Aile Fotografları

Edebiyat

Aile Fotografları

Ülkü Yalım Günay

Ablamla ikimiz, katıla katıla gülerken annem yanımıza geliyor.

“Neye gülüyorsunuz böyle?” diye soruyor merakla.

“Şu sümüklü kızagülüyoruz” diyoruz, resim albümünün açık sayfasındaki

vesikalıkfotoğrafı parmağımızla göstererek. Annem eğilip bakıyor. “O

fotoğraftaki kız benim” diyor, “anneniz.”

Gülüşümüz soluveriyor.

“Nasıl yani?”

Bir anneme, bir küçük fotoğrafa bakarak, inanmaz inanmaz soruyoruz bu soruyu. Suç işlemiş gibi eziliyoruz.

Annem temizlik yapıyor. Böylesi günlerde, ayak altında dolaşmayalım diye, ablamla ikimizi divana oturtup önümüze resim albümlerini koyar, oyalar bizi. Çünkü albümlere bakarak eğlenmeyi çok severiz. Bizim için oyuncak kadar değerlidirler. Henüz bebek olan kardeşimizin uyanmaması için sessiz olmamız gerektiğinden, en gürültüsüz oyalanma yöntemi debudur.

Babamızın albümler dolusu fotoğrafı var. Çokça arkadaş fotoğrafıyla birlikte, gençlik yıllarına, yurt dışında öğrenci olduğu dönemlere, annemle evlenmeden önceki bekârlık yıllarına ilişkin fotoğraflar bunlar. Hepsinde de çok yakışıklı. Babamıza hayranız. Ama annemin, birkaç toplu okul fotoğrafını saymazsak   eskiye ilişkin çok resmi yok. Sanki hayatı, babamla nişanlandığı gün başlamış gibi. O gün çekilmiş,ikisinin baş başafotoğrafı da zaten, büyütülmüş olarak duvarımızda asılı. Sonraları, babamın yurt dışından alınmış körüklü fotoğraf makinesi ile çektiği, ya da yılda bir kez topluca fotoğrafçıya giderek çektirdiğimiz aile fotoğrafları da eklenmişalbümlere.”

Annem yeniden işine döndüğünde, ablam bana usul sesle; “Annemize sümüklü kız dedik, biz çok kötü çocuklarız.” diyor. Ben zaten çok üzgünüm, büsbütün suçlanıp, için içinağlamaya başlıyorum.

“Ama onun annemiz olduğunu bilmiyorduk ki.”

“Olsun akıllım, yine de kötü bir şey yaptık.”

Oda çok üzgün.

Albümün açık sayfasına, o küçük resme gözümüzü dikmiş,içimizi çeke çeke sürdürüyoruz ağlamayı.

Annem, kucağında küçük kardeşimizle geliyor yanımıza. Ağladığımızı görünce çok şaşırıyor kadıncağız.

“Güzel güzel eğleniyordunuz, ne oldu size?”

Sesimizi iyice yükseltiyoruz bu kez. Albümün açık sayfasına göz atınca neden ağladığımızı anlıyor sanırım.

“Bebeği yanınıza alın, ilgilenin, mamasını hazırlayıp birazdan geleceğim” diyor.

Uykudan yeni uyanmış kardeşimizin tatlı gülücükleri bile teselli edemiyor bizi. Öylesine üzgünüz.

Annem mama tabağıyla gelip yanımıza oturuyor. Ablamın kucağına aldığı kardeşimizi beslemeye başlıyor. Çok üzüldüğümüzü bildiğinden teselli ediyor bizi; “O silik vesikalık resim çekildiğinde on iki yaşındaydım” diyor. “Orta okula kaydımı yaptırmak içinfotoğraf gerektiğinden, bir sokak fotoğrafçısı tarafından, aceleyle çekilmişti.”

“Ama sana hiç benzemiyor.”

“İnsanlar büyüyünce değişirler. Siz de ilerde, kendi çocukluk fotoğraflarınıza bakarken, ne kadar çok değişmiş olduğunuzu görüp şaşıracaksınız.”

“Neden sümüklüsün peki?”diye soruyorum, ablam bana ateş saçan bir bakış atıyor.

Annem gülerek anlatıyor; “O gördüğünüz lekeler, resmin arabının çekildiği cam üzerindeki lekeler. Cam bayatlayınca fotoğrafta böyle lekeler oluşurdu.”

Pek bir şey anlamasak da dinliyoruz. Cam ne, arap ne?

     Annem anlatmayı sürdürüyor.

“Dedemin kervanını dağıtıp genç karısını ve altı çocuğunu geçindirmek için hazırdan yemeğe başladığı yaşlılık günlerinde, ablasını okuldan alıp para kazansın diye halı tezgâhının başına oturtması annemi çok derinden etkilemiş. Hem teyzem artık onunla birlikte okula gelmediği için üzülüyormuş, hem de

ilkokulu bitirdiğinde kendisinin başına da aynı şey gelirse diye çok korkuyormuş. Okumayı öylesine istiyormuş ki, babası onu okuldan alırsa evden nasıl kaçacağının planlarını bile yapıyormuş gizli gizli.

