Yazma Eyleminde Kendine Eğilme
İhsan Kurt
Yazarın eylemi denince öncelikle “yazmak” akla gelir. Yazarın da yazmanın da eylem başlangıcı düşünceleri somutlaştıran kelimelerdir. Bir yazar ne kadar kelime dağarcığına sahipse o kadar genişlikte düşüncelerini ifade etme, kelimeleri yerli yerinde kullanma özgürlüğünü elde eder. Kelimelerin kifayetsizliğinden yakınanlar bir başka anlamda kendilerinde var olan kelimelerin fakirliğini üstü örtük biçimde itiraf edenlerdir. Kelimeler değil, yeterince kelime birikimine sahip olmayan yazarlar yazma eylemlerini kısıtlarlar. Kelimeler cümle içerisinde verilen, yerleştirilen yere göre mutlu, sabırlı, huzurlu, kaygılı, isyankâr, kokulu veya yorgun mesajlar verir. Kelimelerin bu mesajlarını, derinliklerini kavrayan bir yazar bunları düşünürken kendine de eğildiğini fark edecektir. Yani yazmak sadece kelime zenginliğine sahip olmakla yeterli olamayacaktır.
Yazmak, bir anlamda yazanın kendisine, zihnindeki birikmişlere bakması, görmek istediklerini seçip görmesidir. Yazarın duyarak ve duyurarak anlatmasıdır. İstediği veya hissettiği konularda düşüncelerini en iyi şekilde ifade etme, anlatma eylemidir aynı zamanda. İyi, okunabilir, zevk alınabilir bir metin çıkarabilmek için de yazarın yazdıklarına önem vermesi, ciddiye alması, dikkatini yazdıklarında toplaması yani kendine eğilmesi ile yazıda daha sahiciliğe yaklaşılır.
Kendini bilmeden çok bahsedildiğini birçoğumuz hatırlarız. Fakat kendini bilmenin giriş kapısı olacak olan “kendine eğilme” üzerinde fazla durulmadığı da bir gerçek. Oysa kendine eğilme kendini bilmeden farklıdır. Bunun ayırdına varmayı geçenlerde M. Foucault’un “Kendini Bilmek” adındaki eserini okuyorken fark ettim. Onun bazı tespitleri dikkatimi çekti. O bir Delfi prensibi olan “Kendini bil “den önce “kendine eğilme ”den bahseder. Çünkü öncelikli olarak kendine eğilmeyen insanın kendisini bilmesinden bahsedilemez. Dolayısıyla kendine eğilmenin kendini bilmeyi de içerdiğini ifade eder. Hatta bu kavramları örneklerle açıklar. J. Payot’un ifadesiyle kendisinin efendisi olmak. Başkalarına hükmetme değil ama belki başkalarını aydınlatma da kendine eğilme, kendi ışığının farkına varma ile gerçekleşir. Yazmada söz konusu olan kendine eğilme; yazarın egosunu şişirme anlamında değil, olmak istediklerini kişiliğinin aslı olarak görmek de değildir. Yazarın kendini olduğu gibi görebilmesi ve gördüklerini olduğu gibi kabullenmesidir.
Bu yazıda adı geçen kavramlarla ilgili geniş bilgiler vermek ve bunlar üzerinde tartışmak gibi bir niyetim yok elbette. Çünkü biraz da bizlerin “kendini dinlemek” olarak bildiği kavramın anlamına yakın olan “kendine eğilme”nin Foucault tarafından “yazmak” ile ilişkilendirilmesi dikkatimi çekti. Yazarlık ve yazmak konusunda birçok makalenin yanında birçok eser de kaleme alınmıştır. Konunun felsefi, sosyolojik ve psikolojik boyutları ile ilgilenenler farklı veya ortak görüşler ifade etmişlerdir.
