Kılçık Su
Esra Bölgen
‘’Ohhh! Ne güzel dinlendimm. Amma da yorulmuşum ha’’ diye gerinirken ellerini gördü.
‘’O ne ya? Bu tüyler de ne?’’ dedi telâşla ellerine bakarak. Çünkü gördüğü şeye tüy demek biraz hafif kaçıyordu. Bildiğin kıllıydı elleri hatta el gibi de değildi. Pençe gibi ya da nasıl desek? Pati gibi. Evet evet, pati gibiydi. Vücudunu yokladı telâşı artarak. ‘’Aman Allah’ım bu ne?’’ dedi inanmazlıkla. Rüya herhalde diye düşünürken, kendisine doğru gülümseyerek gelen bir kadın gördü.
‘’Uyanmış mı benim güzel kızım? Amma da uyudun pis uykucu seni. Bütün gün uyu, gece de evde dört dön e mi?’’ derken boynunun altını kaşımaya, göbeğini sevmeye başladı kadın tatlı-sert dokunuşlarla.
‘’Sakin olmalıyım’’ diye içinden geçirdi. Bu arada ne zaman düşünceli olsa saçını kıvırdığını düşünüp ellerini temkinli hareketlerle başına götürünce dokunduğu kıllı, sivri kulakları fark edip çığlık atmaya başladı. Ama o da ne? Çığlık diye attığı kendisine tamamıyla farklı bir ses hatta ses de değildi. Başka bir dildi bu. Yok yok dil de değildi. Bildiğin miyavlamıştı.
‘’Ne oluyor ya? Ne miyavlıyorsun öyle acı acı?’’ diye fırladı kadın yerinden. Tam o sırada içeri aceleyle giren bir adam;
‘’Hayırdır Canan! Kılçık’ın bir yerini mi sıktın severken yine?’’ demesiyle,
‘’Kılçık’da kim? Ben değilimdir herhalde. Benim adım Su’’ diyordu panik duygusu ve şaşkınlığı artarak.
‘’Yok hayatım ne sıkması. Aksine en sevdiği şeyi yapıyordum. Gıdısını okşuyordum Tırnağım mı battı fark etmeden anlamadım ki?’’
‘’Kesin öyle olmuştur. Canı yanmış gibi bağırdı hayvan. Valla bir gün severken öldüreceksin ha bu çocuğu. Gel kızım gel. Anne yine hırpaladı mı seni severken? Gel bakalım babaya’’ derken ‘deli mi bunlar deyip’ çoktan içeri kaçmıştı Kılçık. Onlar tartışırken son bir gayret ayağa kalkabileceğini düşünmüş ama onun yerine dört ayağının üstüne düşmüştü koltuktan. Düşmeden dolayı utanmış ama yine de hiç bozuntuya vermeden içeri doğru yürürken aynı zamanda ‘Allah’ım ne olur rüya olsun bu yaşadıklarım!’ diye düşünüyordu. Yürürken birden sarı beyaz renginde uçuşan tüylerini fark etmişti. Bu arada içeriden halâ karı-kocanın atışma sesleri geliyordu
‘’Aman fırsatı kaçırma ha Kenan. Yediren, ilgilenen ben; kaymağını yiyen sen. Haksızlık bu! Bir de ‘bu evde hayvan istemem’ diyordun. Şimdi ‘anne hırpaladı mı seni?’ oldu. İyi valla. Bu arada nereye gitti bu kedi şimdi? Resmen kaçıyor bizden farkında mısın?’’
‘’Ya kedi bu! Sen de insan yaptın hayvanı iyice. Canı yanınca kendini güvende hissedeceği bir yere gitmiştir. Kafasına göre takılıyor işte. Bana bak. Sen onu bırak da kocanla ilgilen biraz. Bak karımız yüzümüze bakmayınca kedilerden sevgi dilenir olduk. Geç olmadı mı sence de? Yatsak mı ne dersin?’’ deyince Canan bir anda kızgın ses tonundan cilveli bir tona geçiş yapmış ve kıkırdayarak,
‘’Ay Kenaann! Bir hoşsun vallahi. Şimdi de kediyi mi kıskanıyorsun sen? Kart zampara seni.’’
