Düşünce kavramları arasında çoğumuzun sıkça duyduğu, okuduğu birçok kavram vardır. Örneğin Türkçülük, Ümmetçilik, Milliyetçilik, İslamcılık, Siyasi İslamcılık gibi. Eğer var olduğu iddia edilirse bu literatüre bir kavram da ben eklemek istiyorum ve buna siyaseten veya parti milliyetçiği diyorum. Diğer kavramlar yıllardır tartışılmış ve tartışılmaya devam edilmektedir. Ancak ben konuyu adını koyduğum ve bundan sonra da çok söz edilecek -siyasi değil- Siyaseten Milliyetçiliğe getirmek istiyorum. Peki nedir Siyaseten Milliyetçilik? Ya da bunun toplum hayatına, sonra da kültür hayatına yansımaları nasıl görünmektedir? Siyaseten milliyetçik dendiğinde ne anlıyoruz, siyaseten milliyetçilerin davranışları genelde nasıldır? Belirli, özel herhangi biri veya birilerini kastetmeden, şahsileştirmeden konuya/kavrama açıklama getirmek istiyorum.
“Biz doğrudan doğruya milliyetperver ve Türk milliyetçisiyiz. Lakin bizim milliyetçiliğimiz mağrurca ve hodbince bir milliyetçilik değildir” diyor Mustafa Kemal Atatürk. Ben bu sözün kapsadığı zengin anlamın dışında, hatta bu söze taban tabana zıt bir sözde milliyetçilikten, siyaseten milliyetçilik zihniyetinden bahsedeceğim.
Tarihçi John Lucas, "Yirminci Yüzyılın Sonu" adlı eserinde, Hitler’in Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabında yazdığı gibi, gençliğinde "milliyetçi, ama vatansever değildi" tespitinde bulunur. Bu ifade, ilk bakışta okuyucuya garip gelebilir; bana da öyle gelmişti. Ne de olsa "milliyetçilik" aynı zamanda "vatanseverlik" değil midir? Ancak farklı bakış açıları dikkate alındığında bu iki kavramın birbirinden ayrılabileceği toplumsal gerçekliklerden anlaşılmaktadır. Özellikle siyaseten milliyetçilik anlayışında, bu tür bir çarpıklık; yani milliyetçi olup da vatansever olamama durumu, tarihsel olaylar ve yaşanan deneyimlerle de doğrulanmaktadır.
Siyaseten milliyetçiler kültüre, bilime, sanata karşı mış gibidirler. “Türkçen kadar Türk’sün” tekerlemesini dillerinden düşürmezler ama yazdıkları on kelimelik bir cümlenin yedi kelimesinin Türkçe olmamasını açıklayamazlar. Tarihe bakışları ve tarih bilgileri hamasetten ileriye gidememiştir. Zaten siyaseten milliyetçilerin dayandıklarının ve dayattıklarının hep boşa çıkması da bu sebeptendir. Siyaseten milliyetçilikle mış gibi milliyetçilik kol kola giderler. İçi boş, temelleri olmayan ya içlerini bir türlü dolduramadıkları söylemlerde birleştikleri söylenebilir.
Siyaseten milliyetçilerde tarih bilgi değil sadece kuru bir övgü malzemesi, hamaset olmaktan ileriye gitmez. Bunun için hep bir bilinçsizlik sarmalı bunlarda gözlemlenir. Filmlerin, roman ve hikayelerin gösterdikleri ve anlattıkları tarih sanılır, hatta gerçek tarihin yerine konur. Belgelere değil ideolojiye bağlı tarih anlayışlarıyla parçalanmış, güdümlü, peşin hükümlerle tarihi değerlendirmeye kalkarlar. Biraz daha ileri gitmek isteyenler hamaset nutuklarını bunlar üzerinden atarak bilgiçliklerini gösterirler. Eksiklikleri veya yanlışlıkları hatırlatıldığında bunları asla kabul etmedikleri gibi, karşıya öfkelerini kusarlar.
