4’33’’ ya da Sanatın Anlamı 

Felsefe

4’33’’ ya da Sanatın Anlamı 


Hasan Bacanlı*

Aşık Veysel bir türküsünde “güzelliğin on par’etmez / şu bendeki aşk olmasa” der. Acaba ne kadar haklıdır, veya gerçekte güzellik karşısındakinde aşk olmadığı (uyandırmadığı) zaman değersiz midir? Yoksa, Veysel’in buradaki vargısı bencilce bir şey midir? 

Son sorudan başlayalım. Hepimiz kaniyizdir ki, Veysel burada bencilce “ne olursan ol, bana ne?” demek istememiştir. Kuşkusuz bu söz, bu anlamda da kullanılabilir. Hatta Veysel’in metninin tümüne baktığımız zaman, bunun bencilce olmadığını daha iyi anlarız. Çünkü devamında “eğlenecek yer bulamaz / gönlümdeki köşk olmasa” der. Hatta devam eder: “Tabirin sığmaz kaleme / derdin dermandır yareme / ismin yazılmaz aleme / aşıklarda meşk olmasa” diyerek konuya açıklık getirir. Bu kısımda aşığın kendisi artık bencilce yorumlanamaz, çünkü “derdin dermandır yareme” deyişi hiç de bencil bir ifade değildir. 

İlk soruya gelirsek, Veysel bu vargısında haklı mıdır, yani güzellik karşısındakinde aşk olmadığı zaman değersiz midir? Hemen hemen hepimiz buna “evet” cevabı veririz. 
O zaman da şu soruyu sormamız gerekir: “peki, güzellik nedir?” Güzellik estetik bir yargıdır, estetik de bizi sanata getirir. Öyleyse, soruyu sanat açısından soralım: “sanat, izleyicisinde aşk olmadığı, heyecan uyandırmadığında sanat olmaktan çıkar mı?” Farklı bir şekilde şöyle ifade edebiliriz: “sanat ortaya konan eser midir, sanatçının yaptığı bir şey midir yoksa eser karşısında duyulan heyecan mıdır?” veya daha kısa bir şekilde “sanatı sanat yapan nedir” diye sorabiliriz. Bu noktada “sanat sanat için midir, toplum için mi?” şeklindeki çözümsüz münazara sorusunu sormadığıma dikkat edin. Sanatın tanımına bağlı olarak cevabı verilebilecek bir sorudur bu. 
Sanatın ne olduğu çok tartışılmış ve irdelenmiştir. Burada tartışmalara girmek gibi bir niyetim de yok. Daha basit ve kolay cevaplar bulabileceğimizi biliyorum. 
Soruya cevap aramaya başladığımda kendi kendime “Gombrich’in abidevi Sanatın Öyküsü kitabında acaba sanat ne olarak anlaşılıyor” diye sordum. Öyle ya, Gombrich sanatın öyküsünü yazıyorsa, sanatın ne olduğunu söylemiş olması gerekti. 

Gombrich kitabına “sanat diye bir şey yoktur, sanatçılar vardır” diyerek başlar. Bu, sanatı tanımlamanın ve tarif etmenin güçlüğüne karşı kurulmuş bir cümledir. Cümleyi harfi harfine alırsanız, Gombrich kendi içinde çelişkiye düşer. Öyle ya, sanat diye bir şey yoksa, sanatın öyküsü de olamaz. O zaman, kitabın adı niye “sanatçıların öyküsü” değil de, “sanatın öyküsü”dür? Bunun nedeni, Gombrich’in yapmaktan kaçındığı sanatın tanımında gizlidir. Gombrich şunu der gibidir, “sanat on para etmez, sanatçı(lar) olmasa”. 
Veysel’in vargısı ile Gombrich’in düşüncesinden kafamız karışır. Sanat nerededir? Veysel sanatın izleyicisinin heyecanında olduğunu söylerken, Gombrich sanatçıda olduğunu söylemektedir. Belki bu soruya sanatın eserde olduğu cevabı verilebilir, ama bu da bizi bir yere götürmez. Çünkü “sanat eseri” terimi bize şunu söyler: bu sanat değildir, onun eseridir. Bu eserde ortaya çıkan sanat nedir o zaman? 

