Hiçlik Yokuşu

Öykü

Hiçlik Yokuşu

Betül Fırat


Hangi kitaba ait olduğumu bulmak için okuyorum. Günlerce, saatlerce okuyorum. Bir sürü kitapta adım kullanılmış. Ortalarda dolaşıyor adım. Hangi hikâyede gerçek ben var diye karıştırıyorum sayfaları. Alamıyorum kendimi kitaplardan. Raflardan kaldıramıyorum başımı; o mu olsa bu mu?  Bir hikâyenin başlangıcı bir diğerinin başına denk geliyor. Başlıyor muydum bitiyor muydum bilmiyorum. Şu yazarlar da bir karar verse artık. Var mıydık biz yok mu? Hep mi hiç mi demek gerek? Bir bulut misali sonsuzlukta kayboluyorum. Havada kelimeler, cümleler asılı anlamlı-anlamsız. Birbirine denk düşmeyen binlerce fikir yanlarında eşlik ediyor. Bu çok iyi diye şaşırırken daha iyisine denk geliyorum. Kelimelerden, cümlelerden silkiniyorum. Birden boşluk düşüyor aklıma; düşünüyorum. Hayallerimden, düşüncelerimden, aklımdan düşüyorum sonra. Çok düşünmek de iyi değil diyorum içimden. Bir bakıyorum benliğim hiçliğe denk düşmüş. Kocaman bir hiçliğin ortasında duruyorum. Ne tarafa döneceğini bilmeyen, şaşkın bakışlarımla kalakalıyorum. Kitaplarda yazar mıydı nereye gitmemiz gerektiği?  Sağ mı sol mu, yukarı veya aşağı, deniz veya dağ mı olmalı derken birden dünyanın merkezinde buluyorum kendimi. Bu sefer çölde tek bir ağaç gibi durmuş kervanları izliyorum. Neden o sıraları bozulmaz ki? Hiyerarşik nedenlerden herhalde diye yola devam ediyorum. Kapılardan geçiyorum. Kapılar da sıralı. Kilitli olan, açık olan, yarı aralık olan ve üzerinde çıkış yazan kapılar. Sanırım bu halden çıkmak lazım. Halimi son zamanlarda hiç beğenmiyorum. Kitaplarda kaybolmak yerine bir doktora mı görünsem derken yıldızları izlerken buluyorum kendimi. Ne kadar ihtişamlı. Hem birçok yıldız var hem de hiç birinin başka bir örneği yok. İşte bir kara delik oluştu ve bir yıldız daha yok oldu. Beni de içine çekiyor kara delik. Başım döndü ilerlemekten. Düşüyorum yine bir hiçliğe.

Elimde bir kitap bir bankta buluyorum kendimi. Okurken yazasım, yazarken okuyasım geliyor. Kısır bir döngünün içinde hayat. Güne sıkışmış bir gece, geceye son vermiş bir gün. Kıymetli zamanları elimde sayfalar dolusu düşünceyle geçiriyorum. Kaldırıp başımı gelen geçen insanlara bakıyorum. Hepsi telaşlı, hepsinin yetişmesi gerekiyor hiçliğe. Aldırmıyorum koşuşturmacaya.

Bu hikâye beni sarmadı. Diğer bir hikâyeye doğru yönümü değiştiriyorum. Direksiyonu da kırmış olabilirim. Yanımdan geçiyor biri. Gamzesinde hiçliğe kavuşurum belki. Telgraf mı çeksem, elimdeki telefonla mı arasam; Gamzenizde bana da yer var mı diye karar veremedim. Diğer bir hikâyeye şimdi vardım. Burası Nirvana mı diye bakınıyorum etrafa. Sonunda yalnızlık belirdi kapımda. Yalnızlığı seviyorum. Diğerleri gibi değilim demeye gerek yok sanırım. Ben yalnızlığımla varım ve onda yok oluyorum. Pembe şeker mi geçiyor önümden. O da hiçliğe doğru erimek için gidiyor bir ağıza belki de. Ağızlar dolu kelimelerle. Keşke bu kadar konuşmak yerine yazmayı sevseler diyorum. Hayat daha çekilir olabilir. 

Boş muhabbetlerden silkiniyorum. Ne kadar sevmiyorsan o kadar burnunun dibinde hiçlik hikâyeleri beliriyor. Uzaklaştırıyorum tek tek civarımdan cümleleri. Gidin başka yerde mızmızlanın! Gidin başka yerde oynayın ve beni yormayın! Daha aradığımı bulamadım ben; hangi kitaptayım hala bilmiyorum.

İndiğim yokuşlar, çıktığım yokuşlarda duruyorum. Kör, karanlık kuyuların bekleyişi sabırsız. İçimdeki beni almak için sıradalar. Sizde fazla ben var mı, diye klişe bir soru dudağımın kenarında. Anladım hiçbirinde ben yokum. Yine bir yok oluş buldum işte. Sayfaların da her şeyin de sonuna gelmişim nihayet.

Zamanında orda olamadığım randevular gibi hayatlar. Ben hep erken gelmiştim. Bir türlü doğru zamanı gösteremeyen saat kadranları gibi bir tuval. Tuvalin önünde dünyayı resmetmem gerektiğini hissettiren bir kalabalık duruyor. Bir şey yapası olmayan ben, anlamıyorum bu tuval işinden. Rastgele sallıyorum fırçaları, etrafımda binalar gibi yükselen sesler ve mest olmuş bakışlar var. Neden anlamadığım bir hayatın parçasıyım diye kendiyle konuşan bir ben içimde. Ne zaman anlam bulacaksın diye soran diğer ben de içimde. Birbiriyle aşırı uyumlu ve aynı zamanda bir o kadar uzak. Sanırım tuzak soruların kıyısındayım. Esaret edilmiş nefesimle söylediğim şarkılar gibi biraz bana hitap etmeli diyorum her şey ya da hiçbir şey olmamalı. Yeter ki yarım yamalak gülümsemeler gibi sahte olmasın. Durduk yere nezaket çabaları, aman huzursuzluk çıkmasın tavırları olmasın. Huysuzlanmak istiyorum, yine eğreti durduğum dünyada. Sonra da monte edilmişim hayatın kenarına gibi duruyorum öylece. İçinden tavşan çıkacağını bildiğim şapkanın önünde durduğum gibi; buradan da gidecek bir yol bulacaktım. Yine hiçliğe uzanacaktım. Bu sefer buz dağının görünen yüzü ile görünmeyen yüzü arasında olmayı seçtim. Soğuk muydu? Evet!.. Üşüyor muydum? Hayır!.. Aradığım cevaplar yukarıda mı aşağıda mı diye bakarken, yine asılı kaldım bir yerlerde. Muhtemelen bir rüzgâr gelip alacak beni buradan. Beraber uçacağız yine hiçliğe.
Üzerime çullanmış bir hayatla beraber oradan oraya savrulacağız. Hayatın ağırlığı rüzgârın hafiflemesiyle dibe çekecek beni. Oysa uçmak ne güzeldi ve sadece kuşlara özel olmamalıydı. Bir yerlerden kanat bulmam gerek.

Önce yüzmeyi öğrenmeliyim tabi; salyası akmış hayatta boğulmamak için. Gün doğumuna yüzü dönmüş bir gün batımı var ufukta. Ben hala aynı sayfada takılı kalmışım, insanlar hala koşturuyor beynimde. İnsanlardan silkinemiyorum...

Yazar ve Şair, Mavinin Fecri ve Mihrinin Hicranı Yazarı@paradoks.okur.yazar
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.