
Şairin Serüveni: Anneden Şiire, Şiirden Anneye
Hatice Ayan
Üveyik acıyla çırpıştı zarif kanatlarını Naciye teyzeyi yaşlı bakım evine götürdüklerini duyduğunda, şair iliklerine kadar üşümüştü. Kim bilir belki de huzur bulacaktı orada ama bu burukluk onunla ilgili değildi. Bu, yavrusuna rahminde yaşamsunan bir varlık olarak ananın ölüme yaklaşmasının kanıksanmasıyla oluşan burukluktu.
Anne, yaşamın başladığı yerdi. Feylesofun “anne arketipi” dediği başat kavram, daha anne rahmindeyken bilinçdışımızı oluşturmaya başlıyor olmalıydı. Ve anne karnına atılan ilk tekmeler, annenin içindeki coşkuyu, o heyecanlı “çocuk arketipi”niharkete geçiriyor olmalıydı. Doğuran, meme veren, minik bir bedene sevi ve aşk akıtan dişil güç… Doğurmadığını bile ruhundaki dişil enerjiyle koruyup kollayan, şefkatle sarıp sarmalayan varlık… İnsanın dille ilk muhatap olduğu kucak… Şairi doğuran; ninnileri, masallarıyla çocuk ruhunu şair ruhuna eviren toprak.
O sebeple şairin ilk gittiği yer olsa gerek anne. Şiirin, ezginin ilk vatanı. Bir liman, sığınak “pir olsa bile” hep ihtiyaç duyulan… hangi kucağa gidilmişse bu muhtaçlıktan. Sevincinin veya hüznünün kaynağı… Mutlu bir anneyse başka kadınların gözünde de görülen mutluluk, anne acılıysa bütün kadınlar acılı.
Tabiat gibi anne, toprak gibi. Hep özverili, hep fedakâr; incinse bile vericilikten vazgeçmeyen… İnsanın arkaik zamanlarında tabiat ana, toprak ana değil mi, varlığın başlangıcı ana tanrıça ile değil mi? Ana tanrıça… zaman içinde, doğurduğu çocukları eliyle geri plana atılan… ve anaerkil toplumdan ataerkil topluma gerileyişi insanlığın… Çocukları eliyle yavaş yavaş katledilen tabiat ana, verdikçe zarara uğratılan toprak ana… Aslında kendisine, yalnız kendisine zarar veren insanoğlu…
Ve insanoğlu… Kurtuluşunun girdiği bu yoldan dönmekle mümkün olacağını görse keşke… Çekse elini tabiat anadan, vazgeçse toprak anayı zehirlemekten… Vazgeçse bağımlı olduğu anneyi yahut anneyle özdeşleştirdiği kadını acıtmaktan. Ana tanrıçayı en baştaki konumuna getirerek kendi huzurunu sağlasa…
Nihayetinde, insanın dönüp dolaşıp vardığı durak değil mi ana? Anagibi yârmi var insan için, ağlarsa ana ağlamaz mı? Bilinçdışımız bunun farkında olmalı… Dara düşüldüğünde anaya sığınma ihtiyacı, ananın yokluğuyla sarsılma duygusu da bundan olmalı. Hatta feylesof, zaman zaman insanın yakasına yapışan ölme isteğinin bile anne rahmine, o güven ve huzur ortamına dönme arzusu olduğunu söyler.
Üveyiğin zihni berrak, şairinki alabildiğine puslu…
Zihnindeki pusluluk içinde sanatçının sanata ve dahi şairin şiire sığınma ihtiyacı da anaya sığınışın; ana kucağındaki sarmalayışa, ana rahmindeki güven ve huzura; zihin berraklığına dönmenin yansısı olmalı…
SIĞINAK
İlkin anneme sığındım
yalnızlık sınadığında
çıplak ruhumu
çiçek gibi bir koku
melek gibi kanatlar
sardı çıplaklığımı
sımsıkı ısındım
sonra annem
kuytularına çekildi ağaçların
münzevi ezgiler çalınan
o kuytular
almadılar beni
esirgeyen ve bağışlayan
tanrı’yasığındım ürkek
tanrıkoruyucu melekler koydu omuzlarıma
meleklerin çiçek kokuları
yoktu belli ki
çıplak ruhumu saracak kanatları
yoktu üşüdüm
şiire sığındım sonra
annemin çiçek kokusunu
annemin melek kanatlarını
buldum şiirde
şiir sığınağım oldu
avuttu beni
çıplak ruhumu okşayarak
büyüttü beni
Yorum
Harikasınız herzamanki gibi …
Harikasınız herzamanki gibi ♥️yüreğinize sağlık 🙏
Yeni yorum ekle