Fizikötesi Yolculuklar

Makaleler

Fizikötesi Yolculuklar

Eski dünya edebiyatlarında, yazılı edebiyattan daha yaygın olan sözlü edebiyatın etkileyici ve önemli bir bölümünü, insanların ölüm sonrası hayatta erişecekleri makamlar, yaşayacakları yeni hayat hakkında önsezilerde bulunma ve gelecekle ilgili birtakım bilgiler vermeyi konu alan anlatılar oluşturur. Değişik ulusların edebiyatlarında bu konunun yaygın olarak ele alınıp işlenmesi ve son derece önemsenmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Edebiyatın bu dalı, çok tanrılı dinsel inanışların yaygın olarak görüldüğü ve taraftar bulduğu Zerdüşt öncesi çağlardan bu yana İran coğrafyasında önemli ölçüde dikkatleri çeken gizemli konular arasında yer alır. İslâm öncesi dönemlerde ve özellikle de Zerdüşt inanışının yaygın olduğu çağlarda, İranlılarca da, yaratıcı tarafından özel yeteneklerle donatılmış oldukları kabul edilen, kötülüklerden sakınan üstün özellikli kişiliklerin kutsal makamlarca özel görevlendirilmiş olarak “metafizik evren”e ya da yaygın ifadesiyle “ölüler diyarı”na gittiklerine, yüce makamlarda tanrılar, melekler ve diğer kutsallarla görüşüp dönüşte de dindaşları için birtakım kutsal mesajlar getirdiklerine inanılır. [1]

Dinî edebiyatın temel konularından biri de, ölüm sonrası hayatı keşfetme amacıyla berzah âlemine, görünmeyen dünyalara, fizik ötesi coğrafyalara, göklere, kabir ötesine, yerin derinliklerine ziyaretlerde bulunmaktır. Bu tür ziyaretler ilkel kavimlerin de dikkatlerini çekmiştir. Şamanlara göre ötelere seyahatlerde bulunmak, insanları hastalıklardan ve doğal afetlerden koruma aracıdır. Eski dünya efsanelerinde bu seferler, ötelerde bulunan ve sevilen akrabaları azaptan kurtarmakta, aynı zamanda gezilen yerler ve ölüm sonrası hayatın gizemi hakkında insanlara ipuçları vermektedir. [2]

Sonsuz hayat arayışı, bu bağlamda maddi hayatın sona ermesinin ardından yaşanacak yepyeni ve gizemli fizik ötesi hayat, eski dünya uluslarının edebiyatlarında son derece ilgi çekici konular arasında yer alır. Bu konuya da yer veren manzum ya da mensur eserlerin ortaya çıkmasında, halk arasında oluşturulmuş efsanelerden ince sufî düşüncelerine kadar izleri bulunan dinsel yaşantının temel ve etkin rolü göz ardı edilemez. Mevlanâ‘nın (ö. 1273) Mesnevî‘sinde; meyvesinin insanları yaşlanmaktan ve ölümden kurtardığına inanılan gizemli ağaç, “bilim” simgesiyle ifade edilir. Fars tasavvuf edebiyatının en ünlü simalarından Ferîdüddîn-i Attâr‘ın (ö. 1221), İlâhînâme’sinde; hükümdar tarafından sonsuz hayatı arayan oğlu için söylenen sözler de yine böylesine derin tasavvufî yorumları içerir. [3]

Sonsuz hayat inancı, bazı toplumlarda ölüm sonrası hayatla ilgisi açısından bir dereceye kadar insanların yaratılıştan sahip oldukları yetilerle, ölmüş olan yakınlarını sık sık rüyada görme deneyiminden kaynaklanış olmalıdır. İnsanoğlu, deneyimlerle kazanmış olduğu birtakım özellikleri çoğu zaman gerçeklerden ayıramamaktadır. Sürekli yaşama arzusu, sonu olmayan ölümsüz bir hayat, insan teninin ruhuyla birlikte bu evrende ölümden uzak ya da sonsuz bir hayat yaşama isteği, çok eski ve derinden hissedilen bir arzudur. Hızır ve hayat suyu hikâyesi, İskender-i Zülkarneyn‘in bu suyu bulma, içerek ölümsüzlüğe erişme amacıyla yaşadığı ilginç maceraları ve benzeri serüvenlerin ana temaları, zihinlerde hep ölümsüzlük arayışını canlandırmaktadır. Bu konular dünya edebiyatlarında da çok eski bir geçmişe sahiptir.[4] Bütün bunlar metafizik evrenin gizemini kat kat artırmakta ve o evreni görme arzusunu şiddetlendirmektedir.

