Geçmişten Günümüze Bilim Felsefesi
Prof.Dr. Şafak Ural
"Geçmişten Günümüze Bilim Felsefesi" başlığını taşıyan ve Fatma Sıla Sandal ile Ulaş Bager Aldemir tarafından hazırlanan kitap, Pinhan Yayıncılık tarafından Türk okuyucuya sunuldu. 12 özgün makaleden oluşan kitapta Mehmet Cem Kamözüt'ün "Geçmişten Günümüze Bilim Felsefesi", Noam Chomsky'nin "Bilim, Zihin ve Anlayışın Sınırları", Carlo Rovelli'nin "Fiziğe Felsefe, Felsefeye Fizik Gerekir", Murat Can Mutlu'nun "Biyoloji Felsefesi", Patricia Smith Churchland'ın "Nöro-felsefe", Riccardo Manzotti'nin "Doğal ve Yapay Faillerde Bilinç ve Zekâ", Alper Hasanoğlu'nun "Psikiyatri Felsefesi mi, Psikiyatri Bir Felsefe mi?", Talat Parman'ın "Psikanaliz Bir Bilim midir?", Berna Kılınç'ın "Bilim Felsefesinde Mantık", Şafak Ural'ın "Mantığın Bir 'Organon' Olarak Serüveni", Thomas Lepeltier'in "Evren Yalnızca Höristik Bir Kurgu mudur?" ve Seçim Bayazit'in "Fenomenoloji ve Doğa Bilimleri" isimli çalışmaları bulunmaktadır.
Kitabı yayına hazırlayanlar amaçlarını şöyle ifade ediyorlar:
Geleneksel meseleleri yeniden gündeme getirmek, bilimin cevaplar değil sorular ürettiğini hatırlatmak, profesyonel okuyucuya olduğu kadar meseleye dair temel bilgileri öğrenmek isteyenlere de hitap etmek.
Kitabın editörleri bu amaçlarını ilginç ve iddialı bir şekilde şöyle dile getiriyorlar:
Bilim şüphe duymaktır. Felsefe tarihi soruların tarihidir. Bu, bilim tarihi için de söylenemez mi? İlk bakışta evet, ama son bakışta maalesef hayır. Çünkü bilim, popüler bir anlatıya dönüştükçe soruların yerini cevaplar almış, deyiş yerindeyse bilim seküler bir mitoloji yaratmıştır. Adorno’nun söz ettiği “kök salmış söylencesel korku”yu da bu minvalde anlamak gerekir.
Bu değerlendirme çok aydınlatıcıdır, fakat sanırım biraz eksiktir: çünkü Antikçağ'da başlayan ve Ortaçağ'dan itibaren içinde yer aldığımız bu sürecin, yani felsefenin çok temel bir özelliği aynı sorun veya soruya farklı cevaplar verebilmektir. Dolayısıyla amaç sadece soru sormaktan ibaret değildir; farklı cevaplar üretebilme becerisine de sahip olmak gerekir. Bu beceri; özgür düşünebilmeyi, dogmatik olmamayı, eleştirel bakabilmeyi ve elbette bilgi sahibi olmayı gerektirir. Kısaca bu becerinin adı felsefe yapmaktır.
"Bilim şüphe duymaktır", evet, çok yerinde bir tespit! Çünkü sonuçta bilim, felsefenin genetik kodlarını taşımaktadır. Gerçi bilimlerin felsefeden doğduğu ileri sürülür; fakat bu yargı kısmen doğru olabilir. Çünkü özellikle sosyal bilimlerin ve insan bilimlerinin ortaya çıkması, Newton ile başlayan bilim anlayışı ve Kant felsefesi sonucunda olabilmiştir; Newton, bugünkü anlamda bilimin ve dolayısıyla da bilimsel bilginin nasıl olması gerektiğini göstermiş, Kant ise bilimsel düşüncenin felsefi alt yapısını kurmuştur. Kant'ın Newton sistemiyle olan ilişkisi, düşünce tarihinde yeni bir evrenin doğuşuna olanak vermiştir. Kant, felsefenin genetik kodlarını, bilimsel düşünceyi tanımlamada kullanmıştır. Bilimin kendine özgü bir yöntemi, işleyişi veya kısaca aksiyomatik bir yapısı vardır. Kopernik, Kepler ve Galileo ile başlayıp Newton sayesinde tamamlanan bu yapı, bilimin, bugünkü anlamda bilim olma özelliğini tanımlar. Bilimsel düşünce ise sorgulamak, farklı cevaplar üretebilmek ama belirli bir yöntemle bunların arasından doğru olanı seçmektir. Kant, bu düşüncenin özelliklerini tasvir etmiştir. Bu tasvirin alt yapısını karakterize eden özellik, soru sormak ama özellikle farklı cevaplar üretebilmektir. Bunun için de bilim eğitimini felsefe eğitimi ile birlikte yürütülmesi kaçınılmazdır.
