Yenibütüncü Şiir
Nur Doğan*
Modern Türk edebiyatının kaynaklarından biri olan manifesto kelimesinin sözlük karşılığı, “Bir topluluk, parti vb.nin tutacağı yolu, bir konuyla ilgili görüşünü açıkladığı belge, bildiri”dir. Latince “manifestus”tan gelmektedir. Manifesto kelimesine karşılık Türkçede bildiri, bildirge, beyanname gibi kelimeler türetilmişse de bu üç kelimenin arasında bile nüanslar mevcuttur.
Âlim Gür ve Sena Küçük’ün ortak makalesinde bu farklılıklara ışık tutulmuştur: beyanname ve bildirge deklarasyon/manifesto dışında anlam içermezken, bildirinin; resmî duyuru, ortak yazılı açıklama, ilmî yazı (tebliğ), eserlerde ana düşünce gibi karşılıkları da vardır. Ayrıca bildirgeye yazılı açıklama kaydının konulmasına karşılık bildiri sözlü de yapılabilmektedir. Ancak sınırları ne olursa olsun manifesto sanat bağlamında ele alındığında aynı görüşte ve aynı standartta yazar/şairlerin bir araya gelerek, sosyal ve felsefî zemine yayılarak ekonomik, politik, kültürel açılardan geçmişi ve hâlihazırı sorgulayıp yeni bir dünya görüşü ve yaşam teklif etmesidir.
Bu bağlamdan Türk edebiyatına baktığımızda bir edebiyat topluluğunun bilinçli olarak bir yayının etrafında bir araya gelip benimsedikleri düşünceleri kaleme almaları oldukça sınırlıdır. Ortak hareketten yola çıkarsak ilkinin Fecr-i Âtî beyannamesi olduğunu söyleyebiliriz. Ardından Yahya Kemal’in Dergâh topluluğu adına kaleme aldığı “Üç Tepe” gelir. Ancak ortak anlayış konusunda birbirine bağlı oldukları söylenemez. Bunun için Cumhuriyet dönemini beklemek gerekecektir. Bu dönemin bir araya gelerek bildiri yayımlayan ilk topluluğu Yedi Meşalecilerdir. İkinci topluluğu ise Birinci Yeniciler veya nam-ı diğer Garipçilerdir. Başlarda manifest bir çıkış sergilemek istemeseler de daha sonra yazdıkları “Radyoda Hisar Saati” başlıklı yazı ile bu anlayışı kıran Hisar, “Mavi’nin Düşündürdükleri” ile Mavi, “Doğuş Bildirisi”, “Yeni Gerçek Bildirisi” ve “Yenibütüncü Şiir Manifestosu”… Bu yazımızın konusunu ise bu manifestolar arasında Yenibütüncü Şiir oluşturacaktır.
1988 yılının Ocak ayında, Broy dergisinin 27. sayısında “Yenibütüncü Şiir Manifestosu” başlıklı bir manifest poetika yayımlanır. “Kendini Biriktiren Bireyin Şiiri” sloganıyla meydana gelen yazının altında Seyyit Nezir, Veysel Çolak, Hüseyin Haydar, Metin Cengiz ve Tuğrul Keskin’in adlarını görüyoruz. Bu manifestonun oluşum aşamasında Ahmet Telli de vardır fakat manifestonun ortaya koyduğu fikirleri desteklese de üretim çizgisinden dolayı fiilen katılmamıştır. Daha sonraları Hüseyin Haydar, Tuğrul Keskin ve Metin Cengiz’in de bu anlayıştan uzaklaştığını Veysel Çolak’ın ifadelerinden öğreniyoruz.
