Dünya Ve Türk Resminde “Kent”…Ve Ankara’nın “Kent Ressamları”, 1.Bölüm

Edebiyat

Dünya Ve Türk Resminde

“Kent”…Ve Ankara’nın “Kent Ressamları”,

  1. Bölüm

 

Kadri Atabaş

 

“Sevgili okuyucu, bu çalışma, Türkiye resim tarihinde, tanımladığı alanda pek de öncülü olmayan bir yazı. Konunun, Batı kaynaklı resim tarihi tartışmalarında çok kaynağı var. Bizde ise, Kent ve Kent resmi ile ilgili tarihsel perspektifin ve çalışmanın pek olmaması nedeni ile, bu çalışma, geniş bir alanı tek bir makaleye sıkıştırmanın tüm zaaflarını taşır. Okurken görüleceği gibi, bazı sanat ressamlar ve gruplar çalışmanın dışında kaldı. Çoğunu sanat dünyası ile ilgilenenlerin bildiği, hatta eserleri resim tarihimizde referans olarak alınmış isimler, Kent ile ilgili gözükseler de, benim bu yazımdaki, ana özne olan Kent’in, çağlar boyu süren dönüşüm ve etkisinin resim üstünden ele alınmasının dışında çalışmalardır. Bu çalışmaların, bence, ele aldıkları kent anlayışı “pistorius”tur. Bu tür resimlerde, kent, ressamın resmini yapma malzemesidir. Kent resimsel kalmaktadır... Oysa bu yazıda konuyu ele alış yöntemi,- görselden öte-resmin ana çatkısı olan kent/insan/süreç ilişkisi ve geriliminin oluşturduğu atmosfer ve bunun sürekliliğinin resim alanındaki etkileri üstünedir. Bu çerçeve ile resmin üç “öznesi” olmaktadır: Kent/ insan ve süreç… Çalışma bunlar ve benzeri nedenlerle; Türkiye Cumhuriyeti resim tarihinde bazı kişileri, grupları dışarda bırakmaktadır.

Yazı,  “ilklerden” olmanın zaafları yanısıra, benim kendi tercihlerimi ve yorumlarımı polemik sınırları içinde ifade ediyor. Kişisel olarak, polemiğin bazen çok gerekli ve kışkırtıcı olduğuna inanırım…”

Bu çalışma büyük olasılıkla 3 ayrı yazıdan oluşacaktır. Birinci yazı,20. Yüzyılın başlarına kadar olan Avrupa sürecini, ikinci kısım 20.yüzyılda dünyadaki süreci, üçüncü kısım da Türkiye’yi, inceleyecektir.

XXX

Türkiye Cumhuriyeti’nin Plastik Sanatlar Tarihi resmi olarak 1923 de başlar. Ama Cumhuriyet’in resmi ideolojisi ve tarih anlayışı, Osmanlı’nın devamı olma misyonunu da üstlendiği için,  sanat tarihçileri Osmanlı’nın Batılı anlamda resim dünyasına eğildiği yılı 1835 olarak kabul ederler.

Sonuç olarak, yaklaşık 200 yıllık bir süreçten söz ediyoruz.

 Bu uzun gözüken süreç, resmimizin “kutup yıldızı” olarak kabul edilmesi gereken Batı kaynaklı resim tarihi ile kıyaslanırsa, aslında uzun değil. Süreçlerin farklılığı, resim tarihimizde de önemli bir çelişkiyi hatta dramı ortaya koymaktadır: Türkiye de, resim / plastik sanatlar, kendi “olgunlaşma / gelişme” sürecini, Batı gibi uzun ve pek çok deneyimi / akımı içinde barındıran bir süreçte oluşmamıştır. Bazı fantezi filmlerinde çocuk aniden olgun bir insanın fiziki yapısına geçer ve pek çok şaşkınlığı ve sarsaklığı yaşar. Bizim resim tarihimizde buna benziyor. Kuşkusuz bu durum pek çok konuda da böyle. Ama biz burada resimi ele alıyoruz.

Bu iki ayrı sürecin gelişmesine kısaca bakarak konuyu daha açalım.

Resmin çok temel ögeleri var; boya elde etmekten, yaşama ve dünyaya nasıl bakıldığına uzanan bir süreç bu.

