları tatmin etmedi. Mimaride yeni arayışlar modernliği aşma çabası olarak yorumlandı. Post modernizm tartışmalarına öncü oldu. Bu tartışmalar Batı medeniyeti çerçevesinde yapıldı. Modernleşmeye heveslenen ve önemli girişimlerde bulunan ülkeler bu konuda istenen başarıyı sağlayamadı. Avrupa’nın çevresinde modernleşmeye çalışan ülkelerin aydınları bu tartışmalara katılsalar da anlam dünyasına giremediler. Modern olmayan bir ülkede post modernlikten bahsetmenin abesliğini sergilediler. Mimari konusunda da bu kopuşu gözlemlemek mümkün oldu.

Türkiye’den tarihi miras anlamında yukarıda iki örnek vermiştik. Cumhuriyetin ilanı sonrası hızlanan modernleşme girişimleri Avrupalı mimarlar eliyle sürdürüldü. Yeni Başkent Ankara’nın şehir ve bina mimarisinde modern tarzlar uygulandı. Bunu uygulayan yabancı mimarların başlattığı ve kurduğu modern akım maalesef devam ettirilemedi. Arada güzel örnekler görülse de Cumhuriyet dönemi kendi felsefe ve sanat yaratıcılığını ortaya çıkartamadı. Mimariye ve şehirciliğe bu kuraklık maalesef kötü örnekleriyle yansıdı. Felsefesiz, mantıksız, ölçüsüz, estetiksiz şehirleşme ve mimari (gecekondu-varoş-arabesk)ortaya çıktı. Felsefe ile bağ kuramamanın, düşünceden kopuşun, sanatın estetik ruhundan uzaklaşışın örnekleri ülkeyi kapladı. Pek çok kimse toplumsal hayatımızdaki uygulamalar ile felsefe arasında bağ kurmayı düşünmediği için konuya bu açıdan bakmadı. Felsefesiz bilim ve sanat olmaz. Felsefesiz din ve metafizik anlaşılmaz. Felsefesiz medeniyet kurulamaz. Burada mimariyi örnek verdik. Felsefi düşünme yöntemi olmadan mimaride özgün eserler yaratılamaz.

Türk medeniyetinin farklı dönemlerinde ortaya çıkan ana çizgiler kültür unsurlarına yansır. Örneğin İslam öncesi mezar geleneğinde görülen kurganlar ve balballar, İslam sonrasında Anadolu’da muhteşem kümbetler ve mezar taşları olarak görülür. Bunların arkasında muazzam bir düşünce geleneği vardır. Ahlat Selçuklu Mezarlığı bunun en çarpıcı örneğini oluşturur. Bu örnekte hem metafizik hem bu dünya ve öbür dünya algısı hem estetik hem görkem bir arada görülebilir. Felsefi düşünme yönteminin ilkeleri burada uygulanmış olarak kabul edilmelidir. Aynı anda eski zamanlar ile, yeni gelinen mekanlar ile, dini inanç ve uygulamalar ile, özgün estetik biçimler ile bağ kurulduğu anlaşılabilir. Burada bir sistem bütünlüğünden ve bir tutarlı ilişki ağından bahsedebiliriz. Bunun bir başka örneği ticaret yolları ve kervansaraylardır.

Mimariden kapı aralamışken Anadolu ve Balkanlarda tescil edilen Türk evi modelleri ve Türk mahalleleri örneklerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Asya bozkırlarından Anadolu’ya göç ederek gelen ve buraya yerleşen Türklerin kurduğu medeniyetin simgelerinden birisi ev ve mahalle mimarisidir. Özellikle ahşap ve tuğla malzeme ile yapılan konak tarzındaki binalar, kendi dönemleri bakımından birer kimlikli mimari eser konumundadır. Aralarında şaheser olarak nitelendirilebilecek sanat eseri evler-konaklar vardır. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılmış pek çok örnek gösterilebilir. Ahlat, Harput, Divriği, Safranbolu, İskilip, Beypazarı, Mudurnu, Taraklı, Tire, Kula, Biga gibi pek çok Anadolu kasabasında Türk ev mimarisinin muhteşem örnekleri yer alır. Bu evlerin dış görüntüsü kadar iç tasarımı ve döşemesi de kendine özgü anlamlı bir bütünlük içindedir. Felsefe burada da devrededir aslında.

