Dionysos’un Kulakları: Nietzsche ve Müzikal Vahiy

Kültür

Dionysos’un Kulakları: Nietzsche ve Müzikal Vahiy

*Aylin Erdem

 

“Müziksiz hayat bir hata olurdu.”

Friedrich Nietzsche

 

Dionysos’un Kulakları: Nietzsche ve Müzikal Vahiy

Onun felsefesi, müziği yaşamın en yüce görevi ve aslolan metafizik uğraşının merkezine yerleştirir. Nietzsche, kelimelerin emniyetli ve mantıksal sınırlarında değil, ses ve imgelerin coşkunluklu alanında yankı bulur. Müzik, ussallıktan değil sezgisellikten doğar ve bu nedenle Dionysos’un sarhoşluğu, taşkınlığı ve esrikliğine yakındır.Apollonca ölçülü bilgeliğin karşısında Dionysosça heyecan, kadim halkların ilahilerde söz ettikleri uyuşturucu içkinin tesiriyle veya tüm doğaya nüfuz eden ilkbaharın yakınlaşması sayesinde uyanır ve öznel bir kendini unutmuşluk içinde kaybolup gider. Nietzsche için müziğin asıl karakterini oluşturan şey, sesin sarsıcı gücü, melodinin bütünlüklü akışı ve doğanın özünün ritmik bir simgesel dışavurumudur. Yaşamın bu fantastik taşkınlığı olarak müzik, tragedyanın doğuşunu müjdelediği gibi, aynı zamanda düşünsel bir çığlığı da bünyesinde taşır. Katı belirlenimlerin çizgisinde ilerleyen felsefeye karşı Dionysosçudithyrambosta, müzik hakikatin örtüsünü yırtan vahşi ve kutsal bir vahiydir. Bu yazı, Nietzsche’nin müziğe duyduğu sarsıcı tutkuyu, Dionysos’un kulaklarıyla duyduğu hakikati ve sözcüklerin ötesindeki titreşimi anlamaya çalışacaktır.

Müzik ve Dionysos

Nietzsche’nin felsefesinde Dionysos figürü, yaşamın irrasyonel, kaotik ve yıkıcı ama aynı zamanda yaratıcı ve dönüştürücü yönünü temsil eder. Dionysos’un coşkusu, Apollon’un düzenli ve ölçülü dünyasına karşı bir başkaldırıdır. Nietzsche’ye göre hakikat, Apolloncu imgelerle değil, Dionysos’un müziğiyle duyulur. Çünkü müzik, anlamdan çok yaşantıya; formdan çok duyuma; akıldan çok bedene hitap eder.Nietzsche, özellikle Tragedyanın Doğuşu adlı eserinde müziği, Dionysosçu dünyayı deneyimlemenin aracı olarak görür. Burada müzik yalnızca bir estetik ifade değil, varoluşun kendisini duyumsama biçimidir. Müzik, bireysel benliği çözer, dinleyeni sarhoşluğa ve birlik hissine taşır. Beden titreşir, sınırlar silinir, birey kozmosa karışır. Bu anlamda müzik, tinsel bir kurtuluş değil, varoluşun çıplak ve acı gerçekliğiyle yüzleşmektir. Etik bir tanrı olarak Apollon’un, “kendini bil” ve “ölçüyü kaçırma” istemi, aynı zamanda estetik bir güzellik ilkesiyle müzikte kendini konumlandırır. Oysa Dionysos’un çığırtkan sesi; doğanın hazda, acıda ve bilginin tüm aşırı ölçülüğünde içe işleyen bir çığlık oluncaya kadar yükselir. Böylelikle Nietzsche için Dionysosçu olanın nüfuz ettiği yerde, Apolloncu olan yok edilir. Dionysosçu müzik, hiçbir imge veya tasarım olmaksızın tamamıyla ilk acının kendisidir ve onun ilk yankılanışıdır.