Batı Kaynaklı resim tarihinde, bugün üstünde bile düşünmediğimiz, perspektifin keşfi gelişmesi bile yüzlerce yıl almıştır. Ancak Rönesans ile birlikte önemli ölçüde ikonografi aşılabilmiştir. Kilisenin tüm baskısına karşın, insan merkezli bir dünya ve onun sonucu olarak insan gözünün dünyayı nasıl algıladığının ifadesi olarak perspektif,15 yy. doğru resimde yerini alabilmiştir (Panofsky, Perspektif, Simgesel Bir Biçim)

Ressamlık ancak 17. Yüzyılda, o da bazı ülkelerde, daha “özek”  bir meslek olarak kabul edilebilmiştir. O zamana kadar esnaf loncalarında bir zanaat örgütlenmesi olarak kabul edilmiştir. O nedenle de resim, , eninde sonunda, 19.yüzyıla kadar, “mesenler / koruyucular” desteği ile var olmuştur. Bu durum, ancak 19.Yüzyılın sonlarına doğru kırılmıştır. Sanayi devrimi ile başlayan süreç, sanat insanını, kendi kaynağını sağlayabilen ve kitlesel açılımlarda taraftar bulan daha özgür ve özgün bir konuma taşımıştır. Resmin bu uzun tarihindeki sınıfsal / sosyal mesenlik, çoğunlukla din/ yönetici sınıf korumacılığını gerektirmiştir. Resimde başat konular, öncelikle dinsel, daha sonraları saray/aristokrasi/burjuvaziyi gücendirmeden yapılan çalışmalardır. Dünya müzelerini gezen ve bakmasını bilenler için Güzel Sanatlar Müzelerinde ki resimlerin konusu çok büyük çapta ya dini ikonlar ve önemli kişilerin portreleri, ya da kazanılmış savaşları anlatan çalışmalardır. Ancak gerçek dehalar, bu oyun içinde kendi dünyalarını kurmayı “denemişlerdir”. Bu dehaların, var olan dini, feodal ortamın hegemonik kültürü içinde geliştirdikleri, “öznel ”çalışmalar bugün bile “ezoterik” içerikli roman / sinema eserlerine konu olmaktadır.

Batı kaynaklı plastik sanatlar ortamında,  “KENT”, sosyal ya da ekonomik anlamda 17. yüzyıla kadar önemli bir belirleyici öge değildir. Sistem, tarıma ve tarımın artı ürününe el koymaya dayalıdır. Zanaattan öte bir gelişmenin oluşmaması sonucu, köylü toplumu ağırlıklı bir yaşam mevcuttur ve yaşam alanları dağınıktır. “Kent” tanımı, ağırlıklı olarak feodalitenin yaşam alanıdır. Teknolojinin olmaması sonucu gece karanlığında evlere çekinilen, altyapısı olmayan dar, karanlık, ilkel yapım sistemine dayalı konutlar ve merkezinde “konak / saray / kilise / Katedral’ lerden” oluşan bir kentsel mekan düzenlemesinden söz ediyoruz.

17. Yüzyıla kadar, yani Burjuvazinin ortaya çıktığı zamana kadar resim tarihinde, KENT önemli bir belirleyici resim ögesi olarak gözükmez. Resmin daha çok ‘arka planını oluşturan bir yan öge gibi gözükür. 17. Yüzyıla gelindiğinde ise, İtalya’nın “Kent Cumhuriyetleri”, özellikle de Venedik ilginç sosyal yapısı nedeni ile resim dünyasında, belki de ilk önemli “Kent ressam/larını” çıkarmıştır. Bu dönemin başat ismi Canaletto, (1697- 1768) . ve onun öğrencileri Bernardo Bellotto,Francesco Guardi,  Michele MarieschiGabriele Bella ve Giuseppe Moretti, yeni bir konu alanı olarak Kent’i öne çıkaran bir akıma öncülük ettiler. Kent, resim dünyasında artık kendi kimliği sunduğu yaşam olanakları ile asıl özne olarak yer almaya başladı.

Yaklaşık aynı dönemlerde Kuzey Avrupa da, özellikle Hollanda da, ticarette ulaştığı çap nedeni ile “Hollanda’nın altın Çağı” diye tanımlanan bir dönemi yaşandı. Hollanda’nın uluslararası ticaret de artan önemi sonucu tüccarlar ve Burjuvazi yükselişe geçti ve resimde “yeni bir mesen” grubu sahneye çıktı. Yükselen burjuvazinin kültür ve ilgi alanının getirdiği olanaklar ressamlara daha özgürce resim yapmayı, hatta kendi “müşteri” gruplarını oluşturmayı sağladı. Bu dönemin büyük ismi Rembrant’ın 1606-1669)bazı şaheserlerinin konuları, Tüccarlar Birliği, Doktorlar Birliği gibi kurumların grup resimleridir.