Okuldan döner dönmez hemen ablasının yanına, halı tezgâhının başına koşuyormuş. Bir yandan halıya yardım ederken bir yandan da o gün okulda öğrendiklerini ona anlatıyormuş. İkisi de içlerindeki, teyzemin bir gün yeniden okula döneceğine olan umudu yitirmemeye çalışıyorlarmış. Halı bir an önce bitsin diye çırpınıyorlarmış.

Annem, yüreğinde hep aynı üzüntü ve tedirginlikle ya geceleri gaz lâmbası ışığında ya da sabah erken kalkıp ders çalışarak, ilk okulu başarıyla bitirmiş.

O yaz evde, içini kemirip duran korkusunu bastırmaya çalışarak, söylenen her işi hiç karşı gelmeksizin yapmış. Her gün mahalle çeşmesinden su taşımış, küçük kardeşlerine bakmış, halı tezgâhının başındaki ablasına yardım etmiş, koca avluyu süpürmüş, anneannemle birlikte çamaşır bile yıkamış. Dedemi kızdıracak her türlü davranıştan uzak durmuş kısacası, onun kahvesini hele hiç aksatmamış.

Sonbahara doğru yüreğindeki kaygılar öylesine yoğunlaşmış ki geceleri uyku tutmaz olmuş artık. İştahı kesilmiş, zayıflamış. İğne ipliğe dönmüş.

Bu arada halı bitmiş, iyi de para getirmiş, ama sonuç iki kardeş için de büyük bir yıkım olmuş. Çünkü biten halının hemen ardından yenisi ısmarlanmış ve konmuş tezgâha. Teyzemin kaderi böylece belirlenmiş. Ne yazık ki okula bir daha dönememiş. O tezgâhın başından daevlenip koca evine gidinceye kadar bir daha hiç kalkamamış.

Annemin günden güne mum gibi eridiğini gören dedem, onun halinemi acımış, yoksa okumaya bunca hevesli olmasından mı etkilenmiş bilinmez, sonunda orta okula yazılmasına izin vermiş. Birlikte okula gitmişler. Vesikalıkfotoğraf çektirmeleri gerektiğini öğrenince dedem onu, caminin yan duvarının dibinde, gölgede müşteri bekleyen sokak fotoğrafçısına götürmüş.Onun da aynı babamınki gibi, üç ayaklı bir sehpa üzerine kurulan, körüklü bir makinesi varmış. Aynı babam gibi, siyah bir örtünün altına girip ayarlıyormuş makineyi. Adam camların biraz bayat olduğunu, resmin çok net çıkmayabileceğini söylemiş. “Bu kimin umurundaydı ki? Resim olsun da…” diyor annem.

İşte bu fotoğraf o fotoğrafmış.

Annemiz, ortaokula başlayacağı için sevinçten uçuyormuş o gün.”

 

“Ağlamayın” diyor bize,“o sadece bir fotoğraf. Sizler, okula başlayacağınız zaman fotoğrafçıya gideceğiz, o düzgün bir biçimde, tıpkı kendinize benzeyen güzel fotoğraflar çekecek.Biliyor musunuz ben bu fotoğrafın çekildiği gün çok mutluydum. Fotoğrafta çirkin çıkmak umurumda bile değildi. O zamanlar asıl üzücü olan kızların okumasını engelleyen zihniyetti. Biz hep o korkuyu duya duya büyüdük. Büyüklerin her an; artık yeter, evde otur, ev işlerine yardım et deme olasılığı vardı çünkü, kızları okula göndermemek suç değildi o zamanlar.”

Bu anlattıklarına pek akıl erdiremesek de artık o küçük fotoğrafa başka gözle bakar olmuştuk.Annemizin gerçekte sümüklü bir kız olmadığını öğrenmek oldukça rahatlatmıştı içimizi.

Babam, biz kardeşleri yan yana oturtup, o üç ayaklı sehpanın üzerine kurduğu körüklü makinesiyle resmimizi çekerken hep gülerek, “baba camlar bayat olmasın sakın, yoksa sümüklü çıkarız.” diye şaka bile yapıyorduk artık.

O fotoğraf makineleri, o sokak fotoğrafçıları, camlar, araplar sessizce çekilip gittiler hayatımızdan. Sonraları filme çeken makineler icat oldu.Siyah – beyaz fotoğraflar, karanlık odalarda resim tabetmeler, rötuş yapmalar, sonraları bize mucize gibi gelen renkli fotoğraflar, hepsihepsigelip geçti hayatımızdan. Hem de ışık hızıyla.

Şimdi çocukluk fotoğraflarımıza bakıp iç geçirme sırası bizde. Bizden sonraki kuşağın fotoğraflarıysa yalnızca sanal ortamlarda yitip gidecek gibi görünüyor.

Resim albümleri de çoktan tarihe karıştı.

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.