Eleştiriye Komşu Olmak ya da Kendimiz!
Tenkit Demokles’in Kılıcı, Eleştiri Pamuk Şekeri midir!
Ümit Yaşar Gözüm
Eski zamanların güçlüsü, şimdilerin sokak diline dönüşmüş “tenkit”i ile entelektüel dünyanın keskin kılıcı “eleştiri” kavramı arasındaki ilişkiyi sorgulayarak başlayalım kavram çözümlemesine. Eleştiri/tenkit üzerindeki algı ve/veya yargı, sözlüklerde ifadesini bulduğu üzere sadece eski/yeni, sokak dili-aydın bakışı farklılığı mıdır!
Sözlüklerdeki karşılığı: kişi, eser, konu vb. doğru ve yanlışlarını göstererek anlatmak amacıyla yapılan konuşmalar veya kısa metinler midir! TDK açısından aralarında hiçbir farklılık bulunmayan eski/yeni dilin gelişmesi gibi duruyor.
Oysa bu tanımlar sanki daha çok tenkit sözcüğünü tanımlıyor! Bu tanımlarla çizilen sınırlar, kavramı daha çok sözlü kültürün bir parçası olarak gösteriyor.
Şöyle ki; sanat-edebiyat- düşünce eserleri üzerine yapılan eleştirinin bir kalıba sığdırılması olası görünmüyor. Bu alanlardaki bir eseri, metni hem yapı hem içerik hem de özgünlük bakımından ele alarak eleştiri yapmanın sınırı farklıdır. Kritic, bir hükmetme sanatıdır. Eleştirmen eser/yazar-sanatçı üzerine bir değer katma görevini üstlenmiştir. Burada hem yazar-sanatçı-yapıta karşı hem de topluma karşı bir sorumluluk yüklenmiştir.
İşin içine değer kavramının girdiği ve eser üzerinden ortaya konulacak görüşler; yetkinlik veya gelecek vaat etme üzerinden yapılır. Tenkit dilinde ise başarı/yeterli veya yetersizlik/başarısızlık örnekleri ile tanımlanmayı öngörür. Dolayısıyla tenkit olumsuzlamaya, karşılaştırmaya dayanır. Eleştiri ise daha çok değer kavramı üzerinden ilerler!
Her alanın kendi kanonları, tanımları veya yasaları vardır. Yazılı metinlerde dil, tarz, kurgu, cümle yapısı, sözcük dağarcığı vb. bunlar birleşince yazın sanatını oluşturur. Sanat eserinde de her alanın kendi tekniği ve estetik değer ölçütleri vardır. Bunların toplamı sanatçının yaratma gücüyle birleşince eser ortaya çıkar. Başlangıçta bu değerleri taşımayan biçim kazanmış nesneler aslında yok hükmündedir. Eser ile yazar/sanatçısı arasındaki ilişki, özgün olmakla başlayıp, gerçekliği, okur/izleyici üzerinde yaratacağı etki ve toplumsal yarar üzerinden ilerler.
Eleştirmen eleştiriye değer bulduğu esere dokunduğu andan itibaren kendini bir kenara koymuş ve başarılı yanını izleyici/okurun görmesine odaklanır. Ki, eleştiri; değerlemeye değer eser üzerine yapılan şey iken, olumsuz eleştiri diye bir şeyden bahsedebilir miyiz! Ama tenkit daha çok olumsuz bir dil çağrısıdır.
Eleştiri iyi/yetkin olanın değerini ortaya çıkarma işidir. Kendi tarzı içerisinde ve genel geçer yazın veya sanat ilkeleri kapsamında yapılan işlere getirilecek öneriler …. Olmalı, olabilseydi … şeklinde belki! Yoksa, bir ressamın sanatını veya eserlerinden birisi üzerine yazarken/ konuşurken, renk bilgisi yok, fırçası da yetersiz, kompozisyon eksik, perspektif yok vb. gibi yorumlar eleştiri değil, dedikodudur. Eleştirmen böyle bir çaba üzerine asla kafa yormaz/ yormamalı, çünkü ortada eser diye bir şey yoktur. Kötü ve yetersiz tenkitin işidir. Çünkü olumsuzu, olumsuzlama da ayrı bir beceri ve çaba gerektirir! Ancak bunun toplumsal bir yarar içermez. Değersiz olanı eser/yazar sanatçı yerine koymak yerine ‘yok saymak’ daha etkili bir yöntemdir. Her çaba değerlidir diyerek, entelektüel aklı, sıradan işler üzerine yönlendirmek ciddi bir emek ve zaman kaybı sayılmalı! Aksi sıradanlığın dehlizlerinde gezinecek entelektüel çabanın kanonik değerleri belirlemesi okura veya izleyiciye yol göstermesi olası görünmüyor! Dijital çağla birlikte ortaya çıkan yok hükmündeki metinler veya sanatsal işleri eleştiriye konu etmek, onlara haksız değer katmaktan başka bir anlam taşımaz.