Hollanda, burjuvazi / tüccar sınıfının etkisi ile, resim tarihine, kent peyzajı ve yeni Burjuva kent anlayışını resmeden, önemli ürünler katmıştır. Başta Vermeer (1632-75)

.

,Gerrit Berckheyde ( 1638-1698)

.

Jan van der Heyden( 1637-1712)

 

.,

Pieter de Hooc ( 1629-1689)

.

bizlere, Hollanda kentini, sokak peyzajları ve konut içi yaşamları sunmuşlardır. Bruegel ise daha çok kent / yerleşimin sokak yaşamını çalışmıştır.

19. Yüzyıla gelindiğinde ise, insanlık yepyeni bir olgu ile tanışmıştır: sanayileşme

Sanayileşme çağı, yalnızca yeni bir üretim biçimi değil; tüm alışılmış bireysel / toplumsal örüntülerin/ kavramların ve yaşamın değişmesi /dönüşmesidir. Artık, Kentin oluşumunu kimliğini bir sınıfın hegemomanik gücü belirlememektedir. Tarih sahnesinde yerini alan kapitalistlerin ve emekçi sınıfların etkisi ortaya çıkmıştır. Kent, artık, sınıfların farklı kültür / davranış biçimlerini ve ilişki örüntülerini de yansıtan bir mekanlar sistematiğidir. Sanayileşme, bize “24 saat yaşayan” bir kent sunmuştur.

 Kent 24 saat yaşanan bütün bir yaşam sunmaktadır. Kentlerde artık geceler önem kazanmıştır. Burjuvazinin “konak / konutu” yeni dünyaya cevap vermekte yetersizdir. Kitlesel barınma istekleri küçük aile konutunun önemini öne çıkarmıştır. 19 ve 20 yüzyılda gelişen yapım teknoloji ve malzemelerinin etkisi ile modernist uluslararası üslup mimarisi kentin oluşum ve estetiğini belirleyen bir söylem geliştirmiştir… Kent içi ve kentler arası ulaşımda araba, otobüs ve tren kentlerin oluşumunu etkilemektedir. Artık bulvarlar geniş sokaklar tren garları kentin mekanlarının oluşumunu belirlemektedir. Sanayi kentleri yüzbinlerce/ milyonlarca insanı çekmektedir. Caddelerde / Sokaklarda binlerce insan devinim halindedir. Bu önemin önemli sanayi kenti Berlin’de, Postdammer ana bulvarlarında bir günde 170.000 üstünde insanın geçtiği tespit edilmiştir.(Pathos dergisi, sayı 13)  Sanayi toplumu, Aydınlanmanın ortaya koyduğu, “sorgulayan akıl”ı ve birey’i öne çıkarmıştır. Alışılmış toplumsal kodlar çözülmüş, yerine yeni toplumsal örüntüler çıkmıştır.

 İnsanlığın bu alt üst oluşundaki kentin önemi ve etkisi artık sanatçının ana konularından birisidir. Sanatçı, tarihte ilk kez, belli bir dini otorite veya sınıfın temsilcilerinin mesenliğinin baskısından kurtulmuştur. Artık ürettiği yapıtlar çok değişik kesimlere ve kişilere ulaşabilmektedir. Sanat Galerileri, sanat simsarları örgütlenmiş ve yeni bir piyasa oluşmuştur.

Toplumsal ortamın yanı sıra, teknolojideki gelişmelerde sanatçıyı değişime zorlamıştır. Sanat tarihçilerinin de önemle vurguladığı gibi, özellikle fotoğrafın etkisi ile de, “görüneni yapma”nın önemi azalmıştır. Fotoğraf artık “görüneni” daha çabuk ve hızlı sunmaktadır. Ressam artık ille de görüneni değil, kendi gördüğünü, düşündüğünü ve algıladığını yapmanın ortamına kavuşmuştur. Aynı zamanda da, yeni anlatım biçimleri oluşturmak için ortamlar oluşmuştur.

 Başlarda, ağırlıklı olarak “özgürlüğe” ve doğaya açılan sanatçılar, zamanla toplumsal yaşama ve sokağa bakmaya başlamışlardır. Sanatçı, tarihte ilk kez, kendisi bir belirleyici olarak,  kendi alıcını, seyircisini ve ortamını oluşturmaktadır. Sanatçının yorum ve anlatım biçimi öne çıkmaktadır. Dönemin ortaya çıkardığı, “ İzlenimcilik / varoluşçuluk/ dışavurumculuk / Kübizm / yapısalcılık akımları kendilerini kent yorumları üstünden de ortaya koyar.

 duruma gelmişlerdir. Çağın simgeleri olarak, sanayi yapıları, yeni mekanlar ve yeni ilişki biçimleri resmin konusu olmuştur.

