Tek Kişilik Oyun
Meliha Yıldırım
Yataktan doğruldu. Bu eve geldikçe giydiği pamuklu pijamasının paçalarını önce yatak odasındaki kayınlı parkeye, holdeki ayaz çökmüş beton görünümlü seramiğe sonra tekrar salondaki parkeye sürüye sürüye yürüdü. Ayakları birer demir külçesi bağlanmış kadar ağırdı. Aklının çözemediklerini onlara yüklemiş duruşuyla pencere kenarındaki krem renkli berjere büzüldü.
Güneşin ısıtmaktan ziyade yeni günü aydınlattığı bu saatlerde, sokak alışkın olduğu kalabalığına hazırlanıyor, insanlar yarı telaşlı karıncalar gibi sıra halinde geçiyordu. Dakikalar birbiri ardına dizilirken, orada kaygı sarmalı içinde saatlerce oturup kalabilirdi. Kalkıp giyinmeliydi.
İsteksizce yüzünü çevirdiği sokakta iki el gözüne takıldı. Sıkıca kadının elini tutan erkeğin eline bakmayı, gözden kaybolana kadar bırakmadı. Kadının eli görünmeyen korunma çemberinin içindeydi. “Belli ki çok seviyor kızı,” diye düşündü. İfadesiz bakışı bile içinden geçenleri gizleyemedi. Arkasına yaslanırken göz ucuyla da kendini süzdü; ellerini, ayaklarını, en çok üstünden düşecek gibi duranı. Saten beyaz gecelik yerine bu rengi solmuş pijama yine üstündeydi.
Duvardaki saat geç kalmak üzere olduğunu gösteriyordu. İsteksizce doğruldu. Arayıp hasta olduğunu mu söyleseydi işyerine? Bu aralar sık yaptığını düşünerek vazgeçti. Salon kapısında birden onu gördü.
“Günaydın. Neden uyandırmıyorsun, beni? Geç kalmak üzereyim. Sen de giyinmemişsin,” dedi. İçinden bir sürü verilecek cevap geçirse de, sadece “Günaydın,” dedi. Onu da duyuramadı ya, banyoya girmişti bile. Çok geçmeden dış kapı kapandı. Sanki kapı üstünde kırılmış, parçaları her yerini kanatmıştı.
Ne garip! Bugünün gelmemesi için ne çok uğraşmıştı oysa. Artık gelen yaşlara da aldırmıyordu. Bu evde başka birinin nefesini duyuyordu. Görülmediği, duyulmadığı halde, hep hazırlıkta olan birinin. Kuşkularıyla titredi. Kızgın hali kaşlarına yerleşti.
Aylardır süren sakin hali, şiddeti kendine dönen öfkeye dönüşüyordu. Kulakları uğulduyordu, giyinmeye çalışırken. Kendisini yakasından tutup çıkarsa, ele geçirse, boğazını sıkacak kadar kızgındı.
Eteğinin fermuarını çekerken bir taraftan banyoya gitti. Yüzünü tekrar yıkadı. Kızarık, yarı şiş gözlerle baktı aynaya. Bir süre olduğu yerde durdu. Arada bir kafasıyla tasdik etti. “Yüz yüze konuşamam, en iyisi telefon edeyim. Olmaz, böyle bir konu telefonla olur mu?” Yaşadığı kararsızlıkları evde bıraktığını zannedip dış kapıyı kapattı.
Gün boyu akşam neler konuşacağı ile ilgili küçük hatırlatıcı notlar yazdı. “Aramadın, açmadın, seviyor musun?” Mutsuz eden ne varsa söylemeliydi. Artık kararlı da görünmeliydi. Bitirmekse, bitirmek. Hatta açıkça, “Şu bir gerçek ki başka birinin varlığını hissediyorum,” demeliydi. Kötü biten filmin sonunun değişmesini ister gibi mucize diledi. Öte yandan alacağı cevaptan da kaygılanıyordu. Sonra yanından ayırmadığı gerçekleri aklına geldi. Neredeyse elle tutulur hale gelen gerçekler.