‘’Ne yani? Çoluk çocuk evlendi, torun torbaya karıştık diye karımızla da mı cilveleşmeyeceğiz?’’
‘’Ay dur.’’ derken içerideki konuşmalar kesilmiş, yerini seslere bırakmıştı ki Su bu arada,
‘’Sapıklar! Dört duvar diye bir şey var değil mi? İnsan en azından evde yalnız olmadığını düşünür. Beni kimse adam yerine koymasın tabii. Kediyim ya! Ahlâk diye bir şey kalmamış bunlarda’’ diye söylenerek odadaki koltuğun arkasına geçmişti tekrar uykusunun geldiğini fark ederek. Uykuya dalmadan önce Canan’ın okşadığı yerleri son bir kez yalayarak temizlemeye çalışıyor ve uyandığında bu kâbusun bitmiş olmasını diliyordu.
‘’Gerçekten yoruldum bu kedinin gece delirmelerinden. Her sabah kırık bir şey temizlemek de cabası. Şu hale bakar mısın? Resim çerçevesini kırmış. Suyu dökmüş. Kafanı kıracağım senin Kılçık. Bak bak anlıyor kesin. Şu bakışları görüyor musun?’’
‘’Canancığım sen de bir hoş oldun ha! Ne anlaması. Kedi bildiğin uykulu bakıyor ve seni de hiç takmıyor. Onların doğasında var bu dağıtma, kırma, dökme… Değil mi babasının güzel kızı? Anne kızıyor muymuş benim bebeğime? Nasıl da güzel bakarmış benim kızım. İyi ki varsın sen iyi ki. Evimizin neşesi minik bebeğimiz bizim’’
‘’Valla manyakmış bu insanoğlu. Nasıl sevmek bu böyle? Ayrıca gayet de anlıyorum konuşmaları. Sadece çok yorgunum ve size canımı yoramam. Zaten canım sıkılıyor bu ‘Su’ iken ‘Kılçık’ olma durumuna. Acaba insan olarak kedilere kötü davrandım da cezalandırılıyor muyum? Hiçbir şey hatırlayamamak ne kadar kötü, sizin haberiniz var mı? Sonra gelmiş ‘yok ortalık batmış’ yok su dökülmüş’ diyorsunuz. En büyük derdiniz bu olsun. Tıkıldım kaldım bu kedi bedeninde. İnsan halimi de hatırlamıyorum ki. Amaann… Çok fazla düşündüm. Çok yoruldum. Değiştiremiyorsan zevk al diyordu dünkü filmde. Ben de öyle yapayım. Bu salaklar filmi anladığımı bilseler ne yaparlar acaba? Ancak ‘bıcı bıcı’ gıcı gıcı’ diye sevsinler. Oh! Sefam olsun. Güneş de geliyor. Şöyle bir gerinip, sırt üstü uzanayım.’’
‘’Oy ben kıyamam Kenan ya! Bak bak… Resmen beni sev diyor. Nasıl da sırt üstü yatıp, gıdısını açtı. Sevmem mi ben seni bal kızım benim…’’
‘Ne o? Demin söyleniyordun. Şimdi de kıyamam… Rahat bırak hayvanı, uyusun.’’
‘’Hösssttt! O ne be? Yine elledi bu kadın beni. Rahat rahat gerinip, uyumak da yasak. Kenan sevse neyse de bu Canan çok hırpalayarak seviyor beni ya. Anlamıyor da kadın. Bir de muck muck, sulu sulu öpmeler. Hayır yani bebekleri bile böyle sevmemek lâzım. Kediysek kedi gibi sev kardeşim. Ama Kenan öyle mi? Yakışıklı babam benim. Ay ne çabuk alıştım bu yeni hayatıma. Sahi kimim ben? Beni ‘Su’ olarak merak eden kimse yok mu acaba? Hah işte uykum da kaçtı. Mutlu oldun mu Canan Hanım? Gidip bir şeyler yiyeyim bari.’’