Yenibütüncüler, manifestosunda, bir yandan 1970 toplumcu-gerçekçi anlayışını gözden geçirip sorgularken diğer yandan ise 12 Eylül darbesinden sonra hızla yükselişe geçen kapitalist yaşam ve onun ete kemiğe büründürdüğü yeni insanın değerleri, bu değerlerin yaşamda ve doğal olarak edebiyatta yarattığı yozlaşmaya karşı tepki geliştirir. Kendi deyimleriyle “şiiri, şiirsellikle tarif eden” dili ise tavırlarının altını çizen önemli bir noktadır. Öyle ki, yazının sürmanşetinde yer alan “Çünkü maden ve ipek, başak ve mürekkep, ter ve buz, gül ve bakır sürtünmüştür.” cümlesi döneminde anlaşılmaz bulunur. Bir söyleşide Seyyit Nezir bu cümleden yola çıkarak anlaşılmazlığa açıklık getirir. Ona göre; her manifesto yoğunlaşmış, billurlaşmış bir dil kullanır. Çünkü bir tarih birikimi karşısında alınmış tavır ancak bu dil ile gösterilebilir. Bu tavır bir ret de olabilir, bir öneri de… Ancak söz konusu şiirdir ve şiir kendiliğinden bu yoğunlaşmayı dayatır. Diğer bir nokta da bunları önerenlerin şair olmasıdır. Bütün bu sebepler düşünüldüğünde manifestonun dilinin ağır olmasının yadırganacak bir durum olmadığı ortadadır.
Manifestonun yayımlandığı dönemde yapılan iyi veya kötü eleştiriler sadece dil üzerinden yapılmamıştır. Ahmet Oktay, Yenibütüncü manifestoyu “şiirde yeni bir arayış” olarak değerlendirirken Ataol Behramoğlu ise toplumsal konularla ilgilenmenin, olayları sınıfsal bakış açısından görmenin ve siyasal bağlanmanın yani angajmanın iki ayrı şey olduğunu, “sınıfsal bakış açı”sını diretmeyerek yalınkatlığa düşmemiş olmalarından ve saldırgan bir dil kullanmamalarından dolayı Seyyit Nezir ve arkadaşlarını tebrik eder.
Cemal Süreya, Yenibütünü, Türk şiirinin içinde bulunduğu kısır döngüden dolayı haklı bir çıkış olarak görür ama manifesto ile işe koyulmalarını yanlış bulur. Yenibütüne mesafeli duran bu isimlerin yanı başında manifestoyu “deli saçması” olarak niteleyen Enis Batur ve Asım Bezirci ise harekete/manifestoya karşı duruş sergileyenlerdendir. Melih Cevdet Anday ise manifestonun anlaşılmasının güç olduğunu belirtir. Ancak şunu da hemen ifade etmek gerekir ki, belki siyasal atmosferin yarattığı bireye dönme çalışmaları belki de bireyselleşmeye karşı çıkış çabasının kısır kalmasından dolayı istedikleri gibi şiire ses getirememişlerdir veya seslerini yeterince duyuramamışlardır.
12 Mart sonrası gelişen reaksiyon, 12 Eylül sonrası bireyin kabul ediş ve kabuğuna çekilişe dönüşmüştür. Böyle bir ortamda geçmiş ile şimdinin terazisini yoklayan Yenibütüncü şairler, Fethi Demir’in de dediği gibi, 70’lerin Jdanovcu sekter tutumuyla hesaplaşmaya çalışır. Bu hesaplaşma sırasında kendi özgür iradesiyle gerçekliğini yaratan bireye uygun şiir anlayışı önerilir. Burada önemli bir olan geleneğe yaklaştıkları noktadır. Tanzimat sanatçılarından itibaren yeniyi kurmanın yolunu eskiyi yıkmakta arayan radikal anlayış 1980’lerle birlikte değiştirilmesi, dönüştürülmesi gereken ancak daima beslenilmesi gereken kökler olarak görülmeye başlanır.
Yenibütüncüler de geleneğe bu noktada yaklaşmış ve geleneği yenilikçi, çağına uygun bir bakışla işlemeyi önermişlerdir. Onlar “tarih kötüdür” zihniyetine karşı çıkmaktadırlar. Edebiyat bağlamında düşündüğümüzde ise “hiçbir ülkenin şairi, kendinden önceki şairin haritasından korkmaz.” Kendi haritasını çizer. Eski haritayı reddederken bile içinde bulunduğu gelenekten dışarı taşmaz. Veysel Çolak’a göre geleneğin reddi üzerinden ilerleyen poetikalarımızda bile bu mümkün olmamıştır. Nitekim Garip şiiri geleneğe karşı başlangıçta koyduğu sıfırdan başlama tavrına karşılık paniğe kapıldığı için başarısız olmuş ve şiir tek ayak üzerinde koltuk değneği ile ilerlemeye devam etmiştir. İkinci Yeni de aynı paniği yaşamış ve pürtelaş geleneği aramaya koyulmuştur.