Berna, anahtarı çevirdiğinde mutfaktaki televizyonun sesinden kapının açıldığını fark etmedi Kerem. Sabah evden çıktığı soluk benzi, arkadan sıkıca tutturduğu saçlarıyla karanlık holden, “Biraz konuşalım mı?” diye ışığı yanan mutfağa doğru seslenirken bir taraftan da salona yürüdü.
Kendi kararlılığından cesaret almaya çalıştı, Berna. Birkaç ay sevgili olmayı denemiş ama başaramamış insanların acemiliğinde, flört eden sevgililerin ayrılması çabukluğundaydı her şey. Zamana hiç kimse şahit değildi artık.
Hardal renkli ikili koltuğa yöneldi, oradan da krem berjere. Karar veremedi. Hâlâ ayaktaydı. Epey bir zaman sonra Kerem geldi. Sahneye en arka koltuktan bilet almış seyirci kadar uzaktı meseleye. Üstelik oyunun sonunu görmeye, o kadar beklemeye tahammülü yoktu.
Kerem’i ilk gördüğü an geldi aklına Berna’nın. Bundan sonraki mutluluğunun bu adama bağlı olacağını bilse o ilk karşılaşmayı ister miydi? Hatta acıyı canlı tutmaktan zevk alacağını da. Konuşmayı isteyen kendisi olduğuna göre artık başlamalıydı. Her zamanki gibi ortaya atılacak biri varsa yine o olacaktı.
“Benimle ilgili düşüncelerini bilmiyorum Kerem. Hiçbir zaman net olmadın. Bu belirsizliği sevdiğini anlamam bile sürdürmeme mâni olmadı.” Durdu. Önceden aldığı notları aklına getirmeye çalıştı. Suya atılan dilekler gibi kayboldu küçük küçük notlar.
Yüzüne bakamıyordu. Kalbinin hızlı atışı konuşmasına engel oluyordu. Belki de Kerem’den son bir umut bekledi. Sonra yine, “Ben, ben böyle ilişkimiz…” Konuşamadı.
Kerem’in gözleri, Berna’nın kolundaki saatin deri kordonunu sürekli çevirmesine takıldı. Gözlerini ayırmadan: “Tamam konuşalım. Neyi duymak istiyorsun? Sor, söyleyeyim,” diyerek, birisine yardımcı olmaya çalışır havada bekledi. Bu konuşmasıyla oyuna seyirci kalmak yerine oyunun kötü ışıkçısı kadar o da dâhil olmuştu meseleye.
Berna, ağzından çıkmaya hazırlanan sözcüklere izin vermedi önce. Kerem’e baktıkça baktı. Tek kişilik olduğuna göre bu ilişki, başrol de her rol de kendisiydi.
Yemek masasının kenarına günler öncesinden koyduğu valizini göstererek, “Bavulum hazır, hiç açmadım. Oysa sana gelirken içine özene bezene koyduğum eşyalarım vardı. Üç gün uğraştım o geceliği bulabilmek için. Sonra beğenmedim, gittim değiştirdim. Ne kadar gereksiz bulduğunu biliyorum. Fakat hayatımda seninle ilgili olan her şey böyle.”
Kerem neden sonra sesini alçaltarak, “Niye ayaktayız hâlâ anlamadım. Hem valizindeki geceliği de merak ettim,” dedi. Gönül alır ses tonuyla misafir gibi yer aradı. Hardal renkli ikili koltuğa Kerem otururken, Berna krem berjere hafifçe süzüldü. Salonun kıyısında köşesinde başka nefes aradı Berna. Karanlık parkede ayak izi, kapı kollarında parmak izi. Sonra gözleri karanlığa takıldı. Sabah yoldan geçen çiftlere bakındı orada. Hâlâ orada elleri sımsıkı yürüyorlardı. “Sahi, geceliği neden değiştirdiğini söylemedin,” diyen sesin içine girdi. Gülümsedi. Hayat kaldığı belirsizliğinden devam etmeye hazırlanıyordu.
Yeni yorum ekle