‘’Ya Kenan, çok sıkıldım. Biraz yürüyüş mü yapsak? Hem bugün yiyecek bir şeyler de hazırlamadım. Burcu’yla Ahmet’i de arayalım, yürüyüşten sonra buluşup beraber yiyelim, ne dersin?’’
‘’Aslında iyi fikir. Ne zamandır görüşmüyorduk Ahmet’le de. Hadi ara hemen. Saat sekiz gibi kulüpteki restoranda buluşalım onlar da müsaitse.’’
‘’Yok artık! Bir de dışarı mı çıkacak bunlar? Bu ne ya. Ayıp ama. Dur kapıya gidip önüne yatayım da beni de götürsünler. Götürmezlerse de içlerine batsın en azından. Bu insanları anlamıyorum ya. Yalnızlıkları dinsin diye hayvan alıp sonra da o hayvanları yalnız bırakıyorlar. Durun siz görürsünüz Kenan Bey ve Canan Hanım.’’
‘’Kenancığım bakar mısın Şu Kılçık’ın yaptığına? Vallahi çok akıllı bizim kızımız. Gideceğimizi anladı. Nasıl da kapının önüne yattı. Üzülüyorum böyle yapınca.’’
‘’Oh canıma değsin. Üzülün diye yapıyorum ben de. Tamam artık görevimi tamamladığıma göre rahat rahat içeri geçip uzanabilirim. Ya da acaba biraz daha mı arıza çıkarsam? Kapıyı açınca apartmanın koridoruna kaçmak gibi meselâ… Aksiyon olur biraz.’’
‘’Canancığım kapıyı açarken dikkat et. Fırlıyor koridora biliyorsun. Şimdi giderayak arkasından koşmayalım küçük hanımın.’’
‘’Aldım kucağıma merak etme.’’
‘’İstesem senin kucağından da kaçarım ama istemiyorum şekerim. Vallahi mis gibi kokuyorsun. Biraz kucak keyfi yapmanın hiç de zararı yok.’’
‘’Hadi hadi acele et. Hazır uykulu uykulu bakarken odaya bırak da gel. Çıkalım artık.’’
‘’Biliyor musun? Bir tek böyle zamanlarda sorguluyorum iyi mi ettik Kılçık’ı sahiplenmekle diye. Yani insanın eli ayağı epey bağlanıyor. Şu evden çıkışımıza bak. Çocuklar küçükken bile evden böyle suçluluk hissederek çıkmıyordum valla.’’
‘’Öyle deme Canan ya! Sokakta donmak üzereydi aldığımızda hatırlasana. Kemikleri sayılıyordu garibimin zayıflıktan. Balık kılçığı gibi kemikleri görünüyordu. Bizim oğlan da tam ismini buldu ha. Hoş şimdi bir azman oldu ya… Sadece kuyruğu bir kedi büyüklüğünde. Yine de düşününce biz can kurtarmadık, canımıza can kattık farkında değil misin? Çocuklar da büyüdü gitti. Hepsinin telâşı, koşturması kendilerine göre. Evimiz sessizleşmişti onlar gidince. Konuşacak şeylerimiz bile azalmıştı. Şimdi öyle mi?
‘Kılçık günaydın.’ ‘Kılçık koşma.’ ‘Kılçık nerede?’ ‘Maması bitmiş.’ ‘Suyunu koydun mu?’ ‘Hadi oyuncağıyla oynatalım’ derken günlerimiz daha anlamlı oldu. İyi ki girmiş hayatımıza kızımız.’’
‘’Senin bir hayvan sevebileceğine rüyamda görsem inanmazdım biliyor musun? Çocuklar ne kadar istemişti küçükken. Hep ‘yok, evde hayvan istemem’ deyip geri çevirdin onları. Şimdi sana ne deseler haklılar.’’