İnsanın dünyaya adım atışından itibaren hemen her toplumda hayatın kısalığı, sonsuza dek yaşama arzusu, onu hep sonsuz bir hayat arama düşüncesine sürüklemiştir. Bu düşünce çeşitli toplumlarda birtakım mitolojik ürünler ortaya çıkarmış, insanların ebedî bir hayat arama mücadelelerini anlatan özgün destanlar kaleme alınmış, gerçekte olmasa da hayal dünyasında sonsuz bir hayatı canlandırma yoluna gidilmiştir. Tarih ve rivayetlerin tanıklığıyla İran kültür ve edebiyatında da bu düşünce değişik şekillerde günümüze dek aktarıla gelmiştir. [5]

Bu bulunması zor, son derece değerli maddeyi elde edebilmek için insanoğlu tarihin en eski devirlerinden beri karanlıklar ülkesine, bilinmeyen coğrafyalara, kutsallar diyarına, ölüler yurduna ve tanrılar şehrine, çoğu zaman amacına ulaşamayan zorlu ve son derece sıkıntılı seyahatlerde bulunmuştur. Bu seyahatleri gerçekleştiren kişiliklerin serüvenleri de gizemli bir dille sözlü ve yazılı olarak kuşaktan kuşağa anlatıla gelmiştir.[6]

Bilinen bütün dinsel tasavvurlarda insanın doğaüstü ya da fizi­kötesi ile ilişkisi önemli bir yer tutar. Bu dinsel sis­temlerin hemen tamamında fizikötesi evren, insanın ya da insa­nın özünü oluşturan ruhun asıl vatanı olarak nitelenir ve maddi hayatın sona ermesiyle birlikte insanın fizikötesi âleme tekrar döneceği düşüncesi işlenir. Burada fizikötesi âlem, insanın dünya yaşantısının değerlendirildiği bir yerdir. Bu değerlendirmeye göre, kişi ana yurdu olan bu evrende ya ceza ya da ödül ortamında sonsuz bir hayat sürdürecektir. Dolayısıyla dindarlarca fizikötesi hayat, özlenen ve ulaşılacak hedef olarak seçilen bir ha­yattır. Dinsel geleneklerde maddi hayata, yeryüzü hayatına ise geçici bir değer yük­lenir. Buna göre yeryüzü hayatı geçici, yalancı ve sahtedir. Bu hayat, gaye olabilecek ya da hedef seçilecek kadar değer taşımaz. [7]

Hemen hemen bütün dinsel tasavvurlarda yer alan fizi­kötesi evren ile ilgili bu değerlendirmelerin yanı sıra, yine bu ta­savvurlarda metafizik âlem, tanrısal gücün asıl mekânı, ilahi öğretinin, vahyin ve gerçek bilginin kaynağı olarak algılanır. Geçici olan yer­yüzü hayatından kurtuluş, ancak tanrısal gücün kavranması ve ilahî öğreti ya da gerçek bilgi doğrultusunda yaşamakla mümkündür. Tanrısal gücü idrak edebilmek ve ilahi öğretiyi alabilmek ise fizikötesi evrenle ya da fizikötesi varlık/varlıklarla ilişki kurmayı gerektirir. Bu doğ­rultuda doğaüstü evrenle veya doğaüstü varlıklarla ilişkilere girmek, dinlerin temel özellikleri arasında yer alır. Bu iliş­kinin nasıl kurulacağı konusunda ise dinler arasında farklı an­layış ve yaklaşımlar sergilenir. Dinler tarihçilerince “vahiy dinleri” olarak adlandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi inanç sistemlerinde, yeryüzündeki insanla fizikötesi evren arasındaki bu ilişki “vahiy” ile kurulur. Yüce Tanrı, yeryüzündeki insanlar arasından seçtiği kişilere ya bir aracı vasıtasıyla veya aracı­sız olarak ilahî öğretiyi, yani gerçek ve kutsal bilgiyi akta­rır. Böylelikle insanlar kendilerine indirilen vahiyler vasıtasıyla ilahi âlemle temas sağlamış olurlar. [8]

