Kabuklu Domates

Öykü

Kabuklu Domates

Gülser Kut Arat

Kuşların cıvıltısı, bahçede oynayan çocukların sesi evi dolduruyordu. Açık pencere ve kapılardan alasulu meyvelerin kokusu da içeriye kadar yayılıyordu. Kadın, bunaltıcı ev sıcağında balkona astığı çamaşırları aceleyle topladı. Çamaşırlar sıcaktan takır takır kurumuştu. Ütülemesi zor olacak, diye geçirdi içinden. - Oğlan gelmek üzere, acele etmeliyim, diyerek söylendi. Bahçeye bir göz attı. Dün de sulanmamıştı. Kapı önlerinde yediveren gülleri, saksılarda camgöbeği,hanımeli. Başını hemen bahçede arkadaşlarıyla oynayan küçük kızına çevirdi. Bir an bakışları susuzluktan boyalı gelin gibi buruk gülümseyen küpe çiçeklerine takıldı. Arkadaşlarıyla oynayan küçük kızına seslendi: 
-    Ayşen şu çiçeklere su ver yavrum. Baksana boyunlarını nasıl bükmüşler.
    Oyunu bırakmak istemeyen  küçük kız duymamazlıktan geldi.
-    Sana diyorum Ayşen, az su veriver hortumla diplerine. Akşam serinliğinde bol bol sularız iyice, dedi.
   O anda bir kedi kurtarıcı gibi mırlayarak kıza sürtündü. Küçük kızın göz bebeklerinden gizli bir sevinç geçti. Kediyi alıp okşadı. 
-    Ben kime söyleyip duruyorum, diye kadın tiz bir sesle bağırdı. Ancak kedi sevmeyi bilirsin sen, diye söylendi.
    Küçük kız kediyi kucağından indirirken, yukarıya, balkona bakmadan:
-    Tamam anne şimdi yapıyorum, dedi.
    Ayva ağacının dibinde yılan gibi kıvrılmış duran mavi renkli hortumu yavaş yavaş düzeltti.  Boyunca uzattı. Bahçede bağlı olduğu musluğu açtı. Önce arkadaşı Gönül’e tuttu hortumu. Sonra da hortumu kapan Gönül, ıslattı onu. Islatma oyunu sona erince Ayşen, annesinin söylediği gibi teneke ve plastik saksılardaki çiçeklere su vermeye başladı.
    Bu sırada evin içinde bir koşuşturma başlamıştı. Evin büyük kızı Gülşen oturma odasındaki yemek masasına tabakları, bardakları, kaşık ve çatalları  düzgünce sıraladı. Bir yandan da radyoda çalan Ajda Pekkan’ın  “Hoş Görsen,” şarkısına eşlik ediyordu. Kadın mutfaktan içeriye seslendi:
- Gülşen bırak artık şarkı söylemeyi, ağabeyin birazdan gelir ,yemek hazır olmalı. Duydun mu beni diyen sesinde telas hissediliyordu.   Sen de çoban salatası yapıver kızım,  karnıyarık, pilav tamam. Ha, bir de karpuz keselim, diye ilave etti. Kadın buzdolabından çıkardığı kıymayı, geniş tavaya koydu. Topaklanmasın, diye de üstüne yemek kaşığı ile su ilave etti. Kavurmaya koyuldu. Mutfağa salata yapmak için giren Gülşen, hemen durumu kavradı.
-    Bu ne demek oluyor şimdi, dedi.
        