‘’Maalesef haklısın, haklılar… Bu saatten sonra özür dilesem ne değişir ki? Ama geç de olsa bu sevgiyle tanışmak en büyük şansım. Onlar da benim yaptığımı yapmasınlar ve çocuklarına alsınlar o zaman. Geçen gün dikkat etmedin mi? Torun annesinden köpek istiyordu. Ayşen’de ‘evimiz müsait değil’ deyip, geçiştirdi. Bizim oğlan da sesini çıkarıp,’yoo, hiç de bile. Alırız tabii ki oğlum’ demedi toruna. Demek ki bu işler böyle oluyormuş.’’
Sesler ve konuşmalar gittikçe uzaklaşırken bir hüzün çökmüştü üstüne. Evde yalnız kalmak mı? Yoksa bu kedi bedenine sıkışıp kalmak mı? Hoş, insan bedenindeki hayatını da hatırlamıyordu ki. Sadece çok net olarak hatırladığı isminin ‘Su’ olmasıydı. Acaba hep kediydi de onlarla yaşaya yaşaya kendini insan sanmaya başlamış, bir de insanca bir isim mi takmıştı kendine? Hem sevgili sahipleri hep demiyor muydu bunun içine insan kaçmış diye. Belki de bu evde gördüğü insan gibi muameleden sonra kendini öyle sanması normaldi. Baksana sokakta açlıktan ve soğuktan donmak üzereyken bulmuşlardı onu. Kaç insan görüyordu? Kaç insan evini açıyordu ki böyle durumda olan hayvanlara? Eğer gerçekten bir zamanlar insansa, nasıl biriydi diye düşündü bir an? Belki de insan olarak yapamadıklarını hayvan olarak gözlemlemesi gerekiyordu kim bilir?
‘’Ay, bir de felsefe yaptığımı görse düşer bayılır bu Canan cadalozu.’’
Neden bu kadına taktığını bilmeden ama onunla uğraşmanın da komik geldiğini düşünerek pencere kenarına atlamıştı. İkisini arabalarına binerken görünce anlamış gibi gülümsedi.
‘’Sanırım insan ya da hayvan fark etmiyor. Karşı cins her zaman cazip geliyor. Erkek dişiye, dişi erkeğe. Sevgili doğa kanunları…’’ derken aynı zamanda da;
‘’Bu adam bu çirkin kadının neyini beğenmiş acaba?’’ diye kıkırdıyordu içinden.
Tam koltuğa doğru atlayacakken pencerenin önüne gelen kediyi görünce şaşırdı bir an. Pencereye yapılan koruma teline dayanarak ona hiç bakmayan ve kenara bırakılan mamayı sakince yiyen kediye,
‘’Selâm’’ dedi.
‘’Ne o! Bunca zamandır selâm sabah yoktu. Birden sohbet edesin mi tuttu? Dışardaki hayatın nasıl olduğunu mu merak ettin yoksa?’’
‘’Yoo… Nereden çıktı? Öyle miydim gerçekten? Şu aralar hayatı sorgulamaya bu kadar takmışken inan sana nasıl davrandığımı fark etmedim. Daha önce karşılaştığımızı bile hatırlamıyorum valla. Uzun zamandır insanmışım da kediye dönüşmüşüm gibi hissediyorum. Her şey bana yabancı. Bu insanlar, adım, yaşadığım yer… Benim adım Su’ demek istiyorum. Ama ağzımdan sadece miyavlama çıkıyor. Sonra da sahiplerim acıktım ya da susadım diye düşünüyor. Hele, gel sana ‘su verelim’ dediklerinde, öyle heyecanlanıyorum ki adımı söylüyorlar diye. Onlar ise her defasında ‘bu hayvan ‘su’ kelimesini biliyor diye bana süper zekâ muamelesi yapıyorlar. Vazgeçtim artık anlatmaya çalışmaktan ve kabulleniyorum bu yeni hayatımı.’’
‘’Ooo… Hoş gelmişsin aramıza!’’
‘’Nasıl yani sende mi??’’
‘’Evet ben de… Ve birçoğumuz. Bazılarımız biraz hatırlıyor geçmişi, senin gibi… Ufak tefek şeyleri… Bazıları ise hiçbir şey hatırlamıyor ama hissediyor. Bu işte bir tuhaflık var diyor. Kedi adın ne peki sevgili Su? Nasıl bir saçmalık bulmuşlar isim olarak söyle bakalım.’’
