Türkiye’de Felsefe Tarihçiliği

Felsefe

Türkiye’de Felsefe Tarihçiliği:

Nakilden Keşfe, Tahlilden İnşaya

 

Prof. Dr. Süleyman Dönmez

 

Türkiye’de felsefe tarihçiliği, büyük ölçüde metin aktarmaya, çeviriye ve düşünür özetlerine dayalı bir gelenek içerisinde şekillenmiştir. Ancak bu yaklaşım, düşüncelerin ortaya çıktığı tarihsel, kültürel ve siyasal bağlamı göz ardı eder. Oysa felsefe tarihi, sadece düşüncelerin kronolojik sıralanması değil; fikirlerin doğduğu bağlamı, birbirleriyle kurdukları eleştirel ilişkiyi ve bugüne sundukları imkânı kavramayı da gerektirir. Bu nedenle “Kim yazdı?” değil, “Niçin yazdı?” sorusu sorulmalıdır. Zira filozoflar, boşlukta konuşmazlar. Her bir metin, çağının çığlığıdır. Bu bağlamı dikkate almadan yapılan felsefe tarihi anlatımı, düşüncenin diri yapısını kadavralaştırır.

Bugün pek çok felsefe öğrencisi, hatta felsefe hocası, örneğin Aristoteles'in “form” kavramını öğrenirken ve öğretirken onun çağındaki doğa anlayışıyla ya da siyaset kuramlarıyla bağlantı kuramamaktadır. Descartes'in “cogito”su, bir aforizma gibi ezberlenmektedir. Asıl kaygının ve hedefin ne olduğuyla sağlıklı bir ilişki kurulamamaktadır. Bu kopukluk, yalnızca tarihsel bir bilinç eksikliği değil, aynı zamanda düşünme biçiminin kendisinde bir donukluk yaratmaktadır.

Daha vahim olan ise, Türkiye'deki felsefe eğitiminin kendi coğrafyasının düşünsel mirasıyla kurduğu mesafedir. Farabi, İbn Sina, Gazali, Kindi, Fahreddin Razi gibi figürler, “İslam Felsefesi” başlığı altında öğretilir, ancak bu figürlerin ne klasik Yunan'la ne de sonrasında gelen Batı düşüncesiyle kurdukları ilişki yeterince analiz edilmez.

Bu yaklaşım, Türk-İslam düşünürlerini Batılı felsefecilerle aynı düşünsel düzlemde tartışmaktan imtina eder. Halbuki bu düşünürlerin yazdıkları metinler, sadece dini yorumlar değil; aynı zamanda bilgi, varlık, ahlak ve siyaset üzerine ciddi nazari tartışmalar içerir. Bunları yalnızca tarihsel “renkler” gibi görmek, felsefenin evrenselliğini anlamamaktır. Bu nedenle bugün Türkiye’deki felsefe tarihi anlayışı, ne yazık ki üç temel sorunla karşı karşıyadır:

  1. Nakilci yaklaşım: Düşünce tarihini yalnızca “aktarılacak bilgi” olarak gören anlayış, düşünceyi yeniden üretme kapasitesini zayıflatır. Düşünürlerin özgün problemleri, içsel tutarlılıkları ya da çağlarıyla kurdukları ilişkiler göz ardı edilir.
  2. Bağlamsızlık: Metinler, içinde doğdukları tarihsel, dilsel ve kültürel bağlamdan koparılarak sunulur. Bu da hem yanlış anlamalara hem de yüzeysel yorumlara yol açar.
  3. Kategorik daralma: Felsefe tarihi çoğunlukla “Batı” ile sınırlandırılır. Antik Yunan'dan başlayan ve modern Avrupa’da biten bir hat, evrenselmiş gibi sunulur.

İşte tam bu noktada, felsefe tarihçiliğine “keşfî-inşa” ilkesine dayalı yeni bir yaklaşım öneriyorum.

Keşfî-İnşa ve Onto-Epistemik Bir Felsefe Tarihçiliği

Felsefe tarihi sadece geçmişi açıklamak için değil, bugün düşünmeyi mümkün kılan yolları açmak için de vardır. Bu nedenle, tarih yazımı bir “keşfî” yön taşımalıdır: Düşüncenin asli problemlerini, örtük sorularını ve içsel yapılarını keşfetmek gerekir. Ama bununla yetinilmemelidir. Aynı zamanda “inşa edici” olmalıdır: O düşüncenin bugüne nasıl taşınabileceğini, hangi kavramların yeniden üretilebileceğini tartışmaya açmalıdır.