-    Ağabeyin karnıyarık, pilav yemez. Ona bol domatesli, biberli kıyma kavuruyorum dedi. Gülşen, - Niye ona hep ayrıcalık yapıyorsun, diyerek yakınınca. Annesi kızgın bir şekilde baktı ona. 
    Yeteri kadar akıllıydı evin annesi. Kendi kurduğu dünyasının yasalarına göre yaşıyordu. Onun bir adım dışına çıktığını hiç kimse görmemişti. Yasa da kendini oğlu için feda etmekten ibaretti. Oğlu bu özverileri hiç geri çevirmemişti. Bunun nedeni de kadının bunları zorunlu kılmış olmasıydı. Oğlunu özel üniversiteye göndermişti. Düşüncelerinde onu güzel bir gelecek bekliyordu. İşin gülünç yanı da dar bir kafanın baskısıyla büyütülmesine karşın, oğlunun kafasının sınırlarını genişletmeyi başarmasıydı. Kadının “sen erkeksin” gibi saçma saplantılarına rağmen, her çeşit ön yargıdan uzaktı. Aile içindeki bireylere göre en inanılmazı  annesinin kendisine beslediği erkek evlat aşkını, karşılıksız bırakmasıydı. Annesinin baskısına boyun eğmemişti. 
    Evleri tren istasyonuna çok yakındı. Kadın trenin düdük sesiyle irkildi:
-    Ağabeyin gelir şimdi, dedi panikle. 
    Kadının eli, ayağı birbirine dolanmıştı. Tezgah üzerine hazırladığı olgun sırık domatesleri, sivribiberleri doğramaya başladı. Kıyma kavrulmuştu bile. İçerisine biraz yağ ilave etti. Tuzunu, karabiberini, pul biberini serpti. Mutfağın diğer köşesinde Gülşen, kestiği karpuzları cam kayık tabağa yerleştirip salona yöneldi. Kadın aceleyle doğradığı domatesle biberleri, kıymanın üstüne döktü .Bir kaşık yardımıyla karıştırmaya başladı. Karışımdan memnun olunca, büyük tavanın ağzını kapakla örttü. Ocağın altını kıstı. Oğlu istasyondan eve gelene kadar hazır olmuştu bile. Derin bir nefes aldı. Tamamdır, dedi. Salona yöneldi. Hemen bakışlarıyla, sofraya bir göz attı. Tabaklar, bardaklar, kaşıklar, çatallar, bıçaklar, salata, dilimlenmiş ekmek, sürahide soğuk  su, karpuz herşey yerleştirilmişti. Oğlunun geldiğini görmek için balkona gitti. Kiracı kadının, bahçenin betonlarını yıkadığını görünce:
-    Kolay gelsin, diye seslendi ona. Kiracı kadın da, elindeki süpürgeyle betonu yıkamaya devam ederken başını kaldırarak,
-    Ayşen’in çiçekleri suladığını görünce dayanamadım. Hadi şuraya bir su tutuvereyim, sıcakta iyi olur dedim. Ardından gülümsedi. Kadın, - İyi olmuş diye, cevap verdi.
    Ayşen ağabeyinin geldiğini görünce oyun arkadaşını bırakıp demir kapıyı açtı. Ağabeyinin bacaklarına sarıldı. 
-    Yemekler hazır ağbi, dedi. O da kardeşinin saçlarını karıştırarak sevdi.
-    Çok acıktım. dedi.
    Toprakla karışan sulanmış çiçeklerin rayihası bütün bahçeyi kaplamıştı. İçlerine bu kokuyu çekerek evin merdivenlerine yöneldiler. 

