Sanatçı, Özgürlük ve Toplumsal İlişkiler

Deneme

Sanatçı, Özgürlük ve Toplumsal İlişkiler


Kemal Aslan*


İnsanın toplumsal bir varlık olduğu farklı disiplinler tarafından kabul edilen bir gerçekliktir. Toplumsal varlık olmasının gereği, toplumda yaşayan her birey ailesi dışındaki insanlarla da farklı nedenlerle ilişki kurmak ve bu ilişkileri sürdürmek durumundadır. Sanatçı da toplumda yaşayan bir insan olarak hem ihtiyaçlarını karşılamak hem de insanlarla etkileşimini sürdürmek amacıyla değişik toplumsal sınıflardan ve tabakalardan insanlarla aynı mekanı ve zamanı paylaşabilmektedir. 

Bu paylaşım sınırlı ya da uzun olabilir. Sınırlı toplumsal ilişkiler, örneğin marketten ya da mağazadan alış-verişler olabilir. Zincir mağazalar ile AVM’lerin yaygınlaşmadığı zamanlarda yüz yüze iletişim ve etkileşim daha yoğun olabilmekteydi. İnsanlar ayaküstü de olsa alışveriş süresince karşılıklı hal hatır çerçevesinde birbirlerini tanırken, sanatçı açısından da kişi bu gözlemlediği, yakın temasta olduğu biri ile iletişimi süreklilik kazanıyordu. Yani kurduğu toplumsal ilişkiler çerçevesinde yazacağı (üretimde bulunacağı) eserinde, karakter haline dönüştürebileceği birini, kurduğu iletişim çerçevesinde yakından tanıma olanağı bulurdu Sanatçı için de bu gözlemleyip yakın temasta olduğu kişi ile arasında sürekli iletişim kurulması olanağı doğuyordu. 

Şimdilerde bunu yapmak için sanatçının yazacağını düşündüğü ortamdaki insanları tanımak için onların arasına karışması, onlarla görüşmesi o ortamda yaşaması gerekiyor. Tekil örnek olsa da Orhan Pamuk’un kar romanını yazarken Kars’a gitmesi ve burada farklı insanlarla söyleşi yapması, bu ilişkilerden yararlanması bu türden bir etkileşimdir.
Sanatçı, toplumsal ilişkilerini ne İbn-i Haldun’un nesep asabiyeti olarak adlandırdığı kan bağına dayandırır ne de modern sosyologların birincil ilişkiler olarak kavramsallaştırdığı aile, kırsal bölge, çevreye dayandırır. O, bu türdeki toplumsal ilişkilerini Haldun’un nitelendirmesiyle sebep asabiyeti (kültürel bağlılık) ya da modern sosyologların ikincil ilişkiler (kent ortamında kurulan ilişkiler) çerçevesinde gerçekleştirir. Yani her ikisinden de yararlanmak zorundadır. Nitekim, birincil ilişkiler toplumsal örgütlenme düzeyinin daha yalın ve daha dar olduğu ortamda gerçekleşebilir

Sanatçı bu ilişkilerle gerçekliği sınırlı boyutta kavrayabilir. Oysa kent ortamında karmaşık düzeyde ilişkilerin gerçekleştirildiği ikincil ilişkiler,  sanatçıya insan gerçekliğini farklı düzeylerde anlama, yorumlama ve çıkarım yapma olanağı verir. Roman dahil günümüze kadar varlığı sürdüren modern sanatların kent ortamında, yani ikincil ilişkiler düzleminde ortaya çıkması tesadüf değildir.

Sanatçı, birincil ilişkilerinde olduğu gibi ikincil ilişkilerinde de varoluşunu sürdürmek zorundadır. İki ilişki türünde de dışlanması mümkündür. 
Birincil ilişkilerden uzaklaşması ne kadar mümkün ise de ikincil ilişkilerde bunu her zaman gerçekleştirmesi mümkün değildir. Çünkü sanatçı da her insan gibi farklı toplumsal sınıf ve tabakalarla iletişim ve temas halindedir. Bu onu ilişkide olduğu kişiler ve gruplar karşısında temkinli olmaya zorlayabilir. Birincil ilişkilerin sürdüğü kırsal ortamda ötekileştirme olgusu baskındır. 

İkincil ilişkilerde ise sanatçı benzerlerinin olduğu ortamlarda ötekileştirmeden var olabilmektedir. Bu sınırlı ortam dışında sanatçı kendini sanatı dışında ifade etmenin koşullarının sınırlı olduğunun farkındadır. Korku ve kaygının yeşerdiği bu ortamda sanatçı özgürce kendini dile getiremez, kabullenici bir sessizliği yaşayabilir. Ortamın sanatçıya kendini sesini ortaya koymaya teşvik etmediği ikincil ilişkilerde, hegemonyanın dayatmalarına karşı sanatçı sesini sanatın olanaklarıyla ortaya koyar. İkincil ilişkilerde normlar, değerler, gelenekler ve ideolojiler üzerinden sanatçının özgürlüğünü sınırlayıcı durumlar yaşanabilmektedir. Özellikle farklı toplumsal sınıf ve tabakaların yer aldığı ve çoğulculuk olanaklarının bulunduğu kapitalist toplumda, sanatçı varlığını sürdürebileceği sınırlı alanlar bulabilmektedir. Yani sanatçının özgürlüğünü sınırlayan baskın ikincil ilişkilerin yanı sıra, sanatçının kendisini ifade edebileceği muhalif ikincil ilişkilerin gerçekleşebildiği kamusal alanlar da yine toplumsal yapıda bulunmaktadır.

Sonuç olarak; kurduğu toplumsal ilişkilerden beslenen sanatçı, özünü bu ilişkiler çerçevesinde oluşturmaktadır. Sanatçı toplumsal ilişkilerde kendisini dinamik bir süreçte konumlandırmaktadır. Sanatçı birincil ilişkilerde karşılaştığı sınırlayıcı durumu oluşturduğu muhalif ikincil ilişkilerde aşabilmektedir. Bunun olanaklılığı toplumsal yapıdaki çoğulculuğa ve farklı sınıfların ve de toplumsal tabakaların varlığına bağlıdır.

*Dr. Öğretim Üyesi, Haliç Üniversitesi

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.