"Geçmişten Günümüze Bilim Felsefesi" isimli bu çalışma, bilim ve felsefe arasında tarihi arka planı biçimleyen etkileşimin bir örneği olup ülkemizde yeni başlayan bir anlayışı temsil etmesi bakımdan ayrı bir öneme sahiptir.
Ülkemizde, cumhuriyet ile birlikte, bilimsel bilginin ve bilimsel düşüncenin sahip olduğu özelliklerin tarihsel ve kültürel alt yapısıyla tanışmak, MEB'nın çıkardığı çeviri serisiyle önemli bir ivme kazanmıştır. İkinci evre İstanbul Üniversitesi ile başlayan, Ankara, Erzurum ve İzmir’de kurulan felsefe bölümlerinde bu kültürel altyapıyı biçimleyen bilim insanlarını ve filozofları çalışan, onların eserlerini inceleyip aktaran akademisyenlerin yetişmesiyle oluşmuştur. Bu tanıtım ve aktarma evresi halen devam etmektedir; fakat asıl önemli olan üçüncü evreye geçebilmektir. Yani felsefenin doğduğu bu topraklarda yaşayan bizlerin, kendi özgün düşüncelerimizi ortaya koyması gerekmektedir. Bu evre ikinci evreye eşlik ederek kendi varlık alanını tanımlamaya başlamıştır; umarım kendi ekolünü hızla biçimleyecektir.
Fatma Sıla Sandal ile Ulaş Bozkurt Aldemir'in yayına hazırladığı, bilim ile felsefenin etkileşimini çeşitli yönleriyle irdeleyen bu çalışmanın, özgün fikirlerin ve dolayısıyla özgün bir felsefenin oluşmasında değerli bir katkı yapacağına inanıyorum.
Bunun izlerini de kitabın "sunuş" yazısında görmek mümkündür: ……Hepimizin malumu, bilim Antik Yunan’da henüz felsefeden ayrışmamıştır. Doğa felsefesi, fizik vb. bütün epistemik mevzular felsefenin içindedir, metafizik de yalnızca bir tasnif sorunudur. Fakat bu durum zamanla değişecektir. Aydınlanma ve ardından gelen Modernite, doğa felsefesini ayrışmış bir disipline, hem de kendisini deneyle tanımlayan bir disipline dönüştürecektir. Bilim felsefesi dendiğinde, hiç şüphesiz akla ilk gelen Bacon, Descartes, Hume, Kant ve Dilthey gibi isimlerdir ve bu filozofların bilime yaklaşma biçimleri öncelikle epistemolojiktir. Çünkü empirik bir akıl yürütme olan bilim, en çok da epistemolojik bir güvenceye ihtiyaç duyar…. Bilim, modernist anlatının kurucu ögelerinden biri hâline gelip kurumsallaştıktan sonra; Edmund Husserl, Karl Popper, Ludwig Wittgenstein, Theodor Adorno, Michel Foucault, Thomas Kuhn, Imre Lakatos, Hans Reichenbach, Paul Feyerabend, Thomas Szas gibi birçok düşünür, bilimi irdelemeye çalışmış; bilimin epistemolojik ve ontolojik değerinin yanı sıra iktidar, ahlak, kültür ve cinsiyet gibi bir dizi kavram da bilim felsefesinin terminolojisine dâhil olmuştur. Hatta denilebilir ki çağdaş felsefe, gerçekliğin ve doğruluğun ne olduğundan ziyade nasıl üretildiğine odaklanmaya başlar ve aslında gitgide bir bilim sosyolojisine dönüşür…….. ……bilimi felsefi olarak irdelemek isteyen çağdaş düşüncenin iki temel görevi vardır: Geleneksel meseleleri yeniden gündeme getirmek ve bilimin cevaplar değil sorular ürettiğini su yüzüne çıkarmak. Geçmişten Günümüze Bilim Felsefesi’ni, yukarıda sözü edilen kaygılarla tasarladık. Türkiye’den ve dünyadan birçok düşünürün katkı sunduğu kitabımızda; doğa bilimlerinden mantığa, psikiyatriden fenomenolojiye varana değin bilim felsefesine dair 12 yazı yer alıyor. Umarız ki eleştirel düşünce için faydalı bir katkı olur.
