BEYAZ SABUN

Edebiyat

BEYAZ SABUN

                                                                                                                      16 Ocak 1990

Sevgili Günlük,

Bugün sana çok yazacağım. Kafanı şişirirsem bana kızma olur mu? Öğretmenimiz bize kimse sizi dinlemiyorsa siz de yazın diyor. Hepimizin bir günlüğü olmalıymış. Kendimizi kaybetmememizin bir yoluymuş günlük tutmak. Kendimizi kaybetmek ne demek anlamadım ama öğretmenim diyorsa doğrudur. Aslında bugüne kadar ne yazacağımı bilmiyordum.

Ama bugün biliyorum.

Sana anlatacağım o kadar çok şeyim var ki…

Öncelikle yazımdan dolayı senden af diliyorum. Öğretmenim çok akıllı, çok çalışkan olduğumu ve çok iyi yazdığımı söylüyor ama yazımı düzeltmeliymişim. İlerde çok daha güzel yazacağıma sana söz veriyorum.

Neyse çok uzattım. Olanları anlatmaya baştan başlayayım en iyisi. Biz her sene sınıfta yılbaşı çekilişi yapıyoruz. Öğretmenimiz sınıftaki herkesin adını ve kendisininkini de kağıda yazıp bir kaseye atıyor ve tek tek çağırarak kaseden bir kağıt seçmemizi istiyor. Seçtiğimiz isim yılbaşı hediyesi alacağımız kişi oluyor. Bir de çektiğimiz ismi kimseye söylemememiz için bizi sıkı sıkı tembihliyor. Sürpriz olursa daha heyecanlı olurmuş. Ben öğretmenimi dinledim ama bazı arkadaşlarım dayanamayıp paylaştı birbiriyle. Bu sene öğretmenimizle son senemiz olduğu için (ben artık beşinci sınıfım) bu çekiliş çok daha önemliydi. Sınıfta büyük bir yılbaşı partisi hazırladık. Herkez ay pardon HERKES (öğretmenimiz yazım yanlışlarına çok kızıyor da) evden hazırladıklarını sınıfa getirdi ve birlikte hem yiyip hem dans ettik. Sınıfı da arkadaşlarımla birlikte süsledik. Bir de hediyelerimizi vermeden önce öğretmenimiz o arkadaşımızla ilgili bir şeyler yazmamızı istedi. Benim yazdığım çok beğenildi. Alkışlardan anladım. Başlarda heyecanla beni çeken kişinin adımı söylemesini beklerken gittikçe sona kaldığım için üzülmüştüm. Çünkü arkadaşlarım çoktan hediyelerini açmışken ve sınıfta heyecanlı kahkahalar atılırken adımın okunmamış olması beni çok üzdü. Sonra harika bir şey oldu. Öğretmenim tahtaya çıktı ve benim adımı söyledi. İlk başta heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Bir anda sınıftaki tüm sesler kesildi ve herkes merakla, biraz da kıskançlıkla bize bakmaya başladı. Sonrasında tahtaya çıktığımda benimle ilgili düşüncelerini söyleyip(öyle güzel şeyler söyledi ki) bana hediyemi verdi. Harika bir günlük-yani sen- ve çok güzel bir çift toka. Ama toka diyorsam öyle sıradan bir toka değil. Öğretmenimin; ‘sırma saçlarına ancak bu tokalar yakışır’ dediği, renkli kurdelelerin üstüne işlenmiş minik uğur böceklerinden oluşan bir çift toka. Hayatımda aldığım en güzel hediyeydi bu. Öğretmenime sarılırken ‘hayatım boyunca saklayacağım bu tokaları’ dedim. O ise bana ‘hiçbir şeyi saklama, kullan onları… Öyle kullan ki eskisin kullanılmaktan’ dedi. Anlamadım. Olsun. Öğretmenim diyorsa doğrudur. Ama geçen hafta çok kötü bir şey oldu ve ben tokalarımı kaybettim. Çok ağladım. Annem de babam da bana aynısını alacaklarını söylediler. Aynı olması bir şeyi değiştirmiyordu ki… Ben öğretmenimin eskit dediği tokaları daha yeniyken kaybetmiştim. Sanırım çok ağladım ki herkes bıktı benden. Ablam bana ‘amma da uzattın bir çift kıytırık tokanın kaybını. Bir susmadın, kafamızı şişirdin’ dedi. Babaannem ise- daha ondan bahsetmedim sana- ‘kaybettiğin hiçbir şey için üzülüp, ağlama sakın. Emin ol onlar kaybolmadı. Bir gün senin gülümsemeye çok ihtiyacın olduğunda ortaya çıkıp seni mutlu edecekler. Gör bak’ dediğinde pek anlamamıştım ne dediğini.