Vatanseverliği sadece belirli kavramları, sloganları tekrar etmek sanırlar ve öyle yaşamaya devam ederler. Bayrak inmez ezan dinmez ama ülke milyonlarca yabancı ile doldurulurken, demografik yapı bozulurken, ahlaki ve insani çürümeler artarken, tepkileri sadece kısıtlı, cılız bir sesle bile ifade etmek yerine sadece kendi aralarında söylenerek olur. Yani siyaseten milliyetçilerin vatanseverliğine hamasi söylemlerden bir türlü sıra gelmez. Söylemez, söylenirler.
Hayatlarını din, iman, bayrak, vatan, millet, tarih hamaseti ile öyle doldururlar ki bu konulardaki gerçeklerin içeriklerinden uzak kalırlar. Bir türlü kabuktan öze inemezler. Savunduklarını söyledikleri, yazdıkları fikirlerin derinliklerinden pek haberleri olmaz. Ama söylemlerinde okumanın, eğitimin önemini sıkça vurgulamalarına rağmen söz konusu kendileri olduğunda okumaya, araştırmaya bin bir türlü bahane üretirler, savunmaya geçerler. Lakin üst perdeden konuşmayı, bilgiçliği çok severler.
Siyaseten milliyetçiler üretmenin, çalışmanın, araştırmanın değil içini dolduramadıkları bomboş mağrurluğun, kibrin, çalışıp üretmeden yersiz övünmenin örnekleridirler. Liyakat, bunların sözlüğünde yer etmez. Kendileri nasıl bir yerlere gelmişse arkasından gelenlere de aynı yolu gösterir, aynı yöntemi uygularlar. Ancak belirli makamlara gelmiş olanlar “bizden” olsun da nasıl olursa olsun düşüncesinden de farklı, daha çok “benim gerilerimde kalsın” anlayışını prensip olarak uygularlar. Hayatlarını bu çarpıklık üzerine kurarlar, devam ettirirler ama milliyetçidirler, siyaseten milliyetçi.
Ülke çıkarı gibi ülke onuru da bu anlayışın sözlüğünde pek yer bulmaz. Onun için ülke onuru adına eylemlerde bulunanlar, samimi çaba sarf edenler karşısında ya sessiz kalırlar ya da bunları, benzerlerini ötekileştirirler. Gerekli görürlerse işin içine “hain” damgasını sokmayı ihmal etmezler. Güya kendileri gibi düşünmeyenlerin, kendilerini onaylamayanların hemen hepsinde bir sorun var demektir bunlara göre.
Ülkenin kalkınması, vatandaşların refahı ve mutluluğu konularında biraz kafa yormak, çaba sarfetmek, bulundukları konuma göre üretmek yerine suçlayacak birilerini bularak topu taca atmayı tercih ederler. Şikayetlerinde falancalarda öyle yapıyor, filancalarda öyle yapıyor gibi boş konuşmalar görülür. “Dış güçler” paranoyası toplumun birçok kesiminde görüldüğü gibi bunlarda da yer bulur. Oysa kendilerinin de başkaları için “dış” olduğunu düşünmez, güçlü olduklarında kendilerinin de “dış güç” olacağını hatırlamazlar. Siyaseten milliyetçiler toplumdaki, ülkedeki aksamaları, kötü gidişleri hep dış güçlere yükleyerek rahatlarlar. Çünkü daraldıkları zaman saldıracakları dış güçler onlar için Donkişot’un yel değirmenleridir. Bu düşünceleriyle kendilerinden farklı saydıklarının görüşlerine farkında olmadan katılmış olduklarını da fark edemezler.
Savundukları ile yaşadıkları arasındaki çelişkileri görmez, görmek istemez, bunlar hatırlatıldığında da öfkelerini kahramanlık göstergesi olarak sergilerler, köpürürler.
