Şehrin İrini

Öykü

Şehrin İrini


İnci Yılmaz Şimşek

Ölüm kokuyordu bu kentin sokakları. Bu şehir beni öldürüyordu. Her gün dirhem dirhem alıyordu canımı bu şehir. Bu şehir kan, şiddet ve gözyaşından ibaretti...  Beni bu kaostan kurtaran tek şey çelik kapımdı, arkasından on kere kilitlediğim. Dört duvar ve çelik kapı... Dışarıda vahşet, dışarıda şiddet, dışarıda kaos, dışarıda ölüm vardı.  Irzımıza geçmek için bekleyen iğrenç soluklu adamlar vardı, tecavüz edip suçu sana atacak adamlar. Giydiğin ya da giymediklerini, olduğun ya da olmadığın mekanı ya da zamanı aleyhine delil olarak kullanacaklardı. Gökyüzünü, güneşi, ve... ayı, ve... sokakları, ve... sokak lambalarını, ve... martıları, ve... uğur böceklerini... Etrafında cereyan eden ne varsa hepsini bir bir yazıp  seni suçlu çıkaracaklardı.  

Haydi, abartıyorsun artık  dışarı çık, diyorlar bana. Nasıl çıkayım? Kapıyı açarsam dışarısı içeri girecek. Evimin içine dolacak tüm o vahşet, tüm o dehşet, tüm o şiddet, tüm o gözyaşı ve kan. Kan kokusu dört duvarı saracak. İçime kadar girecek, damarlarımda gezecek tüm o vahşet ve dehşet ve gözyaşı ve kan. Bedenimi kanatacak, sonra ruhumu... Beynimde kalacak sesi, kokusu ve görüntüsü. Belki de bazı şeyler dışarıda kalmalıydı ya da dışarıya hiç çıkmalıydı bazı kişiler. Belki de tasmasız gezdirilmeliydi böyle adamlar, izin belgesi olmadan sokağa çıkarılmamalıydı. Dışarıya sığmıyordu bu irin kokulu düşünceler. Çelik kapılarımızı zorluyordu artık, duvarlarımızı kırıyordu. Bu şehir tüm çirkefliği ile evlerimize taşıyordu. 
 Kapı çalıyor bir an. Şaşırıyorum. Kimseyi beklemiyordum. Kim gelmişti? Kafamdan isimler, meslekler geçiyordu. 
 -Kim o, dedim. 
- Kargo, dedi. Kısa ve net.
 Kargo beklemiyordum. Kapının kilidini açıp kapıyı araladım.  Elim hala zincirin üzerindeydi. Görmek istiyordum yüzünü. Ben insanların yüzlerine inanırdım. İyi insanların yüzleri de iyi olurdu, gözleri iyi bakardı. Kalbin yansımasıydı ya yüzler de. Elim kapının zincirinde görmeye çalışıyordum kapı aralığından. Çevik bir hareketle zinciri yuvasından çıkarıp açtı. Şaşırdım. Ben kilidi bir yuvasından çıkarırken yarım saat harcıyordum. Bazen yani yorgunken, bezginken ya da kafam dalgınken. Bilmiyorum... Adam Bir saniyenin bilmem kaçta kaçı kadar bir çeviklikle açtı benim kapımın küflü zincirini. Açtı kapıyı, girdi içeri bir anda. Sonra yerdeydim adam üzerimde yatıyordu. Ayağıyla itti  kapıyı. Çarpan kapının gürültüsü beynimde zonkladı. Elimle kulağımı kapatmak istedim  tuttu ellerimi. Ağzımı kapattı kocaman elleri ile. Bir insanın elleri bu kadar büyük olur  muydu aklım almıyor. Kapı, kapı fena çarpmıştı. Sıvalar dökülmüş olmalıydı. Toplamalıydım zihnimi, kurtarmalıydım kendimi. Isırdım elini. Umursamadı bile. Canı yanmamış mıydı acaba? Daha güçlü ısırdım. Bağırdım var gücümle. Güçlü bir tokat attı bana. Bütün yüzümü, ağzının içine alıp sömürdü koca ağzıyla bütün tenimi. Nefes alamıyorum. İçimden havamı çeker gibi bağıra bağıra boşaldı içime. İçime kustu tüm irinini. Bağırdım, kustum tekrar bir tokat attı bu sefer daha güçlü. O koca avucuna kulağımı, yanağını, burnumu, ağzımı bir anda alıvermişti. Suratımın tamamını tokadına sığdırmıştı. Tüm irinini boşaltıyordu içme. Nefes alamıyorum, bağırıyordum, kusuyordum. Tekrar tokat attı, bu daha güçlü bir tokattı. Sonra daha güçlü bir yumruk, sonra tekme, tekmeler... Yerde yatıyordum, kıpırdayamıyordum, kusamıyordum,  bağıramıyordum, nefes alamıyordum. Burnumdan, ağzımdan, kulağımdan kanlar geliyordu. Halıda kanlardan bir öbek oluşuyordu. Nasıl çıkardı kan lekesi? Nasıl çıkardı şehrin lekesi, diye düşünüyorum. Nasıl arınacaktım, evimi nasıl arındıracaktım. Zihnimi toparlanan lazımdı. Kurtulmam gerekiyordu bu durumdan. Kapıya kadar sürüklenerek gidebilir miydim? Kapıyı göremiyordum, gözlerimi açamıyordum. Kapıyı açtı beni yere fırlattı şu tarafa düştüysem kapı bu tarafta olmalıydı. Ama orda komedin vardı komedini görmedim. Demek ki diğer tarafa düştüm. O halde kapı diğer tarafta olmalıydı. Ayağımı kıpırdatabilsem, nefes alabilsem. Ah... Tüm vücudum batıyordu. Kemiklerim kırılmış vücudumu geliyor gibiydi. Kırılmış mıydı yoksa kemiklerim bilmiyordum. Hayır... Zihnimi toplamalıydım. Nereye gitti Adam neden çıkmadı hala evden. Yakacak mı, bıçaklayacak mı, yoksa öldürecek miydi beni?  
Adam çizgi kadar aralık olan göz kapaklarımın arasından ilerliyordu. Hızlı hızlı tüm çekmeceleri çevirip boşaltıyor, döküyordu. Kenara koyduğum paraları alıyordu. Çekmece altlarına sakladığım. Mutfaktan gürültüler geliyor. Bulgur yuvarlanıp bana doğru geliyordu yardım etmek için. Sonra mercimek koştu imdadıma.   Bakliyat kavanozlarına sakladığım altınlarım da gitmişti. Dökülüp saçılmıştık her birimiz ayrı bir yere. Torunların fotoğraflarının olduğu çerçeveleri fırlatıyordu yere. Cam kırıkları can kırıklarımla birleşiyordu. 
- Hadi teyze! Yine iyisin. Sevabına işini de gördüm, diye kahkaha ata ata çıkıyor dışarı. Çarpıyor yine kapıyı. 
Sevabına sözü dönüyordu kafamın içinde. Gözlerim kapandı. Sonrası karanlık. Sonrası hiç!
...
*Hükümsüz Kimlikler, Ölümüne Aşk, Öğretmenler için Yaratıcı Yazarlık El Kitabı, Şen Yuva ve Kayıtsız Kimlikler adlı kitapların yazarı 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.