Fizik ötesi evrene seyahatlerde bulunma yoluyla “cennet”, “cehennem” ve “berzah” konularında gizemli, içsel birtakım metafizik algılamalar, İran dinlerinde çok eski bir geçmişe sahiptir. Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avesta‘nın bazı bölümlerinde; insanoğlunun ölüm sonrası serüvenleri ve hayatıyla ilgili pasajlar, İran dinsel inanışlarında, öteki evren hakkında yapılacak açıklamaların temel taşları konumundadır. Bu konu, Pehlevi dilinde değişik dönemlerde kaleme alınmış Mînû-yiHired[9], Bundehişn-i Bozorg ya da Bundehişn-i Îrânî[10] gibi klasik dinsel eserlerde de yansımasını bulur. Avesta’nınBehmenYeşt adlı bölümünde de; Zerdüşt‘ün, kendisine Ahura Mazda‘nın bütün bilgileri kavrayacak akıl gücünü verdikten sonra fiziki varlığıyla o makamlarda cennet ve cehennemi, insanoğlunun alın yazısını bizzat gözleriyle nasıl gördüğü anlatılmaktadır.[11]

İslâm öncesi İran edebiyatında Sasaniler döneminden kalan, tamamıyla bu dünya hayatının dışında, rüya âleminde ve metafizik bir ortamda gerçekleşmiş iki seyahatten söz edilir. Bunlardan ilki, Sasani İmparatorluğu’nun dini teşkilatında üst düzey yetkileriyle en üst makamlarda bulunmuş mûbedlerindenKerdîr tarafından gerçekleştirilmiş yolculuktur. Kerdîr’in, bu yolculuğunda gözlemledikleri, bizzat onun emriyle III. yüzyılın sonlarına doğru bir dağın kayalıklarına işlenmiş dört yazıt aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. İkincisi ise, Sasani döneminde yaşamış önde gelen din adamı, ünlü mûbedArdâvîrâf‘ın; “Cennet, A’râf ve Cehennem” seferini konu alan Ardâvîrâfnâme adlı alanındaki en eski ve en önemli Pehlevice eserdir. Bunlardan birincisinin gerçekleştiği zaman hakkında, daha sınırlı ve gerçeğe yakın belirlemelerde bulunulabilir. Çünkü onunla ilgili önemli kanıtlar olan yazı araçları, kitabeler günümüze kadar gelmeği başarmıştır. Söz konusu yazılı tanıklar, Kerdîr’in emriyle III. yüzyılın sonlarına doğru İran‘ın merkez bölgelerinde bir dağın kayalıklarına kazılarak işlenmiş birbirine oldukça yakın içeriklere sahip dört yazıttan oluşur. İslâm sonrası dönem İran edebiyatında da değişik dönemlerde benzeri konular işlenmiştir. Bunlar başka bir çalışmamızda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Sasani hükümdarlarından I. Şapur (eg. 241-272) zamanından Nersî (eg. 293-303) dönemine kadar yaşamış, yönetimde son derece etkili kişiliklerden olan Kerdîr, Sasani dinî teşkilatında en üst makamlarda bulunmuştur. Kerdîr’in önemli faaliyetleri arasında; onun, eski İran’da çok yönlü işlevleri bulunan âteşkedelerin yanı başlarında resmi devlet tapınakları olan (megustân) ve mûbedlere ait birtakım yeni kurumlar oluşturması yer almaktadır. Öte yandan I. Behrâm (eg. 273-276) Mani‘yi öldürmesi için Kerdîr’e teslim etmiş, bu olayla eş zamanlı olarak da ülke çapında Mani tapınakları ortadan kaldırılmıştır. Mani’nin korkunç bir şekilde idam edilmesi, bir taraftan açıkça devletin yeni dini Zerdüştîliğin gücünü diğer taraftan da Kerdîr’in hükümdarlık makamındaki alabildiğine derin etkisini göstermektedir. Bu dönemle ilgili bilgilere yer veren ve günümüze kadar gelebilmiş kitabelerin tamamında; ortak olarak vurgulanan en önemli özellik; Kerdîr’in büyük bir din önderi olduğu ve genç hükümdarın ruhanî rehberliğini de yaptığıdır. Kitabelerini dört ayrı bölgede, hükümdar kitabelerinin bulunduğu yerlere diktirmiş olması da, onun Sasani sarayındaki nüfuzunu göstermektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi o, II. Behrâm (eg. 277-293) döneminde Sasani ruhlarının özel tapınakları olan İstahrAnahita Tapınağı’nın hizmetlerini de yürütmekteydi. [12]