‘’Kılçık. Beni bulduklarında çok zayıfmışım. Kemiklerim balık kılçığı gibi görünüyormuş. O yüzden de evin oğlu bana bu ismi takmış. Bir de gururla anlatıyorlar ne güzel bir isim buldu diye. Ben de Su isminden vazgeçmiyorum. Kılçık Su diyorum kendime’’ dedi kıkırdayarak.
‘’Hah eline bir de taşlı mikrofon al. Tam olsun. Ne o sahne ismi gibi?’’
‘’Hahaha, ay gerçekten öyle. Vazgeçeyim artık bu isimden. Şarkı da söyleyemeyeceğime göre… İstesem de miyavdan başka bir şey çıkmıyor ağzımdan zaten. Senin adın ne peki?’’
‘’Sokak kedisi… Bazısı için ‘ayy, iğrenç! Bazısı için ‘ayy, yazık’ ama sonunda sokak kedisi… Sen yine şanslıymışsın ki bu hayatında sevgi verip sevgi aldığın bir canlı olmuşsun. Ben ise sevgi dilenen…’’
Seninle arkadaşlık çok keyifliymiş. Niye bunca zamandır konuşmadık ki?’’
‘’Hayatını anlamlandırma derdine düşenler, bir şey görmez etrafında. Ne zaman ki başına gelenleri kabullenir, kucaklarlar, işte o zaman yaşamaya başlarlar sevgili Kılçık Su. Sen de yeni görmeye başladın. Bıraktın geçmişi. Merhaba dedin bulunduğun an’a… Neyse ya! Çok felsefe yapmadık mı sence de? İnsanlığın lüzumu yok yani. Hadi ben kaçtım. Haa bu arada, şu ‘SU’ ismini yok et ne olur. Ne o? Kılçık Su’ymuş. Poposuyla güler tüm kediler valla. Sen dua et de benden başkası duymadı bu ismi’’ diye söylenerek uzaklaştı.
Kapıda anahtar sesini duyunca birden kulaklarını dikmişti Kılçık. Epey geç olmuştu ve kaç saattir uyuduğunun da farkında değildi. Madem kediydi hakkını vermeliydi değil mi? ‘Nerede kaldınız?’ der gibi söylenerek karşılamaya gitti Canan’la Kenan’ı. Onları şaşırtmaması gerekiyordu sonuçta.
O bir kediydi ve sokak kedisinin dediği gibi insanlığın lüzumu yoktu. Hakkını vermeliydi var olma şeklinin. ‘Su’ oluncaya kadar (olursa eğer) Kılçık olmayı bilmeliydi. O zaman gelsin günün en enerjik zamanı diyerek evin içinde koşarken çoktan unutmuştu insanlığını.
Yorum
Sevgili Esra hanım gene su…
Sevgili Esra hanım gene su gibi akıp giden bir öyküye imza atmış...
Emeklere sağlık.
Kılçık Su
Emeğine yüreğine sağlık, hayatın içinden sıcacık, samimi bir anlatım olmuş.
Kılçık Su
Sevgili Esra Bölgen’den yine harika bir konu ve sıcacık, su gibi akan bir anlatım👏 Kalemine, kedisever kalbine sağlık🙏
Montaigne’ nin “Kedimle oynadığım zaman belki de o benle benim onunla eğlendiğimden daha fazla eğleniyordur, kim bilir “ diye bir sözünü okumuştum ,
okurken bunu hatırladım 🙋♀️💐
Kılçık Su
Sevgili Esra Bölgen’den yine harika bir konu ve sıcacık, su gibi akan bir anlatım👏 Kalemine, kedisever kalbine sağlık🙏
Montaigne’ nin “Kedimle oynadığım zaman belki de o benle benim onunla eğlendiğimden daha fazla eğleniyordur, kim bilir “ diye bir sözünü okumuştum ,
okurken bunu hatırladım 🙋♀️💐
Yeni yorum ekle