Yazar Mehmet Eroğlu İle Açık Sohbet
Gamze Karaoğlan
Yazar Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında adlı ilk kitabından yayımlanan son kitabı Kendi Hayatında Ölme Vakti’ne kadar geçen sürede yazdığı romanlarla Türkçe edebiyatın vazgeçilmezlerinden… Eroğlu’nun senaristliğini de eklediği yazın hayatına dair merak ettiklerimizi başarılı yazara sorduk.
Öncelikle son romanınızdan başlamak istiyorum. Yazar Metin’in yaşadıkları çalkantılı bir hayatın izlerini taşıyor, daha doğrusu başka yaşamların ortağı konumunda hiçbirinde başrol değil ama o olmadan da hiçbir hayat şekillenmeyecek görüyoruz. Dünle bugünün hezeyanları ve geçen beş mevsim. Her mevsimin kaybı ve umudu ayrı. Kitapta sizin mevsiminiz hangisiydi?
Kendi Hayatında Ölme Vakti beş mevsime bölünmüş görünse de iç içe geçmiş öykünün gelişim çizgisi tek ve düz bir hatta ilerliyor. O nedenle benim mevsimim şudur, bunu tercih ederim diyemem. Ancak, ben İzmir-Karaburunlu’yum; zorunlu bir ya da ikisi dışında, neredeyse yetmiş yıldır her yaz Karaburun’a gittim. Son zamanlarda da yılın en az üç ayını orada geçiriyorum. Bu nedenle, ilkbahar ve sonbahar bölümleri, her köşesini ezberlediğim, her tepesinde yürüdüğüm, dağlarını keşfettiğim, kokusunu bildiğim bu yarımadada geçtiğinden bu iki bölümü yazarken çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Romanda betimlenen koylarda yıllarca yüzdüm, sözü edilen adalarda daldım, fırtınalarda balığa çıktım... İlkbahar ve Sonbahar mevsimlerine ilişkin betimlemeleri bir anlamda Karaburun’un –edebi- fotoğrafları olarak da tanımlayabilirsiniz.
Hayatında Ölme Vakti’nde Metin’in en sevdiği yazarlar sorulduğunda Rilke, Conrad, Edmond Rostand’dan bahsediyor. Size aynı soruyu yöneltelim.
Hangi birisini söyleyeyim. Ben neredeyse 20 yıldır, “Roman İncele Semineri” adı altında katılımcılarla roman okuma atölyelerine de katılıyorum. Bu soru orada da sık sık dile gelir. Listeyi, -Dostoyevski bir yana- son yüzyılla sınırlarsak, önemsediğim ve “telefon rehberi yazsa okurum” dediğim yazarlar olarak şunları sıralarım: Dostoyevski, Conrad, Malraux, Marguerite Yourcenar, Schoendoerffer, Romain Gary, Graham Greene, Michel del Castillo ilk aklıma gelenler. Mutlaka unuttuklarım da vardır.
Yazar kimliğinizin yanında aynı zamanda senaristsiniz de. Sizi daha çok hangisi heyecanlandırıyor? Çünkü konu yazmak olsa da ikisinin çok farklı beceriler gerektirdiğini biliyoruz.
Aslında senarist değilim. Kendimi hiç böyle tanımlamadım. Çünkü roman dışında senaryo yazmıyorum. Yazdığım senaryolar, genellikle kendi romanlarımın filme uyarlamasıyla ilgili. Senaryo ve roman arasında şu fark var. Senaryo edebi bir uğraş değil. Daha çok teknik ve belli kuralları olan bir metin yazma işi. Yazarlar için senaryo yazmak çok zor değildir. Hele yazarken –benim yaptığım gibi- görerek, yani yazdığınız sahneyi yaşayarak, zamana bağlı olarak hareket içinde yazarsanız pek de sorun yoktur. Daha da açıklamak gerekirse. Sağlam bir kurgu becerisi olan için bu iş hiç de zor değildir. Herkesin öğrenebileceği ve yapabileceği bir iştir. Yeter ki görsellik nedir, bilsin.
Yazmak hele ki her gün yazabilmek büyük bir sorumluluk. Sizin hiç ara verdiğiniz, olmuyor dediğiniz zamanlar oldu mu? Olduysa nasıl başa çıktınız?