Kerdîr kitabeleri, genelde iki ana konuya yer verir: 1. Kerdîr’in otobiyografisi, lakapları, muasırı olduğu her hükümdar döneminde yürüttüğü faaliyetler ve görevleri. 2. Mirâcının ayrıntıları.[13]Kerdîr’in dört kitabesi İran’da şu yerlerde bulunmaktadır: 1. Nakş-i Receb. 2. Zerdüşt‘ün Kabesi. 3. Ser Meşhed. 4. Nakş-i Rüstem.

Sözü edilen kitabelerinde Kerdîr: “Başlangıçtan beri tanrıların ve kutsalların hizmetlerinde bulunduğunu, onlara saygı duyup kendilerini kutsadığı için kutsal ve yüce makamlara layık görüldüğünü, saygın bir konum elde ettiğini; tanrılardan kedisine; ölümünden sonra ruhunun hangi makamlarda bulunabileceğini göstermelerini istediğini ve onların da bu isteğini gerçekleştirdiklerinde, hem kendisinin ve hem de anlattığında ya da yazdığında okuyanlar ve dinleyenlerin bu konudaki inanışlarının daha sağlam temeller kazanacağını, tanrıya inançlarının daha da güçleneceğini” ifade etmektedir. [14]

Kitabelerde; bunların ardından Kerdîr’in, öteler dünyasına gitmesini sağlamak için bir tür ölüme benzer bir hale girdiği aktarılır. Bundan sonrası muhtemelen bu kutsal mirac yolculuğunda Kerdîr’e yoldaşlık yapmış kişilerin, Ferveherler ya da kutsalların ruhları ağzından birtakım ifadelerle aktarılır:  

“Kerdîr, asîl bir beyaz at üzerinde bir süvari görür. Elinde bir bayrak vardır. Muhtemelen bu, Tanrı Behrâm‘dır. Bu arada doğu tarafından kendisine doğru gelen güzel bir kadınla karşılaşır. Kerdîr görünümünde tasvir edilen süvari, kadının elinden tutar. Kadın onu, parıldayan, aydınlık bir yoldan doğuya doğru götürür. Birlikte beyazlar giyinmiş, altın taht üzerinde oturan bir hükümdara giderler. Daha sonra yine beyazlar giyinmiş, taht üzerinde oturan bir başka hükümdarın huzuruna çıkarlar. Bunun elinde kadehe benzer ilginç bir nesne vardır. Orada, içerisi; yılanlar, akrepler ve diğer zararlı sürüngenlerle dopdolu, dipleri görünmeyecek kadar derin ve geniş kuyular ya da dereler yer almaktadır. Bu dipsiz derelerin üzerinde, çok keskin bir kılıç köprü şeklinde kuruludur. Bu yolcuların (Kerdîr ve kılavuz kadın) karşısında alabildiğine genişleyen köprüden, ötelerden gelen bir görevli ellerinden tutup Kerdîr ile kılavuzluğunu yapan kadını güven ve huzur içerisinde geçirir. Köprüden geçtikten sonra onlar doğu tarafına doğru bu gizemli yolculuklarını sürdürürler…”

Bu gizemli yolculuğun bu durağından sonraki aşamalarını konu alan satırlar, diğerlerinden daha az hasar görmüş her iki kitabe de okunamayacak halde olduğundan Kerdîr’in söz konusu kutsal seferinin daha sonraki durakları ve oralarda gördükleri hakkında daha ayrıntılı bilgi edinilememektedir.[15]Ancak Mazdeist edebiyatın diğer bazı kaynaklarında bu yolculuğun daha sonraki bölümlerinde; burada kılavuzluk yapan kadın görünümündeki kutsal ruhun, onu elinde terazisi olan Tanrı Reşn[16] ile elinde kadehi olan Yam[17] (Avesta‘daYima) gibi iki egemen güce götürdüğü, daha sonra da ikisinin birlikte beraberlerine diğer kutsalı, Surûş‘u da alarak cehennemin korkunç dereleri üzerine kurulmuş kılıçtan çok keskin kıldan daha ince Çînvâd Köprüsü‘nden geçip göklerin yüce makamlarına eriştirdikleri aktarılır. [18]