Görüldüğü gibi editörler amaçlarını, filozofları tanıtmak veya bir felsefe tarihi çalışması yapmakla sınırlamamışlardır; ve bir anlamda da doğrudan doğruya felsefe yapmayı hedefleyen bir eser ortaya koymak istemişlerdir. Böyle bir hedef, şüphesiz eleştirel düşünce ile başlayıp sonraki adımda kendi düşüncelerini bu eleştireler üzerinden inşa edebilmeyi gerektirmektedir.
Bu çalışmanın, Türk felsefesinde yeni ufuklara yönelmeye ve böylece kendi mecrasını oluşturmaya doğru atılmış adımın bir parçası olmasını diliyorum.
*İstinye Üniversitesi,
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi,
Felsefe Bölümü
Şafak Ural Kimdir?
İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1971 yılında DTCF Felsefe Bölümü‘nden mezun oldu. 1977 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sistematik Felsefe kürsüsüne asistan olarak atandı. 1978 yılında “Pozitif Bilimlerde Basitlik İlkesinin Belirlenmesi Yolunda Bir Deneme” başlıklı çalışmasıyla Doktor unvanını aldı. 1979-1980 yıllarında Viyana Üniversitesi I. Felsefe Enstitüsünde çalışmalar yaptı. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı’na Yardımcı Doçent olarak atandı. 1983 yılında Doçent oldu. 1988 yılında Profesör unvanını aldı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevini 2004-2009 tarihleri arasında yapmıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, kurucusu ve başkanı olduğu Mantık Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak 2000-2015 yılları arasında görev yapmış; İstanbul Üniversitesi Mantık Uygulama ve Araştırma Merkezi‘ni 2014 yılında kurmuş ve 2015 yılına kadar başkanlığı sürdürmüş; 1989-2015 yılları arasında Felsefe Bölümü başkanlığını yürütmüştür. 16 Aralık 2014 tarihinde Mantık Uygulama Derneği‘nin kurucu yönetim kurulu başkanı olmuş ve 12 Ocak 2015 tarihinden Mantık Derneği ilk başkanı olarak seçilmiştir. 2012 yılından beridir Mantık Çalıştayı‘nı, 2014’ten beridir Mantık Yaz Okulu‘nu düzenlemektedir.
Çalışma Alanları
• Bilim Tarihi I-II-III, Kırkanbar yay. 1996 (Bu kitap, 1994 yılında Ağaç Yayınları tarafından Bilim Tarihi I, Bilim Tarihi II ve Bilim Tarihi III olmak üzere üç ayrı kitap olarak basılmıştır.) Bu çalışma Türkiye’de ilk kez felsefenin ve bilimin tarihsel gelişiminin birlikte incelenmesini ve aralarındaki etkileşimin gösterilmesini kapsamaktadır. Bu tarz bir yaklaşıma Batı dillerinde de pek sık rastlanılmamaktadır.
• Prof. Dr. Şafak Ural’ın ,Viyana Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Erhand Oeser ile birlikte kurduğu “İstanbul-Viyana Felsefe Çevresi çalışma grubu ilk toplantısını 1991, ikincisini 1994, üçüncüsünü 1996, dördüncüsünü ise 1998 yılında İstanbul’da yapmıştır. Bu toplantılara bugüne kadar, Viyana’dan Amerika’dan ve Türkiye’den çeşitli disiplinlerden toplam olarak 15 öğretim üyesi katılmıştır. Yapılan toplantılar kitap olarak yayınlanmaktadır. Çevre, beşinci toplantısını 2000 yılında “Zaman” konusunda yapmıştır. Bu toplantıya İTÜ, Viyana Üniversitesi, ABD ve Almanya’dan felsefeci, fizik ve biyoloji başta olmak çeşitli disiplinlerden öğretim üyeleri katılmıştır.
• Prof. Dr. Şafak Ural, Felsefe Arkivi başta olmak üzere çeşitli dergilerde, değişik mantık konularını ilk kez Türkçe’de yayınlamıştır.
• Yurtiçinde bugüne kadar Marmara Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ve İstanbul Üniversitesi’nin çeşitli Fakültelerinde (Fen Fakültesi, İktisat Fakültesi ve Tıp Fakültesi) yaklaşık 25 yıldan beri Mantık ve Bilim Felsefesi derslerini vermektedir. Yurtdışında Viyana, Budapeşte ve ABD’de misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş, yine bilim felsefesi ve mantık konularında konuşmalar yapmıştır.