Babaannem demişken sana biraz da ondan bahsetmek istiyorum. Babaannem çok yaşlı ve evi olmadığı için biraz bizde biraz da halamda kalıyor. O ‘biraz’ anneme çok geliyor herhalde. Çünkü ne zaman bize gelse ‘hah geldi gözümün çırası, kalacak yine altı ay başımıza. Aklını da kaybetmiş iyice zaten (akıl nasıl kaybedilir orayı anlamadım. Benim tokalarımı kaybettiğim gibi mi acaba?)’ diyor. Ne zaman babaannem bize gelse annemin yüzü gülmez oluyor. Babamsa daha sinirli… Araları bozuluyor sanki. Eskisi gibi birbirleriyle şakalaşmaz oluyorlar. Ama ben mutlu oluyorum onun gelmesine. Bana çok güzel hikâyeler anlatıyor. Bir tek gelince yatağımı ona veriyorlar…Ona birazcık üzülüyorum. Ama annem ranzada yattığımız ve ablam büyük olarak üstte yattığı için mecburen altı yani benim yatağımı verdiklerini söylüyor. Ben de odamızdaki çekyatta yatıyorum. Açılınca yatak, kapanınca koltuk olan bir şey. Bazen babaannem ben ders çalışırken yattığı yerden şarkı söylüyor. Anlamadığım bir dilde ama. Sorduğum zaman Fransızca olduğunu söylüyor. Piyano öğretmeni öğretmiş söylediğine göre. Anneme bahsettiğimde ‘aklını kaybetmiş ya ondan öyle söylüyordur. Nerden bulmuş piyanoyu bir de üstüne şarkı öğreten öğretmeni bulsun’ diyor alay ederek. Kimseye söyleme ama ben babaanneme inanıyorum. Annem kızmasın diye ses çıkarmıyorum. Annemi çok seviyorum aslında ama kızgın olunca korkuyorum biraz. Babam da korkuyor sanki annemin kızgınlığından. Ne zaman babaannemle yalnız olsa ona sarılıyor, öpüyor. Ama annem olunca daha uzak duruyor babaannemden. Sanki babaannemin bize gelmesi babamın suçuymuş gibi her şeye daha sessiz kalıyor. Esas benim kızmam gerekmiyor mu sevgili günlük? Sonuçta yatağını veren benim. Ama ben küçüğüm ya kimse beni önemsemiyor. Bir de babaannemin ne zaman ağrıları olsa ve bacaklarını ovdurmak istese bana söylüyor. Ablam hep bir bahane bulup, kaçıyor. Ben bulamıyorum bir şey. Hayır diyemiyorum o kadar acı çekince. Yaşlı olmak acı çekmek herhalde. Bir gün babaanneme böyle dediğimde güldü ve‘‘ yok kızım öyle düşünme sakın. Bir tek yaşlıların ağrıları olmaz hem. Senin de bazen karnın ağrımıyor mu? Ağrılarımızın yeri değişiyor sadece. Yaşlanmak görmek, geçirmek demek. Çocuklarının mürüvvetini görmek, onların meyvelerini tatmak demek’ dedikten sonra ince, kemikli elleriyle beni kendine çekip koklayarak öptü. ‘Bak babanın meyvesinin tadına bakıyorum şimdi, gördün mü?’ dedi gülerek. Ona sarıldım ben de. Benim babaannem her zaman mis gibi beyaz sabun kokar. Ne zaman ona sarılıp koklasam mutlu olurum. Ama biraz da hüzünlenirim. Nedense beyaz sabun kokusu- o ne kadar kötü bir şey değil dese de- bana yaşlılığı hissettirir. Ona sarılırken hiç görmediğim dedemi sordum. ‘Özlüyor musun?’ dediğimde içine çektiği nefesi hissettim göğsüne yasladığım yanağımda. Sanki o nefesi bırakırsa dedemi de bırakacakmış gibi tuttu içinde bir süre. ‘Özlemez miyim? Tabii ki özlüyorum. Ama onu kaybetmiş olsam da anılarımı, sevgimi kaybetmedim ki. Ben var olduğum sürece o da var zaten. İnsanlar geride bıraktıklarıyla yaşamaya devam ederler bunu hiç unutma e mi benim güzel kızım?’ dediğinde yine bir şey anlamadım. Bu büyükler bazen çok karmaşık konuşabiliyorlar. Kayıp deyince birden aklıma annemin onun için dediği ‘aklını kaybetmiş’ sözü geldi. ‘‘Babaanne sen aklını kaybetmedin değil mi? Annem senin için hep ‘aklını kaybetmiş’ diyor. Hem akıl nasıl kaybedilir ki? Tokalarımı kaybetmem gibi bir şey mi? Aklımı kaybetmek istemiyorum’’ dediğimde babaannem daha çok güldü.

‘’Üzülme benim ballı lokmam. Yaşlanınca bazen kulaklarımız ağır işitiyor. Sorulara saçma cevaplar verebiliyoruz. O zaman da insanlar saçmalıyorsun demek yerine aklını kaybetmişsin diyorlar. Ama sen yine de sakın kimselere böyle deme olur mu? Kötü niyetle denmese bile kalp kırabilir bu tarz sözler. Hem akıl bu…Alıp başını gezmeye çıkan bir şey değil ki!’’ dediğinde ben kıkırdayınca o da güldü ve yeni bir hikâye anlatmaya başladı‘ gezmeye çıkan akıl’ diye.’’