Fizik ötesi evrene seyahatlerde bulunma yoluyla “cennet”, “cehennem” ve “berzah” konularında gizemli, içsel birtakım metafizik algılamalar, İran dinlerinde çok eski bir geçmişe sahiptir. Avesta‘nın bazı bölümlerinde; insanoğlunun ölüm sonrası serüvenleri ve hayatıyla ilgili pasajlar, İran dinî inanışlarında, öteki evren hakkında yapılacak açıklamaların temel taşları konumundadır. Bu konu, Pehlevî dilinde değişik dönemlerde kaleme alınmış Mînû-yiHired[19], Bundehişn-i Bozorg ya da Bundehişn-i Îrânî[20] gibi klasik dinî eserlerde de yansımasını bulur. Avesta’nınBehmenYeşt adlı bölümünde de; Zerdüşt‘ün, kendisine Ahura Mazda‘nın bütün bilgileri kavrayacak akıl gücünü verdikten sonra fiziki varlığıyla o makamlarda cennet ve cehennemi, insanoğlunun alın yazısını bizzat gözleriyle nasıl gördüğü anlatılmaktadır.[21]

 

 

 

 

[1]Boyce, Mary, Târîh-i Kîş-i Zerdüşt, (çev. HumâyûnSan’atîzâde), Tahran 1374 hş.,s. 186.

[2]Zerrînkûb, Abdulhuseyn, Der Kalemrov-i Vicdân, Tahran 1375 hş.,s. 275.

[3]A.g.e., s. 485.

[4]A.g.e., s. 485.

[5]Yâhakkî, Muhammed Ca’fer, Ferheng-i Esâtîr ve İşârât-i Dâstânî der Edebiyyât-i Fârsî, Tahran 1375 hş.,s. 29; Kubadiyânî, R.-Âteşîncân, T., “âb-i hayât”, Dânişnâme, I, 1; Ocak, Ahmet Yaşar, “âb-ı hayât”, DİA, I, 1; Poonawala, I. K., “āb/water”, EIr., I, 28; DMBİ, “âb-i hayât”, DMBİ, I, 36.

[6]Serkaratî, Behmen, “Efsâne-yiÂb-i hayâtDerİskendernâme-yiNizâmî ve Rivâyât-i Dîger-i Dâstân-i İskender”, Mecmua-yiMakâlât-i Kongre-yi bey-nu’l-milelî-yiNohomînSede-yiTevellud-i HekîmNizâmî-yiGencevî, Tahran 1372 hş. I-III., II, 227.

[7]Gündüz, Şinasi, Dinlerde Yükseliş Motifleri, Ankara 1996, s. 10-11.

[8]Dinlerde Yükseliş Motifleri, s. 11.

[9]Dâdistân-i Mînû-yiHired/Dâdestân-i Menog-i Xred adıyla da bilinen Pehlevî dilinde Mainyo ī Xrad şeklinde yazılan Mînû-yiHired; ahlak, mitoloji ve din konularında ayrıntılı bilgilere yer veren çok önemli eserlerden biridir. Sasaniler döneminin sonlarına doğru HusrevEnûşîrvân zamanında (hük. 531-579) kaleme alınan eserin Pâzend dilindeki metni, Sanskrit ve Avestâ diline de çevrilmiş, Avestâ diline çevirisi, mûbedNeriosengh (M. XV. yüzyıl) tarafından yapılmıştır. Mînû-yiHired, E. W. West tarafından TheBook of TheMainyo i Khrad adıyla İngilizce’ye çevrilerek ayrıntılı bir önsözle birlikte 1871 yılında Londra ve Stuttgart’ta yayınlanmıştır.

[10]Pehlevî dönemi İran’ından kalma önemli Pehlevice metinlerden ikincisi olarak kabul edilen Bundehişn ya da Bundehiş, Orta Farsça’da; “yaratılışın, varlığınaslı”, “yaratılışın başlangıcı” anlamlarında bir kelimedir. Kitabın ağırlıklı konusu da yaratılıştır. Pehlevî dilinde kaleme alınmış bir bakıma Sasani dönemi Avesta’sı ve Zend’inin bir özeti olan, tarih, din ve coğrafya konuları yanında, dünyanın yaratılışı, hikâyeler ve efsaneler, doğa ve daha başka konulara yer veren Zerdüşt inanışı eksenli dinî ve tarihî önemli metinlerinden biridir. (Browne, A LiteraryHistory of Persia, I, 105; Safâ, Edebiyyât, I, 136; Safâ, Hemâseserâyî, s. 73).

