Annem, Karım Bir de İp

Öykü


 Annem, Karım Bir de İp

Ülkü Yalım Günay

Cep telefonum titreşmeye başlayınca, usulca dönüp karıma bakıyorum. Tüm dikkatiyle beyaz perdeye odaklanmış, henüz gelişme bölümünde olan filmi kavramaya çalışıyor. Tıpkı bizim gibi, iki çocuklu, sıradan bir aile var görüntüde. Günlük yaşamları olağan akışında ve şimdilik evde hüküm süren dinginliğin geçici olduğuna ilişkin bir gerginlik sezilmese de, izleyiciyi az sonra yaşanacak olaylar hakkında bir beklentiye sokan, ince ayrıntılar var. Bu yüzden ben de gözümü perdeden ayırmak istemiyorum, ama titreşim çok ısrarlı, durmak bilmiyor.

Karıma hissettirmeden cebimden çıkarıyorum telefonu, ekranda “ev” yazıyor, açıyorum.  Kızım; “Babaannem kendini yine astı.” diyor. Elimi ağzıma siper edip usulca, “Tamam kızım geliyoruz.” deyip kapatıyorum. İçimde alttan alta,  annem günün birinde bu işi ya gerçekten başarırsa diye bir korku olduğundan, haberi hafife alamıyorum.
Yine de karıma söyleyip söylememekte kararsızım.  Zavallıcık, herkesin öve öve bitiremediği bu filmi, nihayet göreceğiz diye ne çok sevinmişti. Ona kıyamıyorum ama öte yandan kalmamız da olanaksız görünüyor.
İçim acıyarak usulca koluna dokunuyorum, “Kalk gidiyoruz Mehpâre, evde yine sorun var.” diyorum. Sinema salonunun yarı karanlığında bile, gözlerindeki düş kırıklığı açıkça seçilebiliyor. Böyle bir haberi bekliyormuş gibi sakin, hiç sesini çıkarmadan, kucağında katlı duran kabanını alıyor, yanımızda oturanlara rahatsızlık verdiğimizden, pardonları peş peşe sıralayarak çıkıyoruz salondan. 
Arabayı park ettiğim arka sokağa doğru yürürken, “ipi yok etmeni rica etmiştim Mehpare, neden?” daha tümcemi tamamlamadan atılıyor karım, “naylon torbaya koyup, ağzını sıkıca bağlamış çöpe atmıştım vallahi, ya çöpten çıkardı, ya da yenisini aldı, bilmiyorum.” diyor. Arabaya kadar sessizce yürüyoruz. Ne söyleyebiliriz ki?
Annem, kendini asma işini yıllar önce başlattı. İlki, bizi gerçekten çok korkutmuştu. Karım gece tuvalete kalktığında odasında ışık yandığını fark edip aralık kapıdan bakmış ve hemen koşup beni uyandırmıştı. 
Annemi, kalorifer borusuna bağladığı ipin ucunu boynuna dolamış, karyolasının üstünde ayakta öylece dururken bulmuştuk. Boğazı sıkılıyormuş gibi hırıltılar çıkardığı için çok endişelenmiştik, ama gevşek ipi çözerken anlamıştık, aslında gerçekten ölümü hedefleyen bir girişim değildi bu. Yalnızca dikkat çekmeye çalışıyordu. “Odanızın kapısı kapalı olursa ben çok korkuyorum.” diye açıklamıştı meramını daha sonra.
Annemin şimdi yattığı oda, eskiden çocuk odasıydı. Bizim yatak odamızın tam karşısında olduğu için, çocukları kolay kontrol etmek amacıyla uygun görmüştük.
Çocuklar daha küçücükken, bir gün annem o odayı ben istiyorum diye tutturmuştu, güya o odanın penceresinden ezan daha iyi duyuluyormuş. Ne dediysek ikna edemedik. Sonunda koca bir hafta sonunu oda değiş tokuşu ile geçirdik, eşyasını istediği gibi yerleştirdik, muradına erdi. Bir süre sonra da, korkuyorum, geceleri odanızın kapısını kapatmayın diye tutturdu.
Filmi yarım bırakıp eve geldiğimizde çocuklar ayaktaydı. Pijamayla, yalın ayak, yataktan çıktıkları gibi dolanıyorlardı ortada.  Mehpâre hemen, yatırmak üzere onları odalarına götürdü, ben de anneme koştum. Bu kez,  boynunda dolalı iple, bir iskemlenin üzerinde duruyordu. Ama, iskemleyi henüz tekmelememiş, gelmemizi beklemişti sanırım.
Boynunu ipten kurtarıp yatağa yatırıyorum. Gözlerini açmadan inliyor. O sırada yanımıza gelen karımın eline tutuşturuyorum ipi, “Yok et.” diyorum.
Mehpâre ipe bakıp, “bu ip yeni, çöpe attığım bu değildi. Kapıcıya mı aldırıyor, nereden buluyor anlamıyorum ki…” 
Sonra üstünü örtüp çıkıyoruz odadan. Onun kapısını da bizimkini de açık bırakıp yatıyoruz.
Evde ne zaman bir sinema ya da gezme lafı olsa, annem bizden önce hazırlanır, yola koyulur. Azıcık mırın kırın etsek, “Ben ömrümde gün mü gördüm, gezme mi gördüm, otuz beşimde dul kaldım. Utan utan sana hem anne, hem baba oldum.” diye uzun bir tirada başlar. Gidilen yerde de, gezmenin tadını çıkarsa ya hayır,  hemen uykusu gelir, bu kez de çocuk gibi eve gidelim diye tutturur. Sinemadaysak,  Mehpâre’ yle benim arama oturmakta diretir. Film başlar başlamaz da uyur. Bittiğinde uyandırırız, arabaya kadar zar zor yürür. Bu arada, kapıcının karısına da çocukların yanında kalsın diye dünyanın parasını vermiş oluruz. 
Annemin acındırma taktiği işi yarar, Mehpâre hemen yumuşar. “Gelsin canım ne olur, sırtımızda mı taşıyoruz?” der.
Bu gece de aynı şey oldu ama ben Mehpâre’nin karşı çıkışlarını duymazdan gelip; “uyuyorsun be annem, bu akşam gelmesen olmaz mı?” demiş bulundum.
Kabul eder gibi başını önüne eğmişti, ama tek kelime bile etmemişti. Onun bu sessizliğinin hayra alâmet olmadığını bile bile aldırmamıştım. Güle güle demeye   gönül indirmediğinde uyanmalıydım aslında. Bu bir boykottu, yorumlamakta yetersiz kaldığımı itiraf ediyorum.
Mehpâre ile fısır  fısır konuşuyoruz. “Filmi de göremedik be karıcım” diyorum. Mehpare, “ben söylemiştim.” diyor. “Yanımızda olsa, hiç olmazsa filmi sonuna kadar izlerdik.”
Karım yine yerden göğe kadar haklı. 
Biz fısıldaşırken karşı odadan öhö öhö diye bir öksürük yükseliyor.  “Uyuyun artık” uyarısı bu.
Birazdan, bu gece de kefeni yırtmış olmanın hafifliği ve kontrolü elinde tutmanın mutluluğu ile annem uykuya dalacak. 
Oda kapıları da açık. 
Evde her şey yolunda.

                            

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.