Tolga Oskar
YAŞAMAYA BAK (C’MON C’MON) : “ÇOCUKLA ÇOCUK OLMANIN İYİLEŞTİRİCİ İÇTENLİĞİ”
Yönetmen/Senarist: Mike Mills
Görüntü Yönetmeni : Robbie Ryan
Kurgu : Jennifer Vecchiarello
Oynayanlar : Joaquin Phoenix, Gaby Hoffmann, Woody Norman, Scoot McNairy
Ülke: A.B.D
Tür: Dram
Süre: 108 Dk.
Vizyon Tarihi: 17 Haziran 2022
‘Yaşamaya Bak’ birçok eleştirmen ve festival tarafından övgüyle karşılandı. Hatta en iyi film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetimi, en iyi erkek oyuncu ve en iyi genç oyuncu kategorilerinde ödüle aday gösterildi. Filmin yönetmeni Mike Mills, aslen bir grafik tasarımcı ve klip yönetmeni. Ancak film yönetmenliğinde de rüştünü ispatlamış durumda. Baş rolü emanet ettiği Joaquin Phoenix, Joker’deki rolüyle kariyerinin zirvesinde bir isim. Ona eşlik eden çocuk oyuncu Woody Norman’ın ise geleceği parlak görünüyor! Filmin artı yönlerinden biri de tabii ki sinematografisindeki Robbie Ryan dokunuşu. Ryan’ın görüntü yönetmenliğini yaptığı filmler arasında; The Favourite, American Honey ve Ken Loach filmleri ilk akla gelenler.
Film, bir radyo kanalı için ülkenin farklı yerlerinde yaşayan çocuklarla röportaj yapan, onlara dünyanın geleceğine dair sorular yönelten radyo gazetecisi Johnny ve kız kardeşi Viv’in oğlu olan 8 yaşındaki Jesse’nin kurdukları dostane bağı anlatıyor. Johnny ve Viv, annelerinin ölümünden sonra tartışmış ve iletişimlerini kesmişlerdir. Bu olayın üzerinden 1 yıl geçtikten sonra Johnny, kız kardeşi Viv’e telefon açar. Viv de bu durumdan hoşnut olur. Johnny, yarı sitemkâr bir dille ‘arasam mı, aramasam mı, bilemedim! Ya da sen yapsaydın! Kimse aramasaydı!’gibi sözler sarf eder. Viv sessiz kalır. Daha sonra kocası Paul’ün psikolojik problemleri nedeniyle başka bir yere taşındığını, kendisinin de ona yardıma gitmesi gerektiğini söyler. Johnny, oğlu Jesse’yi de yanında götürüp götürmeyeceğini sorduğundaysa; bunun iyi bir fikir olmadığını düşündüğünü söyler. Johnny bu süreçte Jesse’ye kimin bakacağını sorar ve Viv, henüz bunu düşünmediğini ifade eder. Bu telefon konuşmasından sonra Johnny ve Jesse’nin yolculuğu başlar. Johnny annesinin ölümünden ve kız kardeşiyle yaşadığı ayrılıktan sonra yalnız bir adama dönüşmüştür. Hayatı sıkıcı, renksizdir. Belki de çocuklarla yaptığı röportajlar ve yeğeni Jesse’yle olan ilişkisi de bunun bir sonucu olarak hayatını renklendirme çabasıdır. Johnny’nin çocuklarla yeni röportajlar yapması için New York’a, oradan da New Orleans’a gitmesi gerekir ve tabii ki Jesse’yi de yanında götürmek durumundadır. Filmin yönetmeni Mills, Wim Wenders’ın başyapıtlarından, 1974 tarihli ‘Alice Kentlerde’ filmini mutlaka izlemiştir. O filmde de Alman bir gazeteci, Amerika’da ilhamını kaybettiği sırada, 9 yaşındaki bir kız çocuğuyla tanışıyor, birlikte kentlerde oradan oraya savruluyorlar ve aralarında müthiş bir bağ oluşuyordu. Ana karakterin bir gazeteci oluşu, senaryonun yetişkin-çocuk ilişkisine bakışı, bir yol filmi oluşu ve siyah-beyaz çekilmiş oluşu iki filmin ortak yanları.