Seneca, Rufus, Galen, Augustine, Cicero, Marcus Aurelius gibi yazarların ve düşünürlerin yazma eylemlerini “kendine eğilme”nin anlamı içerisinde değerlendirilmesi de dikkat çeken bir husus. Yazmayı, sonra da okunmak üzere kişinin kendi hakkında notlar alması, yazarın “kendine eğilme” kültürünün bir parçası olarak düşünülmesi yazmaya ve yazara daha derinlikli bakmamızı da gerektirmektedir. Çünkü kişinin kendine eğilmesi sürekli yazma eyleminde bulunmasıyla bir ilişki içerisindedir. Buradan da yazar kendine eğilmeyi ne kadar gerçekçi olarak başarabiliyorsa yazın ürünü de o kadar gerçekçi, etkileyici olacaktır. Foucault’un ifadesiyle yazar kendine eğilmekle kendine karşı teyakkuz halinde olma arasında bir ilişki geliştirecektir. Yazar ve yazılan dikkate alındığında “kendine eğilme “den hareketle kendine dikkat de (bildiklerine, bilmediklerine, anlattıklarına anlatamadıklarına, yazma yeterlilikleri ve eksikliklerine, ne kadar özeleştiriyi yapabildiği) önem kazanır.
Kendini bilmek, kendini dinlemek, kendine eğilmek gibi kavramlar dikkate alınırken bunlar önyargılarla hemencecik ve hatta basitçe egoistlik, kendini beğenmişlikle değerlendirilmemeli ve böyle bir ucuzluğa başvurulmamalıdır. Eğer söz konusu yazar ve yazdıkları ise onun sadece düşüncelerini dile getirdiğinden bahsederek yazar ve yazarlık hakkında tam bir hüküm vermiş olmayız. Ya da bir eksiklik söz konusu edilebilir. Çünkü yazar sadece düşüncelerini değil duygularını, hissettiklerini, anlam yüklediği gözlemlerini özgün yazın üslubuyla aktarabilendir.
Aynı yazarın her eserinin aynı estetiği ve gücü yakalamamasının gerisinde yazarın o eserini yazarken ne kadar kendine eğilmeyi başardığı ve kendine eğilmede düşüncesiyle, bilgisiyle, dikkatiyle ne kadar yazdığı konuyu özümsediği ve yazının üzerinde dikkatini toplamış olduğu yatar. Aynı yazarın eserlerindeki farklılık yazarın o yazıyı (eseri) yazarken kendine eğilmedeki farklılığın gücünden veya zayıflığından ortaya çıkar. Hissedebildiği kadar hissettirmek, duyduğu kadar duyurmak biraz da yazarın kendine eğilme motivasyonunu sürdürebilme işidir. Sözcükler kendini dinleyen ve anlayan yazara ses verdiği gibi yazılanların tesirli olması da daha çok kendine eğilmeye odaklanan kalemlerin ürünü olur.
Aktarılan bu kısa düşüncelerden sonra kendine eğilen yazarın yazdıklarından da anlaşılabileceği söylenebilir. Yazarın yazdıkları isterse mizah olsun -ki mizah en ciddi bir alandır- yazdıklarını ciddi olarak, derinlemesine ve bilinçli bilgilerini, gözlemlerini de katarak yazıyorsa metin önem kazanır.
Etken okuyucu bu tür metinlerin farkına varır. Farkına varış bazılarında okuduklarından haz alma, bazılarında bilgi ve düşünce ufuklarının genişlemesi, bazı okuyucularda da kendi dünyalarını o metinde bulmaları ve benzeri şekillerde olur. Hatta bir metni yazan yazar o metni yazarken kendine ne kadar eğildiğinin ürününü görürse okuyucu da o metni okurken kendini metne vermenin neticesini o oranda görür. Öz eleştiriye ulaşmış bir yazar yazdıklarını okuduktan sonra tat almıyor, bir şeylerin yanlış gitmiş olduğunu hissediyor, küçük de olsa bir rahatsızlık duyuyorsa yazarken kendine eğilme de eksiklik olduğunu düşünmelidir. Elbette yeni baştan okumak, hissedilen eksikliğin tamamlanması, yeni baştan düzetmek veya yazmak da, yazarın kendine eğilmesiyle olacaktır.
Yeni yorum ekle