Pis Fırça’nın Temizliği  

Öykü

Pis Fırça’nın Temizliği  

Serap Gökalp

    İki görevli geldi. Yani görevli olduklarını söylediler. Yoksa üstlerinde başlarında bir işaret, öyle havalı bir ceket var sanılmasın. 
    “Sivilim” dedi adam.
    “Tabi” dedi Yunus. (Adımın Yunus olduğunu kimse bilmez ki. Pis Fırça diye çağırırlar beni.) “Tabi buyurun, ne vardı?”
    “Seni koruma evine alacağız,” dediler. (Misafir edeceklermiş. Her zaman toplarlar. İtiraz edemezsin.) Ekip arabasına bindi. Yani üzerinde bir takım işaretler olan araca ‘bin’, dediler bindi. Okuması yazması var, var da kafası bulanık işte. 
    “Kim bu çöp tenekesi gibi kokan?” dedi Şoför.
    “Bu kokuyor,” dedi öteki. Sonra ona; “Çok pis kokuyorsun” dedi. “Sokak köpekleri bu kadar kokmuyor.”
Kıkır kıkır güldü Yunus; 
    “Bana Pis Fırça derler, boşuna mı?” diye övündü. Kendisini korumak için en iyi yöntem. (Gerçek adım balık ama sudan nefret ederim.) 
    “Bu yıkanmadan olmaz ağabeycim. Binaya bile sokmadan yıkanmalı”  dedi öteki.
Pis Fırça, ceplerini karıştırdı. Cebinden iki karasinek çıkıp arabanın içinde uçmaya başladı. 
    “Bir sigara içebilir miyim?” dedi yalvarırcasına. Nedense heyecanlanmıştı. (Tam olarak heyecan denmez aslında.) Kalbi çarpıyor. Kalbiniz iyi için de çarpar, kötü için de dikkat et diye çarpar. İyi için mi kötü için mi çarpıyor şimdi karar veremiyor…
    “Dubara!” diye mırıldandı.
    “Arabada mı içeceksin?” dedi görevli, hayatında bundan saçma bir şey duymamıştı. Pis Fırça yeniden karıştırdı ceplerini, aslında biliyordu, hiç sigarası, izmariti yoktu ama, bazen unutulur ya cepte…Cep… ten bir iki sinek daha çıktı. 
Görevli gözlerini devirmiş onu izliyordu… İzliyordu ama aaa, gözlerine inanamıyordu. 
    “Kaldır bakayım kolunu” dedi. Kol kalkar kalkmaz birkaç sinek daha uçup çemberler çizmeye başladı, havada.
    “Aman Yarabbim” diye mırıldandı görevli.
    Arabayı kullanan “Yahu bu sinekler neyin nesi? Cam mı açık arkada, çöp yanından mı geçtik de ben anlamadım?” diye sinirlendi, sinekler göz pınarlarına burun deliklerine tık tık yapışıp kalkıyordu.  
    “İnanmayacaksın ama bu adamın paltosunun altından ve ceplerinden çıkıyorlar” dedi arkadaşı.
    “Haad’di be!” dedi Şoför. 
    “Seni bilmem ama ben ilk defa gördüm böylesini,” dedi görevli.
    “Hemen dezenfektasyona. Hatta bizi bile almalılar,” dedi şoför, tiksintiyle dudakları gerilmişti. 
(E, atın beni arabadan!) Bu yeni bir uygulama olmalıydı. Onları asla temizlemeye yeltenmezler… “Ben yıkanmam!” diye açıkladı kesin bir dille. Cevap veren olmadı, sigara falan veren de. 
     Her zamanki sığınma evi değildi. Araba bir kapıdan hızla içeri daldı ama Pis Fırça akşam alacasında “hastanes” kelimesini seçebildi. (Ne hastanesi? Üstelik aracı her zamanki gibi tıka basa doldurmadılar.) Bir kişiyle toplama mı olur?     “Dubara!” diye bağırdı.  Araçtan indirildi. 
    “Şu ayağını da doğru bas. Bize rol yapmana gerek yok,” dedi adam ters ters. 
Düzgünce yürümeye başladı Pis Fırça. 
    “Bekle bur’da. Az sonra seni çağırırlar.”
    “Baksana, sigara ver’cen mi?”
    “Hay gözün kör olsun, al da zıkkımlan. Sakın içeri sigarayla gireyim deme ama.”
    “Merak etme. Bir de yedek…”
    “Ananın gözü…”
    “Tamam, tamam, kızma.” Neşeyle güldü. Sigarasını keyifli etrafına bakarak içti.  Az sonra, binadan içeri soktular. Giriş katı. Sağ kapı.
    “Üstündekileri hemen çıkarıyorsun” diye buyurdu görevli. Bu yeniydi. Getirenlerden değildi.“Paraları şu poşete, ceplerinde başka bir şey varsa şu poşete, giysiler bu poşete. Beni anladın mı? Hepsi, hepsi…”
Çıplak kaldı.
    “Utanıyor musun? Dilenmekten utanmıyorsun ama !” 