Yokluk üzerine düşünme ve değerleme filozofların işidir. Bu açıdan “yerinde kompozisyonlar üreten sanatçının resim sanatının tekniğine hakim olduğunu, fırça darbelerini ve yaşadığı dönemin ruhunu temsil ettiğini, bunun yanı sıra renk skalasını biraz daha çeşitlendirmesi gerektiğini….” söyleyen eleştirmen sanatçıya yol göstermiş olur. Ne sanatçıyı yargılama, sorgulama ne de kendi düşlerini sanatçıya aşılama gibi bir görevi asla yoktur eleştirinin.
Neden artık eleştirmen yetişmiyor sorusunun yanıtı zaten hiç olmadı mıdır! Eleştiri ile dedikoduyu aynı sanmak ya da aynı bardağa doldurmaya çalışmak kitlesel sıradanlığa teslim olmak mıdır!
Sahi kültür, sanat ve edebiyatta eleştiri sizin neyiniz olur.
Ortak aklı yaratmaktan, kanonlar hazırlamaya uzanan nesnelliği sağlayan şey nedir?
Bu yönüyle eleştiri kavram üzerine düşünürken veya sanat edebiyat eleştirisi yazarken şair Max Jakop’u hatırlarım. Kendisi Picasso hayranıdır ve onu ilahlaştıran bir isimdir. Bir gün ne yaptığını soran Picasso’ya “tarzımı düzenliyorum.” Dediğinde, Picasso “Tarz diye bir şeyin varlığına hiç inanmadım. Öyle ya, tanrının bir tarzı mı vardı? O da, tıpkı benim gibi, var olmayanı meydana getirdi…” diyerek eser eleştiri bağı üzerine bizlerin düşünmesine kapı aralar.
Bir başka yaklaşımda ortada yazar yok, sanatçı yok eser yok peki eleştirmen neyi yorumlayacak!
Eleştirinin başarısı kimin yaptığına değil, kimin entelektüel birikim ve çıkarsız yaklaşıma sahip olduğuna bağlıdır.
Şu bir gerçek ki, eleştirmen ömrünü ötekilerin yaptıkları üzerine adamaya ve yazardan, sanatçıdan daha ileride duracak birikime sahip olmayı gerektirir. Artık kimsenin ötekine ayıracak zamanı yok ve sokak entelektüel bakışı dışlıyor. Bir zamanların kanonik değeri sayılan bildik eleştiri metinlerinin yerini, bilgisayar tuşlarına dokunma becerisine sahip olanların karalamaları ya da halkın tanımlamasıyla yıkama ve yağlamaları aldı!
Eleştiri ile dedi/koduyu bir sayan kahve/cafe sohbetlerine değinmek gerekir! Sıradanlığa teslim olmuş aklın, objektif kalması ve de özgün şeyler yaratması mümkün olabilir mi! Özellikle de eleştirel metinler ortaya koyma çabasında, bu çok daha zordur…
Eleştiri kendi yatağını terk edeli uzun zaman oldu: Eleştirmen ve daha çok o unvanı taşıdığını düşünenlerin, felsefenin en basit sorgulama eylemini yerine getirememesinden kaynaklanan bir karmaşanın eseri olmaya yüz tuttu eleştiri.
Bu cehalet zincirinin halkaları böyle yol alırken öbür taraf çok mu doğru yolda ilerliyordu: Hiç de düşündüğümüz kadar masum değiliz diye seslendi üstat! Kendini phill ile bilge arasına sıkışmış hisseden kişiliklerin, yazılarında ise, eleştiri tipik felsefi metinlere dönüştü. Oysa eleştiri iki arada bir derede yapılacak bir eylem değildi!
Eleştirmen olduğunu iddia eden bir grubun da ‘eser’i metin ya da yapıtı kendi yorumunun esiri yaptığının farkında bile değil.
