Önce Aklı Prangalanır Aşıkların…
Eliz Avaroğlu
Bir çift ahu gözün tek bakışının tesiriyle vurulup da avlanan yüreklerin, esarete düşmekten zerrece şikâyet etmeksizin-nerede ise- can vermeye can attığı bir aşk âleminin kıpkızıl günbatımında, huzurda dinlenmiş saatlerin mestlik hâliyle hitap etmekteyim sizlere ; öyle dingindir ruhum ve öylesine huzurlu , öylesine doygunum…
“Sayd eyledi bu gönlümü bir gözleri âhu,
Bend eyledi zencîre beni sünbül-i gîsu…
Bilmem ki ne sihr’eyledi ol gamze-i câdû?
Saplandı ciğer-gâhıma dek hançer-i ebrû…
Hûri mi acep nûr-i mücessem mi, nedir bu?”
Ömrünce hiç “bir çift gözün hüneriyle”yenilmemiş, “bir çift gözün hüneriyle” silkelenip de ‘kendine gelmemiş, “bir çift gözün hüneriyle” zamanı yırtıp, asırlarca ileri yahut geri bir vaktin hakikatine düşmemiş isen, sana dair olan duam -tez zamanda- böylesi bir kadere uğramandır güzel dostum…
Gönlünü avlayan sevdiceğinin umarsızca omuzlarına düşen sarı, kahve, siyah yahut ak saç tutamlarınca eli, kolu, bileği, ayağı -ama en çok da- aklı prangalanmış âşıkların, kaderin tatlı cilvesi ile kendilerine pay düşen bu “birbirine dolanma” hâlinden çözülmeyi sahiden istediğini mi sanırsın; inan bana çok yanılırsın…
Bana sihir’i sorarsan; “sihir” senin arzun, isteklerine yüklediğin tutkun, duaya duran ruhunun safiyetindeki çekim gücü nispetince; yahut korktuklarının, bastırdıklarının, yargılayıp kınadıklarının âleme yaydığı basıncın, hayatının bir anında patlayarak seni darmadağın ettiği bir yüzleşmenin mecburiyetiyle gerçekleşir…O, her halükârda emsalsiz bir deneyim, çok öğretici bir ders, yenilenmek için sana fırsat sunan büyük bir nimettir… Ve sen, iyisine “mucize”, kötüsüne “büyü” diyenlerin öğretisine rağbet etme; tesirine kapıl(ı)verdiğin her sihir -yine/sadece- senin ruhunda yer etmiş sihirbaz duyguların kudretince, onların -seni sarsa sarsa uyandırmak pahasına olan- tesirincedir…
Bilir misin ki, hiçbir âşık yolunda yayan ve vasıtasız değildir; bineği, dizginleri yârin ellerinde sımsıkı kavranmış, -tıpkı iki kaşın yayları arasındaki kadar- daracık bir boşluktan yükseklere sıçrayan bir beyaz Burak’tır ki, bu korkusuz at, -yârin kaşı bir kalksa- şaha kalkıp nice engelleri aşar, -yâr sitemle kaşını bir çatsa- amansız derde düşer de ciğerlerine kan dolar ve can bulduğu dünyayı anında yakar yıkar…Âşık insan bir ümidin yolcusudur ki, “kavuşmak” uğruna -hiç üşenmeden- varlık kitabını yeniden/yeniden yazar…
Aşıklar âlemi şekilden, suretten özgürdür; ruh yükseldiği irtifanın neşesiyle güzelleşmiş nice hâllerle tanışır, kaynaşır…Kimi an kendini cennette zanneder, bir perinin elindeki billur kadehle demini tutar, kimi an cisimsiz bembeyaz bir safiyetin huzurunda dinlenir canına can katar, kimi an bulutlar üzerine çıkar ve gezinir; her adımında onları sarstıkça yağmur olup yağan gözyaşlarıyla arınır bereketle dolar, kimi an yerde mi gökte mi olduğunu bilmez, öylesine coşar; adeta devleşir de kabından taşar…
Bir çift ahu gözün tek bakışının tesiriyle vurulup da avlanan yüreklerin, esarete düşmekten zerrece şikâyet etmeksizin-neredeyse- can vermeye can attığı bir aşk âleminin işleridir bunlar; Leylâ’lar değişse de Mecnun’ luk ebediyen yaşar…Nihâyet avlanan gönüllerin sesleri/sözleri/ nefesleri şiir olur, nağme olur titreşir; ahenk olur, sanat olur ve dünyayı gökkuşağının renklerine boyar…
Yazarın notu : Yazıda yer verilen şiirin sahibi meçhul olmakla birlikte, bestekâr Hacı Ârif Bey tarafından bestelenmiş bir Hicaz şarkıda kullanılmıştır…
(Sayd eylemek: Avlamak/ Bend eylemek: Kendine bağlamak/ Zencir-i gisû: Omuzlara dökülen saçların zincire benzetilmesi/ Gamze-i câdu: Büyüleyen süzgün bakış/ Ciğer-gâh: Vücutta ciğerlerin bulunduğu bölge/ Hançer-i ebrû: Hançere benzetilen kaşlar/ Nûr-i mücessem: Saydamlaşmış, adeta ruh kadar saflaşmış nurdan beden)
Yeni yorum ekle