Soruya şöyle cevap vermeyi deneyebiliriz: sanat izleyicisinde olan takdir duygusudur, sanat ise sanatçının yaptığı şeydir. Bu sonuç Veysel’i haksız çıkarır, daha doğrusu bir kenara iter. “Önemli olan sanatçının yaptığıdır, sen bir kenardan ona aşık olabilirsin” demek gibidir. Bu da Veysel’in bize söylediği sözün anlamı değildir. 
Sanat dünyası tarih boyunca genellikle tabiatı taklit ederek üretilmiş eserlerle doludur. Sanat tabiatın taklidi olarak görülmüştür çoğu zaman. Eski Yunan heykellerinin, Leonardo veya Michellangelo’nun  eserleri tabiatı taklidin güzel örnekleri sayılabilir. Bu yorumun, onların başka özellikleri olmadığı anlamına gelmediğini vurgulamak gerekir. 
Ama sanatı zorlayan eserler vardır. Velasquez’in Las Meninas (Nedimeler) tablosu ile ilgili olarak Foucault’nun yaptığı yorumu hatırlayın. Resim tersyüz edilmiştir. Ressam çizilen resmi değil, resmin karşı tarafını resmetmiştir. Foucault, Theophile Gautier’in bu tablo karşısında “tablo nerede?” diye sorduğunu yazar. Tablo aslında izleyicidir. 
Daha ileri gidebiliriz. Picasso, Miro, Kandinsky, Mondrian’ın resimleri sanat mıdır? Ya Rothko? “Bunlara birileri sanat gözüyle bakıyor, ama beni ilgilendirmez, bence sanat falan değil” diyebilirsiniz. Bu cevap gizemli bir sanat anlayışı içinde başını kuma gömmeye devam etmek anlamına gelir. Yani “onlar sanatın ne olduğunu tartışadursunlar, ben bildiğim yoldan sanat izlemeye devam ederim” demek olur. Ama burada sanatın ne olduğunun açık olmadığını yukarıda yazmıştım. Yani, belirsiz bir sanat anlayışını sürdürmeye devam edebilirsiniz. Ya da sanat sorgulamalarına katılabilirsiniz. Ama bu durumda sorulan sorulara cevap bulmanız gerekecektir. Picasso ve diğerleri ile ilgili olarak hemen cevabı verebiliriz: “Tabii ki sanattır (ama sanatın ne olduğunu henüz bilmiyoruz)”. 

Bir adım daha ileri giderek John Cage’in 4’33’’ adlı eserine gelmek işimizi kolaylaştırabilir. Eserle ilgili Wikipedia şunları yazmıştır: “4′33″ (Dört dakika otuz üç saniye veya bestecisinin deyişiyle dört otuz üç), John Cage tarafından 1952 yılında bestelenmiş, üç bölümden oluşan müzik yapıtı. Herhangi bir enstrüman (veya enstrüman grubu) için yazılmış olup partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir. Yapıt, genellikle "dört dakika otuz üç saniyelik sessizlik" olarak algılansa da, aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır. 4'33" zamanla Cage'in en çok tanınan ve en tartışmalı çalışması haline geldi. Parçada birinci bölüm otuz saniye, ikinci bölüm iki dakika yirmi üç saniye, üçüncü bölüm ise bir dakika kırk saniyedir.” 

Cage’in eseri ilk bakışta saçma gibi görünebilir. Hatta benim aklıma, “ben bir müzik aleti çalmayı bilmiyorum, ama bu parçayı çalabilirim” şeklinde bir düşünce bile geldi. Cage’in eserinin seyirciyi eserin içine katmak olduğu söylenir. Hatta Cage “yaptığımız (her) şey müziktir” demiştir. 4’33’’ ‘te sanki Cage şunu demektedir: “gelin, müziği kendiniz yapın”. 
Eseri dinleyen birçok kişinin tavrı şudur: “Eser (müzik) nerede?” Bu soru Gautier’in Las Meninas karşısında sorduğu sorudur. Las Meninas’ın resmin karşı tarafını gösterdiği gibi 4’33’’ de müziğin karşı tarafını gösterir. 

Sanat iki taraflıdır; hem sanatçı, hem izleyici tarafı vardır. Gerek Las Meninas, gerekse 4’33’’ bize sanatın izleyici tarafını gösterir. Aslında dedikleri, Veysel’in dediğidir: Sanat on par’etmez, izleyicideki aşk olmasa. Ama izleyicide aşk oluşturabilmek için, sanatçının bir şey yapması gerekir. Bu şeyin ne olduğu önemli değildir, bazen hiçbir şey yapmamak bile olabilir. Güzelliğin dışında da sanat olabileceğini iddia eden Outsider’ları saymıyorum bile. 
İlgilenenler için notlar:

Las Meninas ve Foucault’un yorumu için Wikipedia’ya (https://tr.wikipedia.org/wiki/Nedimeler_(tablo)) bakılabilir. Foucault’un yorumunun asıl kaynağı Kelimeler ve Şeyler kitabıdır (https://www.imge.com.tr/kitap/kelimeler-ve-seyler-insan-bilimlerinin-bir-arkeolojisi-michel-foucault-9789755330754). 
John Cage’in 4’33’’ eseri için William Marx’ın performansı youtube’dan (https://www.youtube.com/watch?v=JTEFKFiXSx4) izlenebilir. 
Aşık Veysel’in türküsü için kaynak vermeyi “ayıp” bulduğum için vermiyorum. Her Türk onu bilir. 

* Prof. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Eğitim Fakültesi
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.