Yaşanan mekanın anlamlar dünyasının izlerini felsefe ile çözümlemek mümkündür. Bu evlerin yapımında da felsefi düşünme yönteminin yol gösterdiği düşünülmelidir. Bu evler felsefeyi bir düşünme yöntemi olarak kullanan bir aklın ürünü gibi görünmektedir. Ev yapım materyallerini son derece akılcı ve bilgili olarak kullandıkları açıktır. Bazı yerlerde taş, bazı yerlerde pişmiş tuğla, kerpiç, bazı yerlerde ahşap ağırlıklı olarak kullanılması rasyonel bir seçim yapıldığını gösterir. Avluya açılan iki kanatlı büyük kapılar semerine sepet yüklenmiş bir hayvanın girebileceği düşünülerek yapılmıştır. Evin her noktası ayrı ayrı düşünülüp hesaplanmış gibidir. Misafirlerin rahat etmesi, mutfağın işlevsel olması, günlük kullanılan oda ve hayat kısmının pencere düzeneklerine kadar düşünülmüştür. Yatak odasında yer yatakları ve yorganlar için bir tarafta yüklük, diğer tarafta gusül abdesti için kullanılabilecek dolap banyo konması evin anlam dünyasının gücünü gösterir. Bütün bunların birlikte değerlendirilebilmesinin yolu ise felsefi düşünme imkanından geçer. Burada adı konulmamış bir düşünme, bağlantı kurma, anlamlandırma, bütünlüğü yakalama gibi felsefi düşünüşün etkisi vardır. 

Felsefi düşünmenin etkilediği alanlar için mimarlık sadece bir örnek. Mimarlık ile şehircilik yakın ilişkilidir ve insanların düşünme biçimleriyle doğrudan ilişkilidir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu örnekler arasında ilk sıralara eğitim, bilim, ekonomi, sağlık, hukuk gibi disiplinler gelir. Bunların dışında insan hayatındaki pek çok unsur ile felsefenin doğrudan veya dolaylı ilişkisi vardır. Felsefeyi hayatın içine sokmak için önce hayatımızdaki etkisini görmek zorundayız.

.

 

 

Yorum

Mim. C. Dönmez (doğrulanmamış) Cu, 30 Ağustos 2024 - 12:19

Merhaba hocam yazınız için kutlarım. Bir sorum olacak sokaklarında ve kentlerinde estetikten iz bulunmayan bir toplumun mimarları hiç düşünmezler mi? Bu kentsel çirkinliğin sorumlusu kimdir ?

FAHRİ (doğrulanmamış) Sa, 03 Eylül 2024 - 21:47

In reply to by Mim. C. Dönmez (doğrulanmamış)

Aslında düşünmek toplum olarak ihmal ettiğimiz bir sorun. Mimari bunlar içinde sadece bir unsur. Düşünme bir toplumda medeniyet yaratır. Felsefe, estetik, bilim, teknik, edebiyat, müzik, şehircilik ve mimari bu düşünme eyleminin yansımalarıdır. Bizde tarihte güzel örnekler var ama bugün eksik. Problem burada bence. İnsanlar kendi alanlarıyla ilgili düşünme yöntemi öğrenseler ve yaratıcılık ön plana çıksa problem çözülür. Örneğin Cumhuriyet döneminde özgün cami mimarisi pek görülmedi. Hatta gecekondu camiler ve taklit camiler görüldü. Ankara'da Bilkent kavşağında yapılan Ahmet Hamdi Akseki camisi hemen hemen ilk denemelerden. Konu uzun. İlginize teşekkür ederim

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.