    “Dubara” diye homurdandı. “Ne oluyor ya?”
Bir duş kabinine soktular onu. Kapı kapanır kapanmaz sıcak su yağmuru başladı. Önce su hiç köpürmedi ve çok kötü bir koku yayıldı. Öyle ki Pis Fırça bile tıkandı. 
    “Dubara!” (İşte o yüzden ıslanmak istemiyorum. Islanınca insan kokar.) Köpüklü kokulu su akmaya başladı. Aktı, aktı, (Baloncuklar tavuk tüyleri gibi gıdıklıyor insanı) sonra duru su … Ardından bir ilaç kokusu doldurdu kabini. Biraz korktu Pis Fırça ama aldırmadı. (Ceplerimdeki sinekler yüzünden beni ilaçlıyorlar.) Su durdu, kapı şırak diye açıldı. Kareli bir hamam peştamalı.  Çıplak ayakla yürüttüler. Ayakları buruşmuştu ama tırnakları hala pis görünüyordu. Adamlar ayakkabılarının üstüne hastane torbaları geçirmişlerdi, o çıplak ayaklı… Kendini hayvan gibi hissetti. Tabanları parlak taşların üzerine şap şup yapıştıkça çok hayvan gibi…
    “Muayene olacaksın ama önce şu kıllarından kurtulman gerek” dedi adam. 
İtiraz etti Pis Fırça; “Saçımı neyse ne, bıyığımı ve sakalımı katiyen olmaz!”
    “Bak sen, itiraz da ediyor. Kökü sende değil mi muhterem, istiyorsan gene uzatırsın.” Kahkahayla güldüler. Acayip bir kahkahaydı. Pis Fırça’ya öyle geldi ki … Bu gülüş… Bu ses, konuşma biçimi belki…
    “Üşürüm yahu!” dedi cılız bir sesle. 
    “Bu adamda tek kıl kalmayacak” dedi onları bekleyen berbere. Sordular; içki, uyuşturucu, sigara var mı? Ne hastalık geçirdin? Hiç ameliyat oldun mu? Hiç hastaneye yattın mı? Pis Fırça, başı, vücudu, bacakları dâhil tüm kıllarından, uzun yıllardır derisinin üzerindeki kirlerinden sıyrılmış, küçülmüş, garip bir beze sarılı soruları cevapladı. Kendini ilk kez çaresiz, yalnız ve kötü hissetti.
    Hep elektrik ışığı altında olduğu için olmalı zamanını şaşırdı. Sonrasında kanıyla çişiyle, kaşı gözü neyi varsa uğraştılar. Bıkkınlıkla bağırmaya yeltendiğinde tekerlekli bir arabayla yemek veriyorlardı. Uyumasına izin vardı. Çok kez uyudu, çünkü canı sıkılıyordu. Yıkanmadığı kadar yıkanmış, yemediği kadar yemiş olan bir insan nasıl ses edebilir ki? Korktu yalnız. Çok çok derinlerde kıl kadar inceydi ama hemen farkına varırsın böylesi bir duygunun. İçgüdüsel bir irkilme de denebilir, beklenti de. Sivri ve keskin ne varsa göğüsleyiş hali. Onu durduramadığı gibi kendisine de kapıyı kapat, içeri gir diyemiyordu.  
    Uykusunda bir şey mi görmüştü, emin olamadı. Gözünü açar açmaz, karanlıkta bir lamba açıldı. Tepede.  Onu sedyeye aldılar.
    “Dubara” dedi, “Ne var?”  daha uyku sersemiydi. “Ne var?” dedi yine bön, bön. Üstünde bebek önlüğü gibi arkadan bağcıklı hastane entarisi vardı. 
    “Yok bir şey” dedi biri,  “sakince yat şimdi. Az sonra bitecek zaten.” Yeşil kıyafetliydiler. 
    “Ama her yerim delik zaten” dedi güçsüzce. 
    “Canın yanmayacak” dedi bir başkası.
    Ama içinde, hani çok derinlerdeki o çizgi yavaşça çatırdayıp yukarı doğru gelmeye başladı; korku. Çıplak ve inanılmaz beyazlıktaki bacaklarına baktı. Onlara alışamamıştı. Kaburgaları çıkık, kireçtaşı vücuduna alışamadığı gibi. Sanki Pis Fırça bir kabuktu ve onu soymuşlar içinden bu beyaz tırtıl çıkmıştı. 
    “Canımı yakmayacaksınız di’mi?” dedi gene, bir ona bir ötekine bakarak.
    “Korkma,” dediler.
    “İyi o zaman,” dedi rahatça  yattı, kıpırdamadı. Bu iş bitince ne yemek verecekler diye merak etti. Koluna bir serum taktılar.
    “Okuma yazman var mı?” dedi bir ses.
    “Var ne olacak?” diye diklendi. 
    “Ondan geriye sayabilir misin?”
    “Sayabilirim ne olacak?” diye diklendi, gene. Kılsız,  kılıksız çok zavallı hissederek. (Dayanılacak gibi değil.)
    “E , say o zaman” dedi o ses.
    “10, 9, 8, 7, …”

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.