 Biliyorum seni çok yordum. Yazım gittikçe daha da çirkinleşti sanki. Parmaklarım biraz ağrımış olabilir. Ama öğretmenim çok haklıymış. Yazmak bana çok iyi geldi. Şu anda kimse benimle konuşmak istemez biliyorum. Çünkü herkes çok üzgün. Ben de üzgünüm. Çok kötü bir şey oldu. Bugün okuldan eve geldiğimde evimiz alıştığımın dışında kalabalıktı. Bütün komşular, akrabalar-hatta annemle babamın sevmediği büyük amca bile vardı- bizim evde toplanmıştı. Ne olduğunu sorduğumda ‘babaanneni kaybettik’ dedi annem üzgün bir şekilde. Ona diyemedim ‘şimdi yok diye üzgünsün, niye varken sevinmedin peki?’ diye. Evde dolaştım bir süre ama kimse beni görmedi. İnsanlar ya sessizce kendi aralarında konuşuyorlar ya da konuşmadan öyle önlerine bakıyorlardı. Birkaç kişi de ağlarmış gibi gözünü siliyor, burnunu çekiyordu. Ama ben anladım numara yaptıklarını. Sonra kaçmak istedim o insanlardan. Bizim odamıza gittiğimde orada da bir sürü insan oturuyordu. Ablam da arkadaşlarıyla benim yatağımın üstüne oturmuş ağlıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. O gerçekten ağlamış. İnandım. Sonra annemle babamın odasına gittim. Kapalı kapıyı açıp, içeri girdim. Oda karanlıktı. İçeri girdikten sonra yatağın üstünde oturan karaltıyı gördüm. Babamdı. Ağlıyordu. Koşarak sarıldım ona ve bir anda onun da babaannem gibi beyaz sabun koktuğunu fark ettim. Korktum bir an. Beyaz sabun kokusu benim için yaşlılık, yaşlılık ise kayıp demekti. Sonra babaannemin dediğini hatırladım. ‘İnsanlar geride bıraktıklarıyla yaşamaya devam eder’ demişti. Ama bir şey demedim babama. O da beni duymazdı zaten. Hıçkırarak ağlıyordu çünkü.

Neyse çok yoruldum. Hem annemin içeriden sesi geliyor. ‘Yonca nerede?’ diyor. Bugünlük bu kadar. İyi ki varsın sevgili Günlük.

 

                                                                                                              16 Ocak 2023

Canı çok yanıyordu Yonca’nın. Geceden beri yaşadıkları kâbus gibiydi. Sürekli, olanları aklında çeviriyor yine de anlamlandıramıyordu yaşadıklarını. Sabaha karşı ablasının telefonuyla uyanmış, babasının kalp krizi geçirdiğini ve ambulans çağırıldığını duyduğu anda yataktan fırlamıştı. Hastaneye gitmesi ve babasını kaybetmesi arasında sadece dört-beş saat vardı. Vedalaşamamıştı bile. Öleceğini düşünmemişti ki vedalaşsın. Doktorun ‘başınız sağolsun, kaybettik’ demesinden şu ana kadar geçen zamanda ise bir tür robot gibi yaşamıştı günü. Şimdi ise herkes evlerine dağılmış, sadece çekirdek aile kalmıştı. Bir gece önce yaşıyor olan kişiyle ilgili anılar anlatılmaya başlanmıştı bile. Babasının odasında, yatağının başucundaki gece lambasını açmış elindeki küçük deftere ağlayarak bakarken, babaannesiyle babasının aynı günde ölmesinin tuhaflığını sorguluyordu. Birden kapının açılma sesiyle kendine geldiğinde on yaşındaki kızının endişeyle kendisine baktığını fark etti.

‘‘Anneciğim iyi misin?’’

‘’İyiyim kızım. Gel bak ne buldum.’’

Babasının kitaplığının, sıkıştığı için yıllardır açılmayan çekmecesinde bulduğu günlüğü bir elinde, kaybettiği tokaları diğer elinde ağlıyordu.

‘’Ne buldun anneciğim?’’

‘’Kaybettiğim kendimi.’’

‘’Benim kaybettiğim oyuncağım gibi bir şey mi kendini kaybetmek?’’

Elindeki tokalara bakıp, ‘aynen öyle kızım. Oyuncağını kaybetmek gibi bir şey ama bil ki o oyuncak bir gün senin gülümsemeye çok ihtiyacın olduğunda ortaya çıkıp seni mutlu edecek. Gör bak’’ derken hem ağlayıp hem gülüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum

Arzu Acar (doğrulanmamış) Per, 16 Kasım 2023 - 11:16

Harika..gözlerim doldu. Esra hanım hem tebessüm ettirdi hem düşündürdü teşekkürler

Serap Eroğlu (doğrulanmamış) Per, 16 Kasım 2023 - 16:03

“Beyaz Sabun” hikayesi beni yürekten etkiledi. Yazar diğer yazılarındaki gibi yine çok samimi, hayatın içinden ve sevecenlikle yazmış. Hikayedeki karekterler biziz, onun için okuması da ayrı keyif verici. Esra hanımın yüreğine ve emeğine sağlık👏🏻🧿

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
Dergi Sayısı