Üyelikleri
1. Academia Brasileira De Filosofia
2. Felsefe Arkivi Hakem Kurulu
3. Kutadgubilig Hakem Kurulu
4. Türk Felsefe Derneği
Yorum
Değerli hocamız çok…
Değerli hocamız çok beğendiğimiz ZORBADERGIde yazmaya baslamanizdan mutluluk duydum düşünce insanları adına. Üniversite ile başlayan sürecin etkin isimlerinden birisiydijiz. Yeni yazılarınızı görmek unut verecek bizlere. En derin saygılarımla.
MARS KABESİ
BİRAZ CESARET
Profesör, bilim, bilim düşünce/düşünme, yeni... filan denince neden elimiz ayağımıza dolaşır, işin aslı nedir?
Öncelikle metinde geçen bazı iddialı cümlelerin açıklanmaya ihtiyacı var. Bir tanesini de kendim burada kendi deneyimi (laboratuvar) yapmak için ekliyorum :)
Bilimin cevaplar değil sorular üretmesi.
Bilim şüphe duymaktır.
Seküler Mitoloji.
Adorno.
Cevap veren felsefe.
Kendi düşüncelerimizi ortaya koymak.
Zaten Empirik akıl yürütme olan bilim.
Yukardakilerin tümünü bilge Sokratın Avukatında olduğu gibi demagoji yöntemi ile savunup öğrenci/kursiyere bir "kedi yumak oyunu" verebilirsiniz. Eğlencelidir.
Ama
Örneğin diyelim ki hukuk alanına aynı cümleleri aldığınızda karşınıza bi dolu sorun çıkıverir. Kamu Düzeni bu sorunlardan sadece bir tanesidir.
Ben olay duruma felsefe bilgilerim ve yapışımla SANAT yönünden bakmak istiyorum, ne dersiniz?
Okeyse devam edelim. Kimseyi sıkıp bunaltmak değil öğretirken eğlendirmek de istiyorum.
Mars'ta bir koloni kurmak istiyoruz ama nasıl olacağına dair "kesin bilgilere" sahip değiliz diyelim. Felsefe bize "Mars'ta insan yaşayabilir mi, yaşarsa NASIL yaşar" sorusunu sorar. Soruyu sorup bırakır. İlgilileri soruyu alıp cevaplamaya/yanıtlamaya/çözümlemeye/sorgulamaya/irdelemeye başlar veya başlamaz. Başlayanlar kendi düzeyleri nispetinde bir şeyler ortaya koyar. Yatırıma dönüşmeye başladıktan sonra hayali/sadece zihinsel olmaktan çıkıp "ete kemiğe bürünmeye" başlar. İşin zevkli kısmı bundan sonradır.
Genelde olduğu gibi "felfese bölümü açıp içini teoloji ile doldurursanız" işin erbabı, olay durumu anında fark edeceği için, bir süre uzak duracaktır. Çünkü ortada hamlıktan olgunluğa ilerleyen bir YAPI var demektir. Beklemek gerekir. Toprağın içindeki çekirdeği nasıl ki ikide bir eşeleyip, dürtükleyip, gıdıklayıp, tırmıklayıp rahatsız etmiyor kendiliğinden gelişmesini bekliyorsak aynı o gibi bekleriz.
Şimdi bize lazım olan 20 trilyon doları nereden bulacağız veya teahhüt edeceğiz? Devlet felsefesinin dev sorusudur bu. Ne işe yarar? Rampalarımız yok, paramız yok, bilgimiz yok, teorimiz yok, uzman personelimiz yok. Hayalimiz var. Arzumuz var. Tutkumuz var.
Felsefe yapalımda devlet cenderesindeki bir türlü özgün olamayan liseden bozma üniversitelerimizin "kandırabildiğinin profesörlerini" nasıl ikna edeceğiz veya etmemiz gerekir mi? Alın size HARİKA bir soru :) Adorno yardımınıza gelmez. Cebrail olsa burada hiçbir işe yaramaz. Ancak o hayal, arzu ve coşkularınızı tetikleyebilir. Tıpkı adrenalin gibi. Tıpkı jet motoru yakıtı gibi. Tıpkı nükleer enerji gibi.
Filmin sonunda şu oluyor: Ülkemizden birileri çıkıp Mars Kabesi'ni nereye inşaa etmeliyiz sorusunu soruyor.
Yeni yorum ekle