Paleolitik Çağdan Uygar Topluma; Sanat
Faruk Çelik
Sanatın evrimi genellikle sosyo-politik ve teknolojik ilerlemelerle birlikte yol almıştır. Bu evrim, Rönesans'ın Aydınlanma Çağı ile temellerinin atıldığı ve 1789 Fransız Devrimi ile hız kazanan sanat-zanaat ayrımı, güzel sanatların zanaattan, sanatçının zanaatçıdan ve estetiğin araçsallıktan ayrılmasıyla modernizm olarak adlandırılan bir dönemin başlangıcıyla evrilir. Sanat için bu tarihe kadar kullanılan terim "techne" kavramıdır. Sanatçı ile zanaatçının ayrımı yapılmadan iki bin yılı aşkın bir sürede gelişen sanat, sürekli bir himaye altındaydı. Ancak bilimsel düşüncenin etkisiyle bu himaye altından kurtularak modern sanatın kapıları açılmış ve 19. yüzyıl sanatı için özerklik ve aşkın gücünün bir ifadesi olmuştur.
Friedrich Nietzsche “tek Tanrı Sanattır! Sanat hayatı mümkün kılan asıl araçtır, insanı hayata çeken asıl ayartıcıdır… bilgi insanlarının… eylem insanlarının… ıstırap çekmenin büyük bir zevk biçimi olduğu bir yerde… mustariplerin kurtuluşudur” ifadeleriyle sanatın üstün insan vurgusuyla kendini yaratabileceği bir olgu olarak görür. Bu girişi yapmadan konuya girmenin doğru olamayacağını düşündüm. Şimdi Paleolitik ve Uygar toplumların sanata olan yansımalarına bakalım.
Paleolitik çağda, insanların avcılıkla birlikte hayatta kalmanın yanı sıra taşınabilir ve taşınmaz sanat eserleri yarattıkları bilinmektedir. Taşınabilir sanat eserleri genellikle beden süslemeleri ve hayvan/kadın figürlerini içerirken, taşınmaz sanat eserleri ise mağara ve kaya resimleri, kemik ve deri üzerine yapılan işlemeler olarak iki ana kategoriye ayrılmıştır.Avrupa'daki mağara ve kaya resimlerinde genellikle at, bizon, boğa, geyik, ayı gibi hayvan figürleri görülürken, Orta Amerika, Avustralya ve Afrika'da gergedan ve zebra gibi diğer hayvan figürleri de bulunmaktadır. İnsan figürlerinin tasvirleri genellikle basitleştirilmiş şekillerde betimlenmiştir.En önemli Paleolitik çağ sanat eserlerinden birisi İspanya'nın kuzeyinde bulunan Altamira mağarasıdır. 1879'da bir kızın bizon resmini incelerken keşfedilmiş olan bu mağaradaki resimler, tarih öncesi çağlardan kaldığına inanılır. Ancak, bu iddia uzmanlar tarafından reddedilmiştir. Benzer şekilde, Fransa'da bulunan Pair-non-Pair mağarasındaki resimlerin gerçekliği, kalker tabakası altında binlerce yıl boyunca korunmuş olması nedeniyle kabul edilmiştir.Fransa'da bulunan Lascaux mağarası da önemli bir Paleolitik çağ sanat merkezidir. Arkeologlar, mağaraya ilk girdiklerinde resimlerin insanlar tarafından yapıldığına şüpheyle yaklaşmışlardır. Ancak, mağarada bulunan kemik ve taş işlemeleriyle uyumlu olan bizon, mamut ve ren geyiği resimleri, resimlerin gerçekliğini kanıtlamıştır. Bu resimler o kadar gerçekçidir ki, onları çizenlerin avcı liderler olduğu düşünülmüştür.
Paleolitik çağ sanatçıları genellikle ezilmiş ve sıvılarla karıştırılmış maden cevherleri gibi doğal maddeleri kullanarak boyalar üretmişlerdir. Lascaux'daki resimlerde su bazlı boyalar kullanılmışken, diğer mağara resimlerinde reçineler, yumurta akı gibi çözücüler kullanılmıştır. Taşınabilir sanat eserlerinde ise genellikle pişmiş toprak, kemik ve fildişi gibi malzemeler kullanılmıştır. Kadın heykelciklerinde yüz ayrıntıları değil, göğüs ve kalça gibi formlar ön plandadır. Bu heykelcikler, "bereketin sembolü" olarak tanımlanır ve en ünlüleri arasında WillendorfVenüsü yer alır.
Buzulların erimesiyle (yaklaşık 10 bin yıl önce), Paleolitik çağ insanları göçebelikten çiftçiliğe geçmiş ve bu, avcılık ve toplayıcılığa olan bağlılığın azalmasına neden olmuştur. Tarıma geçiş süreci yavaş ve uzun bir aşamada gerçekleşmiştir. Bu devrim niteliğindeki gelişme, yeni bir düşünce biçimini başlatmıştır; sihirsel düşünce yerini dinsel düşünceye bırakmış ve toplum eşitliğinden eşitsizliğe geçilmiştir. Bu değişim örnekleri, Çatal Höyük gibi yerleşimlerde görülmektedir (M.Ö. 6000). Çatal Hüyük’teki uzun boynuzlu tapınakları süsleyen yabani öküz heykelleri, dinsel ritüellerin belirgin göstergeleridir ve tapınma odalarının duvarlarında yer alırlar.