Yapıtın kendisine sadık kalmadan yapılacak her değerleme, özden uzaklaştığı için eleştirel bir anlamı taşımaz. Bir yorum, açık arama, övgü yaratma vb. olabilir ama eleştiri asla!
Üzerinde yazmaya değer görülen şey, olumsuz veya olmalıydı türünden öneriler silsilesine dönüşürse değersiz olana değer katma çabasına dönüşür. Ki, büyük hatalardan biridir . Eleştiri de sonun başlangıcı tamda bu algı hatasıdır.
Anlamın kendisinin değiştiği yerde eleştiri değil de ötekinin fantazileri devreye girmiş demektir.
Dijital Çağ öncesi başlayan bir süreç yaşanıyor, derin olan her şey kendine çekiliyor adeta, coşkun bir nehrin suskunluğu gibi. Oysa birilerinin gerçeği ortaya koyması gerekiyor!
Yoksa anlamın yaratacağı boşluğu anlayamamanın sığlığı alacak. Aklın saf ışığına uzak birey ve giderek yüzeyselleşen toplumsal algının yarattığı karanlık! Özellikle de bizim gibi henüz ne sanatta ne de edebiyatta kanonlarını oluşturamamış toplumlar için, geçmiş öldü, gelsin yüzeysel gelecek!
Şimdi gelelim yazar veya sanatçıların eleştiriye ne kadar yakın ve yatkın olduğuna!
Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, istisnaları el üstünde tutarak, çoğunluk eleştiriyi ya olumsuzlayan “tenkit” olarak algılıyor ya da ‘kendinden bahseden methiyeler dizisi” olarak görüyor. Hatta özel siparişle “aman al eseri, yaz methiyeyi” gibi kutsal beklenti içerisine sokuyor kendisini. Kimsenin derdi değer/nitelik değil, nicelik üzerinden ötekine dokundurma! Bu açıdan baktığımızda ne eleştirmen yetişiyor artık, ne de örnek gösterilebilecek eleştirel metinler görebiliyoruz!
Eleştirinin sipariş metinler yazmak olmadığını, kültür sanat, edebiyat ve düşüncenin vazgeçilmez ışık tutanı olduğunu yeniden hatırlamaya ihtiyaç var.
Tanıdık eleştiri, çekildi kendi zindanına, artık daha sığ ve daha karanlıktayız. İyi ile doğru, başarılı ile sanatsal, estetik olanla sıradanın ayırdından giderek uzaklaşılan bir cehaletin baş yapıtına dönüşüyor insan!
Yorum
Demokritos
Üstat kutlarım farklı yaklaşmasını yine. Eleştiri objektif bakıştır diyebiliriz. Oznelliktwn arınmış birey bulmak kolay mı
Üstat elime 90 yılının milli…
Üstat elime 90 yılının milli kültür dergisi geçmişti bir sahafta. Karıştırınca adınızı gördüm ve satın alıp okudum. Dosya başlığı ilginçti:Eleştiri ne tür bir parazittir. Başlık şaşkınlık vermişti. Sunuş yazınızı okuyunca anladım haklılığını. Çok etkileyiciydi. Bilgi çağının ilk habercisi ilk radyo dalgasının yaydığı parazit tizlemelerdi. Ve hükmünüz hala dilimin ucunda. ARTIK GERİYE DÖNÜŞÜ YOK İNSANLIĞIN. Diyordunuz.
Bu yazınızda öyle Cehaletin kucağında zavallılaşan insan ve teknolojinin yarattığı cahil cesareti. Teşekkürler sevgiler
Üstat yazılarınız la yeni…
Üstat yazılarınız la yeni karşılaştım. Tamamını okuma mutluluğuna erdim. İtiraf etmeliyim ki si,i okuduktan sonra bir felsefeci olarak keşke hepimiz sizin sanatsal dilinizi yakalayabilsek. Her cümleniz ayrı bir başlık. Sadece yüreğinize sağlık diyorum.
Üstat yazılarınız la yeni…
Üstat yazılarınız la yeni karşılaştım. Tamamını okuma mutluluğuna erdim. İtiraf etmeliyim ki si,i okuduktan sonra bir felsefeci olarak keşke hepimiz sizin sanatsal dilinizi yakalayabilsek. Her cümleniz ayrı bir başlık. Sadece yüreğinize sağlık diyorum.
Yeni yorum ekle