Analar
Sibel Ünal
Hayat, büyülenmişçesine içinde kaldığımız yerdir ve burda bütün yeryüzü armağanlarını sunan, ona aracılık eden de kadındır, anadır. Dünyanın ruhudur o dişil enerji; varlığıyla kâinatı rengine boyar, devamlılığını sağlar.
Robert Briffault’un Analar adlı kitabını ilk okuduğumda kadın olarak kendimdeki gizi, dönüştürücü gücükavramıştım. İçimde kadim geçmişe, köklerime uzanan bir sürgü vardı ve benkudretli bir iple bağlıydım oraya.
Ancak kapitalist sistemin kışkırttığı erkek egemen dünyanın ritmi içinde kaybolduğum, kendimi unutuşa bıraktığım da oldu. O zaman elimi yeniden uzattım kitaba. Bana gücümü hatırlattı, ışığımı parlatmamı sağladı.
Okudukça, ‘ilkel’denen o yaşamlarla günümüz ‘modern’ yaşamı arasındaki örüntüyü sorguladım. Olguları,yalın ve tek tek ayırıp önüme serdiBriffault. Bugünün toplumsal düzeninin, değerlerinin, yaşam pratiğinin bambaşka bir noktadan nasıl evrilerek gelindiğini açıklıklaortaya koyar yazar.
Morgan ve Bachofen’in yaşayan eski topluluklar üzerinde yaptıkları alan çalışmalarından oldukça yararlanan Briffault, onların vardıkları sonuçları daha da ileriye taşır. Sadece soy çizgisinin anaerkil dizgeyi devam ettirmekle kalmadığını, kadınların toplumsal açıdan egemen olduğu uzun bir dönemin varlığındanda söz eder.
Başlangıçta insan topluluklarının baba çevresinde değil, ana çevresinde kümelendiğine ve buna göre biçimlendiğine değinir. Erkeğin kadının ailesine katıldığını ve ana soyunun bu temelden hareketle devam ettiğini; dayının konumunun babadan daha önemli olduğunu, soyun ve mirasın ana yanlı bu temelden yürüdüğünü ortaya koyar. Ayrıca misyoner rahiplerin, doktorların, seyyahların, kaptanların notlarını, güncelerini, gözlemlerini de aktarır.
MASİNİSSA...MAS NİSSA…NİSSA’NIN OĞLU
Numidianlarda çocuklar analarının adlarını alırdı; örneğin mas sözcüğü, oğlu anlamına gelmekteydi. Masinissa yani Nissa’nın oğlu. Gula’nın oğullarının adları ise Misagenas, Micipsa, Masgaba’dır.
Peru, Orinoco yerlilerinin son derece garip bir geleneği vardı. Kadınlar, kocalarının peşinden gitmeyip, tersine kocalar karılarının izlerini sürmekteydi. Yabanıl bir erkek evlendiğinde kendi evini bırakır;hamak, ok, yay ve daha bazı ufak tefeközel eşyasıyla kayınpederinin evine yerleşirdi. Hep orada yaşamaya devam eder.
Zuni kabilesinin güzel kızı, bir delikanlıdan hoşlandığında ona bir parça gelin ekmeği verir; böylece çiftin birlikte olduğu ilan edilmiş olur. Erkek bu andan itibaren onu mutlu etmeye uğraşır; kız için giysiler diker, çarıklar yapar, güneşin altında saçlarını tarar.
Caraja yerlilerinde ise, ev ile evin içinde bulunan eşyalar, ayrıca kayıklar da kadınların malıdır; kocalar yalnızca kadınlarla kalabilirler.
Tuareg’lerde soy, kadının soy çizgisini izler ve çocuk, anasının koşullarına uygun bir yaşantı sürer. Erkeğin mülkü ve toplumsal konumu, çocuklarına değil, kız kardeşinin çocuklarına kalır. Havva’dan türediklerine inanan Tuaregler, Âdem diye birini tanımamaktalar. İbn Batuta daSahra’daki Targi topluluğunun anaerkil özelliklerini ilk fark eden gezgindir. Kadınların son derece güzel ve erkeklerden daha önemli kişiler olduğundan söz eder.Toplulukta kimsenin babasının adını taşımadığını, herkesin dayısının soyundan sayıldığını bir kez daha görürüz burada.
Analar, günümüze dek gelmiş hiçbir aşağı evre toplumsal kültüründe ataerkil evlilik, ataerkil aile ya da ataerkil ahlak anlayışının görülmediğini açıkça gösterir bize.
Kadınların zihinsel işlevleriyle ilgili güdülerinin toplumsal evrimde ne denli yönlendirici etki yarattığı bilinen bir gerçektir. Doğurganlıklarından doğan doğal işlevlerigereği uzun evrim süreci içindedaha uyanık, dikkatli ve başkalarını düşünme yetisigeliştirmişlerdir. Hoşgörülüve yapıcıeğilimler kazanmışlardır. Buna göre ilkel koşullarda dişi yalnız erkek kadar akıllı değil, düpedüz ondan üstündür, der Briffault.
Görülüyor ki,anaerkil dönemde toplum daha barışçıl, paylaşımcı ve eşitlikçi bir yapıdaydı. Tarihsel evrim süreci boyunca bu durum ne yazık ki biz kadınların aleyhine değişmiştir. Ekonomik gücün erkeğin eline geçmesiyle kültürel, sosyal ve siyasal yapı da buna bağlı olarak dönüştü. Bu ise kadını toplumsal ve kültürel etkinliklerin dışında bıraktı ve gelişmesine sekte vurdu. Sömürücü bir sistemin egemenliği altındaki dünyada,biz kadınlar yeniden kendi gücümüze kavuşmalıyız!Her alanda özgür, eşit ve kendini ifade eden birer birey olarak varlığımıza sahip çıkabilir, kendi kendimizi inşa edebiliriz.
sblunal34@hotmail.com
Yeni yorum ekle