
Mühürlü Cehalet
Memleket dediğin, büyük lafların atıldığı, kahramanlık nutuklarının çekildiği bir arenadır.
Ama gel gör ki, bu arenada asıl kahramanlar, ne kılıç sallayanlardır ne de sözleriyle kalpleri titretenler…
Asıl kahramanlar, sahte diplomalarıyla koltukları kapmış, gerçek bilgiye parmak sallayanlardır.
Bir yanda “vatanseverim” diye böbürlenen, ama devletin bütün kaynaklarını kendi yandaşlarına peşkeş çekenler…
Diğer yanda, okulda onca yıl emek verip sınavları geçen gençler, diploması elimizden alınmışçasına haklarını arıyor.
“Biz sizin için varız” diyenler, aslında kendi konforları için varlar.
Düşünsenize, bir adam var, elinde sahte diploma, kürsüde boy gösteriyor; ders veriyor!
Ama o kürsüde, gerçeği söyleyen genç, kapı önünde bekliyor.
Bu kadar adaletli, bu kadar hakkaniyetli bir tablo olabilir mi?
Peki o sahte diplomalılar neler yapıyor?
Kimi koltuğunu sağlamlaştırmak için yandaşlarına iş veriyor.
Kimi “biz büyüğüz” diye milletin sırtına basıyor.
Kimi kendine biat etmeyenleri “hain” diye yaftalıyor.
Ama hiçbiri, hak edenin hakkını teslim etmiyor.
Böyle olunca, toplumda herkes bir yere bağlı oluyor:
Bir kesim, “bizimkiler” sayesinde yükseliyor; sınavları, bilgi birikimleri değil.
Bir kesim ise, hakkını ararken “sistem dışı” ilan ediliyor.
İroninin en güzeli, o “bizimkiler”in kahramanlık hikayeleri…
En büyük marifet, devletin kasasını doldurmak, kurumu çökertmek, sonra da “ülke için çalışıyoruz” demek.
Örnek mi?
Bir bakıyorsunuz, sahte diploma ile atanmış müdür, gerçek iş yapan elemanı işten atıyor; çünkü sadakat ölçüsü liyakatın önünde.
Başka bir yerde, liyakatli mühendis projeyi doğru yapmaya çalışırken, sahte belgeyle atanmış patron “acele et” diyor, çünkü para önemli!
Oysa ülke ne hâlde? Köprüler çöküyor, hastaneler kapasitesinin altında, okullar öğretmensiz.
İşte bu tablo karşısında, “Büyüklerimiz ne derse doğrudur” diyen nesil yetişiyor.
Ama büyükler, büyük yalancı ve fırsatçılar.
Ve o yalanlar, milyonların hayatına mâl oluyor.
Kendi yandaşlarını kayırmak için, eğitim sistemini içten içe çökerten, hak edenleri cezalandıran bir yapı var.
“Dostlar alışverişte görsün” der gibi, makamlar, ihaleler, unvanlar paylaşılıyor.
Ama bu düzenin en büyük ironisi, bu sahtekârların, sözde “millet için” çalıştıklarını iddia etmeleri.
Yeri geliyor, bir sahte diplomalı “uzman” kalkıyor, televizyon ekranlarında geleceği anlatıyor.
Yeri geliyor, liyakat sahibi gençler işsiz kalıyor, evlerine ekmek götüremiyor.
Ve bu manzara, hiç değişmiyor. Çünkü “doğru”yu söyleyen susturuluyor, yalancı alkışlanıyor.
Hak eden ise her gün biraz daha geri çekiliyor, toplumun kenarına itilmiş gibi hissediyor kendini.
Unutulmamalı ki, diplomanın gerçek anlamı bilgi ve çalışmayla kazanılmasıdır.
Ama bugün, o anlamın yerini “torpil”, “bağlantı” ve “sadakat” almış durumda.
Bu durumun en büyük bedelini ise, bu ülkenin gençleri ödüyor.
Çünkü onlar, emeklerinin karşılığını alamayan, umudunu kaybeden nesil oluyor.
Ve böyle giderse, yarınlarda gerçek liderlik, gerçek bilgi çok daha kıymetli olacak.
Ama o zaman çok geç olabilir.
Yorum
Cehalet
Doğru söze ne denilebilir ki? Çok doğru tespitler.
Yeni yorum ekle