Bu yaklaşım, salt kronolojiye dayanan değil; onto-epistemik bir yapı içinde, düşüncenin varlık (onto) ve bilgi (episteme) düzeyinde yeniden anlaşılmasını amaçlar. Örneğin, Platon ya da Farabi yalnızca “bir şeyler söylemiş” değildir. Onlar, kendi çağlarında hakikati hangi yollarla aradılar, hangi sorunları varlıkla bilgi arasında kurdular? Bu sorular bizi doğrudan “felsefenin özü”ne götürür.

Felsefe Tarihi Bir Okuma Değil, Bir Soruşturmadır

Bu yeni tarihçilik anlayışı, metinleri yeniden yazmak değil, yeniden düşünmek ister. Felsefe tarihçisi bir aktarıcı değil; bir sorgulayıcı, bir anlam kurucu ve bir bağlam açıcıdır. Metinleri “öncüller-sonuçlar zinciri” içinde analiz ederken, aynı zamanda bu metinlerin bizim için ne söylediğini de sorar.

Buradan hareketle üç önemli önerim var:

  • Metin merkezli değil, problem merkezli tarihçilik: Düşünürleri sorularıyla ve cevap ürettikleri bağlamla birlikte ele almak.
  • Evrensel değil, çoğul tarih yazımı: Yalnızca Batı değil; Türk-İslam düşüncesi başta olmak üzere farklı düşünce geleneklerine felsefi bir ağırlık kazandırmak.
  • Felsefe tarihçiliğini düşünce üretiminin parçası hâline getirmek: Sadece bilgi aktaran değil, düşünceyi inşa eden bir akademik anlayışı yaygınlaştırmak.

Sonuç Yerine: Yeniden Başlamak

Bugün elimizdeki kaynaklar, çeviriler, yorumlar ve fragmanlar, geçmişle bağ kurmak için birer fırsat sunuyor. Ancak bu bağ, sadece geçmişe sadakatle değil, bugüne dair bir merakla da kurulmalıdır. Felsefe tarihçiliği, ancak böyle bir çift yönlü hareketle –yani hem keşif hem inşa ile– anlamlı olabilir.

Felsefeye tarih yazmak değil, felsefeyle tarihi yeniden düşünmek için yaklaşmak gerekir. Türkiye’de felsefe tarihi, bu yeniden düşünme çabasıyla kendi sözünü kurabilir. Bu söz, ancak hakikati araştıran, bağlamı dikkate alan ve düşünceyi yeniden kurmaya cesaret edenlerin sesi olabilir.

Felsefe tarihi, sadece “ne olmuştu?” sorusunun değil, “biz şimdi ne yapmalıyız?” sorusunun da zeminidir. Türkiye’de bu alan, hâlâ arkeolojik bir merakla değil; diriltici bir düşünsel faaliyet olarak ele alınmayı bekliyor. Sessiz kalan metinleri konuşturmak, yalnızca akademinin değil, düşünmeye inanan herkesin görevidir.

Muhabbetle

 

Yorum

Fatmanur (doğrulanmamış) Pt, 18 Ağustos 2025 - 13:13

Yazıyı çok yerinde buldum. Felsefe tarihçisi adayı olarak bana fayda sağladı. Felsefe tarihi umuyoruz ki arkeolojik kazılardan farklı hâlde yeniden diriltilir ;)

Halil İbrahim (doğrulanmamış) Çar, 20 Ağustos 2025 - 02:22

Maalesef, felsefe tarihi derslerinin çoğu, hocamızın da bahsettiği üzere, hâlâ sadece karşı tarafa bilgi aktarma çabası içerisindedir. Metinler bağlamından koparılarak ele alınmakta, bu da metin yorumlamalarında yanlışlara sebebiyet vermektedir. Günümüzde sadece bilgi aktarımı odaklı ilerlemek, hem felsefeyle yeni tanışmış kişilerin felsefeden soğumasına yol açmakta, hem de öğrencinin bilgiyi benimsemesini engelleyerek bu bilginin zamanla kaybolmasına neden olmaktadır.

Burada hocamızın ortaya koyduğu "metin merkezli değil, problem merkezli tarihçilik" anlayışı, öğrencinin felsefe tarihine sadece bilgiyi alıcı bir rolde değil, aynı zamanda bilgi üzerine düşünerek katkı sunan bir şekilde yaklaşmasını sağlayarak, felsefe tarihine daha sağlıklı bir biçimde yönelmesini mümkün kılmaktadır. Ayrıca bu anlayış sayesinde, felsefe tarihinin bağlamından koparılması önlenebilir, yanlış bilginin önüne geçilebilir ve felsefe tarihine bütüncül bir bakış açısı kazandırılabilir.

Hocamıza yazısı için teşekkür ederim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.