 Bu çağa kadar resmin yapısını oluşturan “tek yada iki kaçış noktalı perspektif” terk edilmektedir. Paul Cezanne bir nesnenin tek noktadan görünümünü değil, o nesnenin pek çok noktadan görünümünün tuval üstünde cevaplarının kapısını açmıştır. Bu kapıdan içeri önce Kübistler sonra da pek çok akım girmiştir. Dönemin resimlerine bakıldığı zaman, sanayileşmenin önemli simgelerinden olan Trenler ve Tren Garları, ya da önemli günlerindeki kalabalıklar, kent mekanları içinde resmedilmeye başlanmışlardır. İzlenimci C.Monet’in( 18401926) unutulmaz çalışmaları arasında yer almışlardır.

. .

Ya da Pissarro da (1830-1903)  keinsanlarla dolu olağan sokak, bulvar yaşamı izleriz. .

.

. Gece yaşamı da dönemin önemli bir kent farklılığı olarak ressamların ilgisini çekmiştir. Henry de Toulose Lautrec in( 1864-19019 

.

.

Eduard Manet in ( 1832- 1883)

.

gece yaşamı üstüne çalışmaları dönemin önemli çalışmaları arasındadır.

Kübizmin çok perspektifli kent dokusu çalışmalarını özellikle Fransa da, başta Picasso,( 1881- 1973

).

G.Braque( 1882-1963)

,. 

R. Delauney ( 1885-1948)

 .

olmak üzere pek çok ressamda görürüz.İtalya da ise , “Fütürizm” akımı, 20. Yüzyılı  “hareket çağı” olarak gördüğü için, tablolarında “ hareketin estetiğini” yansıtmayı seçmiştir. U. Boccioni ( 1882-1916) .

ve C.Carra ( 1881-1966) resimlerinde hız / dinamizmin resimsel kurgusunu izleriz.

Öte yandan, yeniçağın getirdiği değerlerin yanı sıra, sanayileşmenin peşinden gelen yeni dünya paylaşımı, yaşanan ekonomik krizler ve 2 Dünya savaşı, çağın sanatçılarını, isyan eden sorgulayan ve ret eden akımları var etmeye de yöneltmiştir…

Her iki Dünya savaşında da tarafların ana hedefleri arasında Kentler büyük insanlık dramının sahneleri olmuşlardır. Uçak ve füzenin icadının yarattığı yok ediş muazzamdır. Tabii tepki de o düzeyde olmuştur. Yeni sanat akımları bu dönemde ya ortaya çıkmış ya da etkin olmuşlardır.

Bu akımların önemlileri; Almanya merkezli Dışavurumculuk, SSCB merkezli Konstrüktivizm ve ABD kaynaklı Metropolis anlatısıdır. Bu üç akım sadece resimde değil, Kent in fiziki ve sosyal biçimlenişinde önemli olan mimarlıkta da etkin olmuşlardır. Hatta diyebiliriz ki,20.Yüzyıl ile birlikte, resim, grafik tasarım, endüstriyel tasarım ve mimarlık içi çe geçmişlerdir. Sözünü ettiğimiz dönem 1850 lerden 1950’lere kadar olan süreçtir.

Bu dönem ve akımlar başka bir yazının konusu,

Türkiye ise, her iki yazının da dışında ve ayrı bir yazının konusu artık…

Türkiye’yi tamamen ayrı bir başlıkta ele almak niye önemli? Çünkü, bu yazının göstermeye çalıştığı şey, önce Osmanlı, sonra da Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımız zaman, ortaya çıkacak tablonun yukardaki süreç/ler ile bir paralellik göstermediğidir. Özetle; Batı dünyası, kentleşme süreçlerinin hemen tüm aşamalarını geçerken ve bu süreçlerde kent  resmi de dönüşürken, Osmanlı dan devir alınan tarihsel süreç ve sanat ortamında; Türkiye,feodalitesi bile olmayan bir köylü toplumudur, Kent ve resmi olgusu, bu yazıda anlatılan içerik ve sürece sahip değildir. O nedenle de gelişimi başkadır. Evet, burada duralım…

*Mimar, Ankara, Ağustos 2025

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.