[11]Utas, Bo, “Sefer Be Cihân-i Dîger, Der Surâyiş-i Kohen-i Pârsî” (çev. Dâryûş-i Kârger), İrânşinâsî, Rockville, Maryland 1377 hş., X/2, s. 311; Meşkûr, Muhammed Cevâd, “KerdîrYâTansar”, Nâme-yiBastân, Tahran 1378 hş., s. 205-210.

[12] Meşkûr, “KerdîrYâTansar”, Nâme-yiBastân, s. 202, 211.

[13]Tefezzulî, Ahmed, Târîh-i Edebiyyât-i ÎrânPîş Ez İslam, Tahran 1376 hş., s. 89-90.

[14]Utas, “Sefer Be Cihân-i Dîger”, s. 312; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, s. 91.

[15]Utas, “Sefer Be Cihân-i Dîger”, s. 312-313; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, s. 92.

[16]Reşn, eski İran’ın adalet tanrısı. Eski İran’ın önemli tanrılarından biri olarak kabul edildiği gibi adalet dağıtan büyük meleklerden biri olarak da bilinir.

[17]Pişdadîler hanedanının ünlü hükümdarı Cemşîd. Cemşîd isminin birinci kısmı, Pehlevî dilinde; “yam/jam”, “yamak”, “camak”, Avesta’da; “yîma: ikiz” olarak geçer. Pîşdâdîler sülalesinin dördüncü hükümdarı olan Cemşîd, 700 yıl (Şâhnâme’ye göre 600 yıl) insanlar, cinler, devler, kuşlar ve periler dünyalarının tamamı üzerinde egemenlik kurmuştur.

[18]Utas, “Sefer Be Cihân-i Dîger”, s. 313.

[19]Dâdistân-i Mînû-yiHired/Dâdestân-i Menog-i Xred adıyla da bilinen Pehlevî dilinde Mainyo ī Xrad şeklinde yazılan Mînû-yiHired; ahlak, mitoloji ve din konularında ayrıntılı bilgilere yer veren çok önemli eserlerden biridir. Sasaniler döneminin sonlarına doğru HusrevEnuşirvan zamanında (eg. 531-579) kaleme alınan eserin Pâzend dilindeki metni, Sanskrit ve Avestâ diline de çevrilmiş, Avestâ diline çevirisi, mûbedNeriosengh (M. XV. yüzyıl) tarafından yapılmıştır. Mînû-yiHired, E. W. West tarafından TheBook of TheMainyo i Khrad adıyla İngilizce’ye çevrilerek ayrıntılı bir önsözle birlikte 1871 yılında Londra ve Stuttgart’ta yayınlanmıştır.

[20]Pehlevî dönemi İran’ından kalma önemli Pehlevice metinlerden ikincisi olarak kabul edilen Bundehişn ya da Bundehiş, Orta Farsça’da; “yaratılışın, varlığınaslı”, “yaratılışın başlangıcı” anlamlarında bir kelimedir. Kitabın ağırlıklı konusu da yaratılıştır. Pehlevîdilinde kaleme alınmış bir bakıma Sasani dönemi Avesta’sı ve Zend’inin bir özeti olan, tarih, din ve coğrafya konuları yanında, dünyanın yaratılışı, hikâyeler ve efsaneler, doğa ve daha başka konulara yer veren Zerdüşt inanışı eksenli dinî ve tarihî önemli metinlerinden biridir. (Browne, A LiteraryHistory of Persia, I, 105; Safâ, Edebiyyât, I, 136; Safâ, Hemâseserâyî, s. 73).

[21]Utas, Bo, “Sefer Be Cihân-i Dîger, Der Surâyiş-i Kohen-i Pârsî” (trc. Dâryûş-i Kârger), İrânşinâsî, Rockville, Maryland 1377 hş., X/2, s. 311; Meşkûr, Muhammed Cevâd, “KerdîrYâTansar”, Nâme-yiBastân, s. 205-210.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.