    Evin dış kapısında sabırsızlıkla oğlunu gözleyen kadın:
-    Hoş geldin Ercanım canım oğlum, dedi. Sarılarak öptü onu.
-    Dur anne yahu. Sanki çok uzak yoldan geldim. Alt tarafı işten geliyorum, dedi . Eliyle uzaklaştırdı annesini. Ellerim kirli zaten, diye söylenerek banyoya yöneldi.
    Yemek masasına kadın ve iki kızı oturup Ercan’ı beklemeye koyuldular. Ercan biraz asık bir suratla, sandalyesini çekip otururken, kardeşlerine merhaba millet, diyerek seslendi. Kızlar saygılı bir ses tonuyla, - Merhaba ağbi, dediler. Gülşen karnıyarıkları servis etmeye başladı. Ercan’ın yüzü gerildi. Yanaklarındaki kaslar ileri geri hareket etmeye başladı. Ercan buz gibi bir sesle:
-    Ben bunu yemem, dedi. Kadın hemen atıldı:
-    Biliyorum oğlum, dedi. Sana bol domatesli, sivribiberli kıyma kavurdum kuzum, dedi. Biraz içini çeksin, diye bekledim. Mutfağa aceleyle seğirtti. Elinde büyük tavayla geldi. Kızlar gözleriyle anlaştılar. Sessizce karnıyarıklarını yemeğe koyuldular. Kadın bol domatesli, sivribiberli kavrulmuş kıymayı Ercan’ın tabağına koydu. Gururla oğluna uzattı. Ercan, ekmekten bir parça kopardı, ağzına attı. Sonra tabağına baktı. Çatalıyla şöyle bir karıştırdı. Kıymanın içinde ince ince  rulo şeklinde kıvrılmış domates kabukları, gösterişli bir şekilde duruyordu. Ercan’ın suratı ani bir şekilde kasıldı. İri ela gözleri dışarı fırlayacak  gibiydi. Yüksek sesle bağırdı:
-    Sana kaç kere söyledim. Domatesleri kabuklu sevmiyorum, diye. Rendelesene şunları.
    Kadın yutkundu. Gülümsemeye çalıştı. Suçunu en hafife indirgemeye çalışırken, mazeretlerini sunan öğrenci gibi: - Oğlum telaştan unutmuşum rendelemeyi. Vallahi küçük küçük doğradım, dedi. Ercan öfkeyle, - Bu mu küçük, küçük doğradığın domatesler, dedi. Bu cevap karşısında daha da sinirlenmişti. Domates kabuklarını tabağının içinden, etrafa sıçratarak hırsla karıştırdı. Kızlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Her ikisi de kara gözleriyle gergin fakat itaatkâr görünüyordu. Sessizliklerini korurken, annelerinin kıvranmasına daha çok üzüldüler. Ercan’ın öfkeli yüzündeki gözlerinde gökgürültüsü ve şimşekler toplanmaya başlamıştı. Sandalyesini savurarak kalktı masadan. Birden karnıyarık dolu yemek tabaklarını eline aldı. İçindekileri birbirine kattı. Salata dolu kayık tabağın üstüne önce karnıyarıkları sonra karpuzları kattı. Salata, bütün yemeklerin karışımıyla dağ gibi yükselmişti. Bu ağırlığa daha fazla dayanamadı. Taşan yiyeceklerin suları, masa örtüsü üzerinden gittikçe genişleyen daireler şeklinde yayılmaya başladı. İki kız kardeş üstlerine gelmesin, diye hızla masadan uzaklaştılar. Küçük kız dudakları titrerken, korku dolu gözlerle öylece kalmıştı. Kadın bir yandan şaşkınlıkla bakarken, yaranmak isteyen bir ses tonuyla:
-    Dur Ercanım , kurban olurum oğlum, diyebildi. Ben şimdi sana rendelenmiş domatesle hemencecik  kıyma kavururum. Mutfağa koştu. Bu sözler Ercan’ı daha da hırslandırmıştı. Bir fişek gibi fırladı. Masada unutulmuş sırasını bekleyen cam kapaklı pilav tenceresine uzandı. Salata tabağının üstüne yığdığı yiyeceklere pirinç pilavını da boca etti. Gülşen son derece kızgın, meydan okuyan bir sesle:
-    Sen ne yaptığını sanıyorsun, diye bağırdı.
    Ercan rahatlamış halde: - Ben yemeğimi yiyemedim. Siz de yemeyeceksiniz, dedi. Dış kapıya yöneldi. Kapıyı gürültüyle çarptı. 
Gülşen hızla mutfağa girdi. Kadın kıymayı kavurmaya başlamıştı bile. Yuvarlak cam kasede rendelenmiş domates ve sivrıbiber hazır görünüyordu. Gülşen şaşkın bir o kadar da öfke yüklü sesiyle, - Sana inanmıyorum..yeniden yapıyorsun dedi. Ağabeyim çekip gitti bile dedi. Kadın eserini yorumlayan bir ressam gibi, - O şimdi gelir dedi müstehzi bir ifadeyle. Gülşen anahtarın yuvasında döndüğünü ,kapının açıldığını duydu.


 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.