Johnny, röportaj yaptığı çocuklara yönelttiği soruların benzerlerini Jesse’ye de yöneltir. Ancak Jesse, kabul etmez. Kendisine uzatılan mikrofona yaklaşıp ‘bu soruyu cevaplamak istemiyorum!’ der. Jesse, asi, farklı bir çocuktur, ‘büyümüş de küçülmüş’ diye tabir ettiğimiz çocuklardan. Yine de mikrofonu eline alıp şehrin seslerini kaydederek dayısına yardım eder. Zira anne-babasının onunla pek ilgilenemediği, ona zaman ayıramadığı ortadadır ve dayısıyla kurduğu ilişki giderek onun da hoşuna giden bir olguya dönüşmektedir. Johnny ona banyo yaptırır, yemeğe götürür, hatta uyurken Oz Büyücüsü’nü bile okur.
Tüm bunların yanında; annenin sosyolojik konumunu ve karşılaşabileceği zorlukları da görüyoruz. Ebeveynlerini kaybetmiş, erkek kardeşiyle arası açılmış, psikolojik sorunları olan bir eşi ve ilgilenemediği bir çocuğu olan bir anne. Filmin ilerleyen bölümlerinde Viv, Johnny’yle telefonda konuşurken Jesse’ye bakmanın zorluklarından bahseder. Sabah, öğlen, akşam Jesse’ye yemek hazırlarken Jesse’nin bir an olsun susmadığını, sürekli hareket halinde olduğunu söyleyerek şikâyet eder, hatta bu durumu ‘kâbus’ diye niteler. Hemen ardından da ‘benim korkunç biri olduğumu düşünüyorsun değil mi?’ diye sorar. Bu söz bile aslında öyle olmadığının bir göstergesidir. Belki de anne olmanın ya da daha geniş bir perspektiften bakacak olursak, çağımızda kadın olmanın getirdiği yükümlülüklerden dolayı oğluna karşı böyle karmaşık hisler beslemektedir. Öte yandan benzer bir tutumu Jesse’de de gözlemlemek mümkün. Dayısıyla dertleştiği bir akşam, annesinden ‘o, korkunç, korkunç bir anne!’ diye bahseder. Bunun üzerine Johnny, ‘gerçekten böyle hissetmediğini biliyorum.’ der. Johnny ve Jesse daha sonra yine dertleştiklerinde Jesse ‘ben yetim olmak istiyorum, geçmişimle ilgili merak ettiğin bir şey var mı?’ diye sorar. Johnny de ‘annen nasıl biriydi?’ diye karşılık verir. Jesse ‘hoş biriydi’ diye yanıtlar ve annesi hakkında uzun uzadıya bir karakter analizi yapar. Burada anlattığı kendi annesi mi, yoksa hayalindeki anne profili mi bilinmez ama filmin sonunda annesi onu almaya geldiğinde koşarak ve ‘anne!’ diye haykırarak Viv’e sarılışı, annesini ne kadar sevdiğini gösterir. Tabii bunda dayısıyla kurduğu sevgi bağının etkisi de büyüktür. Kimsenin onunla ilgilenmediği, anne ve babasının psikolojik buhranlarının olduğu evden uzaklaşmak isteyen, sevgisiz bir çocukken, dayısıyla kurduğu iletişim neticesinde, sevgi dolu bir şekilde evine dönmeyi kabul eden bir çocuğa dönüşür. İşte buna, içtenliğin ya da sevginin iyileştirici gücü desek yeridir. Jesse ile dayısı Johnny’nin yolculukları Jesse’nin eve dönüşüyle biter ama sonra, annesi Johnny’nin Jesse için kaydettiği konuşmayı açar ve Johnny bu yolculukta birlikte yaşadıkları özel anları anlatırken Jesse de gözlerindeki pırıltıyla kaydı dinler. Geçmişte Jesse, ‘tüm bu yaşadıklarımızı hatırlayacak mıyım?’ diye sormuş, Johnny de ‘sen unutacaksın ama ben hatırlayacağım ve sana anlatacağım.’ diye yanıtlamıştı. Bu ses kaydı hem o sözü yerine getirir, hem de dostluklarının devam ettiğini-edeceğini gösterir.
Film, yetişkinlerin ve çocukların sosyal hayatın getirdikleri karşısındaki duygu durumlarını belgeselvari bir yalınlıkla ve duygusal bir biçimde sunuyor. Filmin en temel doktrini ise; hayata çocuk gözüyle bakabilmek ve onların da yetişkinler gibi kaygıları, duygusal ihtiyaçları ve problemleri olduğunu hatırlamak. Zira her yetişkinin içinde bir çocuk barındırdığını bazen unutabiliyoruz. Yazımı Çinli düşünür Mensiyüs’ün bir sözüyle bitirmek istiyorum; Çocukluk saflığını kaybetmeyen adama, büyük adam denir.
tolga_oscar@hotmail.com
Yorum
Kutluyorum süper bir anlatım
Kutluyorum süper bir anlatım
Yeni yorum ekle