Yazmak onu ancak gündelik yaşamınızın bir parçası haline getirdiğinizde mümkündür. Bir roman yazmak çok önemlidir ancak–ikinciyi, üçüncüyü yazmazsanız, yazamazsanız- hiçbir şeydir. Yazmaya sadece bir ara –beş yıl kadar- müzik için ara verdim. Caz ve saksafon... Kimler yazar olur? Çok okuyan ve yazacak şeyi olan... Yazmak için ömür yetmez, o ömrün içine hayat, hayatlar sığdırmak gerekir. Özetle, hayat edinirseniz, yazarsınız. Siz sormadan ekleyeyim. Hayat edinmek yeryüzüne iz bırakmak, karar vermek, seçim yapmak, risk almaktan korkmamak ve biraz da acı çekmekle mümkündür. Derdiniz yoksa yazamazsınız. Bu derdin ille de bireysel olması gerekmiyor. İnsanlığın derdi yeterince büyük bir acı kaynağıdır. Ve acı yazmak için en vazgeçilmez kaynaktır.
“Dostoyevski’nin ahlaksızlığını Tolstoy’un ahlakına tercih ederim,” bu sözünüzle neyi kastettiğinizi bize açar mısınız?
Sanat, edebiyat iffetli bir şey değildir. Hatta Picasso’nun tanımıyla, “iffetsizdir.”Edebiyat iyilikten çok kötülüğe, sevaptan çok günaha meyleder. Hiç günahkar olmayan edebiyat kahramanı hatırlıyor musunuz? Madam Bovary apartmanınızda yaşasa, eminim, yönetici onu evden çıkarmaya çalışır. Üstelik “burjuva ahlakı” iki yüzlüdür, bizleri bir şeylere zorlamak için yapılandırılmıştır ve birkaç on yılda bir değişir. Ahlakın tek ölçütü –ne yasalar ne geleneklerdir- vicdandır.
Yaratıcı her insan için bunalım armağandır,” diyor Stefan Zweig. Sizin böyle bir bunalımın ürünü dediğiniz bir romanınız var mı?
Bilmem. Bu benim değil, edebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin cevaplandırması gereken sorulardan birisi. Belki şunu hatırlatabilirim, yazarların ilk romanları otobiyografik unsurlar taşır denir...
Şu anda Netflix’te ilk ondan uzun süredir düşmeyen, birçok festivalden ödülle dönmüş başrollerinde Nejat İşler ve çok önemli oyuncuların olduğu sizin aynı adlı romanınızdan uyarlanan 9.75 filmi ülke gündeminde önemli bir yer edindi. Filmi izleyince ne düşündünüz?
Romanın duygusunun perdeye aksettiğini düşündüm. Önemli olan da buydu. Unutmayın filimler her zaman yönetmenlerindir.
Oldukça geniş bir okur kitleniz olduğunu biliyoruz. Bunun yanında sizinle 9.75 filmiyle tanışan yeni okuyucularınıza söylemek istedikleriniz neler? Bir insan ne zaman iyi bir okur olur? Bunu kendimizde fark ettiğimiz nokta nasıl gelişir?
Şunları söylemek isterim; bir: Geniş ve yaygın değil, derinlemesine giden makul bir okur kitlem var: İki: Okumaya klasikleri okuyarak başlayın. Klasikleri okumadan bu yolculuğa çıkanlar, okyanusa pusulasız çıkmış kadar çaresizdir. Kısa sürede yönlerini kaybederler. Genel kabul gören, çok sözü edilen ve herkesin beğenerek okuduğu romanlar genellikle üçüncü, ikinci sınıf, kalıcı olmayacak eserlerdir. Hayat, iyi eserleri okumak için çok ama çok kısa. Bu yüzden abur cubur okumayın. Kitap değil, sizi besleyecek yazar okuyun... İyi okur olmak? Hayat edinen iyi okur olur.
Yorum
Merak
Gamze hanım güzel bir söyleşi kutlarım. Mehmet Eroglu yazma sanatından asla taviz vermeyen yazarlarımızdan birisi. Bunu çok yeni sayılacak bir dergide okumak ilginç geldi. Merakın insan üzerindeki etkisi beni yazmaya itti. Sevgiler
Karaoğlan
In reply to Merak by Sude kaya (doğrulanmamış)
Teşekkür ederim. Mehmet Eroğlu ile söyleşi yapmak bizim içinde çok değerliydi.
Şöyleşi
Yazma sancısı çekenler için ders notu niteliginde söyleşi olmuş.
Yapılan her iş çok emek ve merakla kıymetlenir.
Teşekkürker
Yorum
Sevgili Mehmet Eroglu güzel söylemiş kutluyorum. Ahlak düşüncenin beslediği vicdanın eseridir.
Dostoyevski ile Tolstoy yaklaşımı da böyle. Her yürek kendi cenneti kadar ötekinin cehenneminden de sorumlu hissetmeli.
Hayat iyi eserleri okumak…
Hayat iyi eserleri okumak için çok kısa... Sn Eroglu çok haklısınız. Piyasada bu kadar ihtirasları aklının önünde giden yetersiz kalem erbabı varken iyiye ulaşmak giderek zorlaşıyor. Burada okura da büyük görev düşüyor. Sevgiler.imle
Yeni yorum ekle