İstiklal Marşına saygı göstermeyenlere iyi bakmazlar ama aynı marşın 6.kıtasında “Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı” ifadesini unutur, görmezden gelir, sahillerin parsel parsel satışları karşısında ya susmayı erdem sanır ya da hiçbir laf etmezler, edemezler. Sivil birer kurum, kuruluş, STK olarak da kulaklarının üstüne yatarlar. Sadece ırmağının akışına ölürüm, dağına taşına kurban olurum, türküleriyle avunurlar. Fakat dağ taş yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle, ormanlarıyla, bazen açık bazen sinsi uygulamalarla elden çıkarılırken/yağmalanırken, kesilirken, yakılırken bir protesto sesi bile çıkarmazlar “düşman benim tarlamın sınırına henüz gelmedi” felsefesiyle sessiz kalırlar. Üstelik samimi, demokratik, hukuki ses çıkaranlara karşı da saldırgan olurlar.
Okullarda her sabah söylenen Andımız giderek gündemden düşürülmüştür. Anlaşılıyor ki artık bu konu önemsenmiyor. Hani göğsünüzü gere gere “Ne mutlu Türk’üm” diye bütün sesleri bastırıyordunuz. Sahi “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demek kime batıyor? Bunları ne kadarınız sorguladı acaba, dendiğinde siyaseten milliyetçiler duymazdan gelirler. Unutmanın, unutturulmanın uyuşukluğu bunlara da bulaşmıştır.
Milliyetçi, hakaret etmez ama varsayalım ki önceden hakaret ettiğine, hakaret edene, aşağıladığına bir u dönüşüyle koltuk değneği olmayı yine siyaseten milliyetçiler seçerler. Ne dediklerini bilmeyen ya da hatırlamayan siyaseten milliyetçilerin yarın ne diyeceğine ya da diyemeyeceğine güvenilmeyeceği için bunlar yüzünden milli değerler de aşınmaya devam eder. İnsanların birbirine olan güveni de giderek kaybolur. Böylelikle güvenilen dağlara kar yağar. “Birlik” nutukları atılırken sadece parçalanma değil aynı zamanda sinsi bir paramparçalanma oluşur.
Kendisini, fikirlerini, düşüncesini aşağılayanlara söyleyecek fikirleri olmadığından sorgulama yapamazlar ve hatta onlara saygı duruşuna geçerler. Bunlar benzer davranışlarıyla da insanları şaşırtmaya devam ederler.
Açıkça vatandaşların tamamen lehine olacak olan yasaların sorgulatılmadan reddedilmesini onaylamak da siyaseten milliyetçiliktir.
Ayaklar altına alınan milliyetçilik karşısında Siyaseten Milliyetçiler üç maymunu, “bir bildiği var” oyununu oynarlar.
Siyaseten Milliyetçiler okullarda “Yerli Malı Haftası”nın çoğunlukla yabancı mallarla kutlandığını fazla sorgulamazlar. Hele yurt dışında çalışıyorlarsa umurlarında bile olmaz.
“Beka… beka “diye laf ederler ama ülkenin demografik, sosyal yapısı hızlı bir şekilde bozguna uğrarken, insani ve insanlık değerleri toplum hayatından çıkarken, uyuşuk ya uyuşturulmuş gibi gıkını bile çıkarmazlar.
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesinde ifadesini bulan: Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, 1. (Değişik: 16/6/1983 - 2842/1 Md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek; olduğunu yapılan eğitimde uygulanıp uygulanmadığını, hatta kanunun diğer birçok maddelerini unutmaya/ unutturmaya terk ederler. Bu konularda yazıp çizmekte işlerine gelmez. Yapılan uyarıları ya görmezler ya da görmezden gelirler.
Adı geçen kanunun 15. Maddesinde “ Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir” denmesine, eğitimde yetkili görünen biri çıkıp yasanın bu maddesini ihlal edici laflar etmesine karşılık gereken yasal tepki siyaseten milliyetçilik yapanlar tarafından gösterilmez.
Dahası var mı?
Elbette var. Biraz düşünecek olanlar, yaşadıklarının bilincinde olanlar “siyaseten milliyetçi” olmanın daha bir çok özelliklerini sıralayacaklardır.
Eğer kim bu “siyaseten milliyetçiler” derseniz ben de bilmiyorum! Ancak bunlar bir zihniyettir, “siyaseten milliyetçilik zihniyeti” diyebilirim. Bundan da hiç şüpheniz olmasın.
Yeni yorum ekle