Uygarlık toplumlarında, dinsel düşüncenin hâkim olmasıyla birlikte sanat yapıtları da bu etkiden nasibini almıştır. Mısır uygarlığı, bu anlamda önemli bir yer tutar ve Mısır sanatı, katı kurallar nedeniyle sınırlı bir gelişme göstermiştir. Mısır sanatının fresk tekniğiyle yapılan resimleri, sıvanın iki kat halinde uygulanmasıyla öne çıkar. İlk katman, tuz, kil ve kalsiyum karbonat içeren alüvyonla lifli materyaller içerirken, ikinci katman alçı taşından oluşur ve daha pürüzsüz bir yüzey elde etmek için ısıtılmış alçı taşı ile uygulanır. Ayrıca, Mısırlılar papirüsü keşfettiğinde, bunu yazı olarak kullanmanın yanı sıra üzerine resimler de yapmışlardır.Mısır sanatında yaygın olan konular arasında firavun ve ailesinin yanı sıra insan ve doğa tasvirleri de bulunur. Resimlerde, figür bedenlerinin form oranlarını belirlemek için geometrik şekiller ve ölçekler kullanılmıştır. Baş ve bacaklar genellikle profilden, gözler ve üst vücut ise önden gösterilmiştir. Arka planda, derinlik oluşturmayan tek bir renk kullanılmış ve üzerine desenler ve semboller yerleştirilmiştir.Mısır sanatında uzun süre devam eden katı kurallar, IV. Amenofis'in hükümdarlığı döneminde, "Yeni Krallık" olarak bilinen dönemde değişmiştir. Amenofis, geleneksel dini reddedip Aton dinini benimsemiş ve bazı geleneksel uygulamaları kaldırmıştır. Kendisini ve ailesini güneşin altında sevgiyle resmetmiş ve portrelerinin bazılarının çirkin olduğu gözlemlenmiştir. Bu çirkinlik, Gombrich'e göre gerçeğe bağlı kalarak resmedildiği için bu şekilde yorumlanmıştır.
Mezopotamya ve Mısır gibi antik uygarlıklar, sanatlarını genellikle krallıkların gücünü, savaş zaferlerini ve yendikleri kabileleri göstermek için mezar duvarlarına ve anıtlara kabartma resimleri (rölyef) ve freskler şeklinde yansıtmışlardır. Örneğin, M.Ö. 9. yüzyılda yaşamış olan Asur Kralı II. Asurnazirpal'ın bir kale saldırısı rölyefinde figürler, Mısır resmini andırsa da daha kaba bir biçimde şekillendirilmiştir. Ayrıca, bu rölyefte büyük bir savaşa rağmen hiç Asur piyadesinin ölü olarak gösterilmemiştir, bu da krallıkların gücünü ve zaferlerini vurgulamak için fresk ve rölyeflerin nasıl kullanıldığını göstermektedir.
Antik Yunan sanatında ise Asurlulara kıyasla büyük adımlar atmıştır. Yunanlılar, atletik spor ve felsefe gibi alanlara ilgi duymuşlar ve bu ilgileri sanatlarını da etkilemiştir. Helenistik dönemde, Yunanlılar plastik kuralların uyumundan ziyade natüralizm ve dışavurumculuğa yöneldiler. Polygnotus, Zeuxis, Parrhasius ve Apelles gibi önemli zanaatçılar/sanatçılar hakkında tam bilgiye sahip olamasak da renkli seramik gibi endüstriyel sanatlar hakkında bilgiler mevcuttur. Yunan vazoları, önceki uygarlıkların resimlerinden etkilenmiş olsa da daha gelişmiş bir anlayışı yansıtmaktadır. Atina’nın kapılarından birinin yakınlarında yer alan Dipylon mezarlığından çıkan Attike vazoların üzerindeki resimler incelendiğinde insan vücudunun üçgen yapısıyla daha geometrik formlarla daha natüralist bir anlayışla yapıldığı görülmekte. Bu vazoların üzerindeki resimler, arka planı kırmızı ve onun üzerine çizilen siyah figürler yer almaktaydı ama bazı vazolarda tam tersi olarak siyah renkten oluşmaktaydı. İşlenen konular ise dinsel ritüel, ölü gömme gibi konuların yanı sıra mitolojik görüntülerde yer almaktaydı. Diğer uygarlarda olduğu gibi Antik Yunan’da da freskler kullanılmıştır, fakat çok azı günümüze kadar kalmıştır. Özetlemek gerekirse, Mezopotamya ve Mısır'da olduğu gibi, Yunan sanatı da döneminin kültürel ve sosyal yapısını yansıtan önemli bir belge niteliğindedir. Çünkü, Yunanlılar uygarlık tarihinde en gelişmiş uygar toplumu olmakla beraber onlar insanlık tarihinin, hayatın gündelik ve somut yaşamına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ruh ve öteki dünya arasındaki ilişkinin inanç olmaktan çıkarıp felsefe ve diyalektik konusu haline getirdiler. Din, yerini metafizik düşüncesine bırakmıştı fakat antik dünyanın sona ermesiyle doğu dinleri tek tanrılı inancı dünyaya yaydılar ve böylece akılsal bir bilginin yerini dogmatik ve mistik bir bilgi hâkim oldu.
Mart 2024
Yeni yorum ekle