Yenibütüncülerin Toplumcu – gerçekçilerle hesaplaştığını yazının en başında ifade etmiştik. Toplumcu-gerçekçi anlayışın geleneğe mesafeli, slogancı tavrına karşılık onlar, sekiz maddede ne yapmak istediklerini, kendi edebî dünyalarında şiirin neye karşılık geldiğini yazıya dökmüşlerdir:
1) “Yenibütüncü şiir, paranın büyüsünü bozmaya adanmış zekânın ürünüdür.”
2) “Yenibütüncü şiir, politikayla barışık olmayan insanî politikleşmedir.”
3) “Yenibütüncü şiir, tragedyasında yetkinleşen bireyin diyalektiğidir.”
4) “Yenibütüncü şiir, öz demek olan yaratma sürecinin etkinliğidir.”
5) “Yenibütüncü şiir, yenilikte geleneği de sırtlayan süreklilikte kendine birikmedir.”
6) “Yenibütüncü şiir, hayat kadar dağınık, hayat kadar örgütlüdür. Venüs’ün ölümsüzlük gizi gibi, insanın yaşama telaşıdır.”
7) “Yenibütüncü şiir, brooyyy kadar yerli, merhaba kadar evrenseldir.”
8) “Yenibütüncü şiir, dilin öncü yorumunu belirleyici imkân olarak yüklenir.”
Yenibütüncülerin manifestolarında özellikle üzerinde durdukları bir nokta da “politikayla barışık olmayan insanî politikleşme”dir. Nedir bu insanî politikleşme? Bu önerileri, Kendinden bir öncekilerin siyasetle hemhâl olan kuru politik tavırlarına karşı çıkarken söylemleriyle çelişmiyor muydu? Aslında bu ifadeyle bakışları, 12 Eylül sonrasında dünyadan atılmışlık ve kaçış duygusuna boğulan insanın kendi tragedyasını kendisinin yarattığını unutup sürüleşmeye zorlandığı atmosfere yöneltir. Onlara göre şiir, insanı hissettiği yalnızlık duygusundan koparıp, birey olarak yapabildiklerinin farkına varıp toplumun bir parçası olduğunu ve yaşadıkları/yaşayacaklarının kendi seçimi olduğunu, isterse hikâyeyi baştan ama hayrına yazabileceğinin farkına varmasını sağlamalıdır.
Tabii bu insanî görev, tek bir toplumu kapsayacak kadar sınırları dar değil, tüm dünyaya hizmet edecek kadar evrenseldir. Evrensellik, onlara göre, şiirin ulaşabileceği en son mertebedir. Bu evrenselliği hem şair hem de şiirin dili yaratacaktır. Şair kendi toplumuna seslendiği kadar tüm dünyanın da dikkatini çekebiliyorsa ve fabrikadan tarlaya, işten meydanlara, evden sinemaya yayılabilecek dili bütünlüğe götürebiliyorsa evrenselliğin kapısından içeri girmeyi başarabilir. Son olarak belirtmek gerekir ki, onlara göre, günün insanları özgünlüğü yerellikle, gerçekliği evrensellikle takas yanılgısındadır. “Birey yaşadığı somut ilişkilerin diyalektik bütünüdür.” Bu bütünlükte yerelin de evrenselin de her tonları mevcuttur. Yani yerellik ve evrenselliğin toplamı gerçeği vermektedir.
Kaynakça
1. Veysel Çolak, Aslıhan Tüylüoğlu (2021). Yenibütüncü Şiirin Manifestosu, Klaros Yayınları, Ankara.
2. Âlim Gür, Sena Küçük (2010). “Yeni Türk Edebiyatında Kaynak Olarak Manifestolar”, Turkish Studies, Volume 5/2.
3. Fethi Demir (2019). “Türk Şiirinde Romantik Bir Poetika Denemesi: Yenibütüncü Şiir”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 12, Sayı 66. s65-75.
*Zorba Dergi Genç Kalemler
Yeni yorum ekle