Nietzsche için Wagner'in ilk dönem yapıtları bu Dionysosçu müziğin baştan çıkarıcı, içgüdüsel ve sınır tanımaz yankısıydı. Ancak daha sonra Wagner’in müziğinde bir “Hristiyan kokusu” sezmeye başladığında ondan da uzaklaştı. Çünkü Nietzsche için gerçek müzik, itaat ettirmez, aksine başkaldırır. O, bireyi kutsal olanla uzlaştırmaz, onu kaosun ortasına fırlatır ve yaşamı olduğu gibi kabule zorlar. Bu, Dionysosçu sanat olarak dünyanın bir yinelenişi, aynı şeyin çıkarılmış ikinci bir sureti; müzikal vahyidir.

Nietzsche’ci Dilde Bir Hakikat Olarak Müzik

Nietzsche, müziği yalnızca sanatsal bir ifade biçimi olarak değil, hakikatin ifadesi olarak görür. Ancak bu hakikat, kavramsal değil varoluşsaldır. Ona göre müzik, kelimelerin erişemediği bir derinliğe ulaşır; dile indirgenemeyen, ama yine de hissedilen bir gerçekliği açığa çıkarır. Bu yönüyle müzik, Nietzsche için dilin ötesindeki hakikatin dili gibidir.İlk dönemlerinde Schopenhauer’dan etkilenen Nietzsche, müziği istemenin (willens) doğrudan dışavurumu olarak görür. Schopenhauer’a göre müzik, fenomenler dünyasının ötesindeki “irade”nin yankısıdır. Nietzsche, bu görüşü benimsediği Tragedyanın Doğuşu'nda, müziği dünyanın metafiziksel arka planına açılan bir pencere olarak yorumlar. Müzik burada yalnızca bir sanat değil, bir varoluş biçimidir.Ancak Nietzsche'nin olgunluk döneminde bu metafizik yaklaşım yerini daha dünyevi ve bedensel bir anlayışa bırakır. Bu kez müzik, yaşamanın ve arzulamanın doğrudan bir tezahürüdür. Müzik artık ideal bir gerçekliğin yansıması değil, yaşamın ta kendisidir. “Hayatın kendisi müziksiz bir hata olurdu” sözü, bu anlayışı özetlemektedir.

Müziğin doğası, Nietzsche’nin felsefesinde hakikati sorgulamanın başka bir yoludur. Düşünce kelimelere bağlıyken, müzik özgürdür; düşünce mantığın zincirindeyken, müzik sezginin coşkusudur. Bu yönüyle müzik, sadece estetik bir deneyim değil, aynı zamanda felsefi bir sorudur: “Yaşamak nasıl bir şeydir ve bunu kelimeler olmadan nasıl biliriz?”

Nietzsche düşünce dünyasının en önemli parçası olarak müziği diğer alanlardan kayırarak, metafizik gerçekliklerin bir aracısı niteliğinde görmüştür. Müzik, ona göre insan ruhunun oluşumu ve insan aklının gelişiminde daima ön plandadır. Nietzsche’ye göre müziğin tesiriyle akli ve ahlaki açıdan çürümeye yüz tutmuş bir toplum yeniden canlanır. Müzik o dönemde Nietzsche’nin felsefi ve düşün dünyasının neredeyse tamamını kapsamaktaydı. Nietzsche’nin müzikle ilgili düşünce yapısını anlamak için öncelikle Shopenhauer’in kuramını anlamak gerekmekir, zira Nietzsche Shopenhauer’in felsefesinin tümünü kabul etmektedir. “Öğrencisi gibi Shopenhauer de müzik ile plastik ya da sözel sanatlar arasında metafizik olarak görünüş ile kendinde varlık arasında bir karşıtlık olduğunu savunmuştu. Bütün öbür sanatlar doğayı taklit eder: plastik sanat doğadaki biçimleri, sözel sanatlar ahlaksal belirlenimleri. Sadece müzik, bir taklit sanatı değildir. Doğada bir modeli yoktur” (Lassarre, 2010, s. 24). Dolayısıyla her iki filozof için de diğer alanlar hakikatin gölgesini sunmaktayken, müzik insani özün bir karşılığıdır. Nietzsche için müzik, bir üst sanattır. Tıpkı Shopenhauer’de olduğu gibi Nietzsche’de de müzik duygu ifadesi, diğer sanat alanları ise duygu temsilleridir. “Nietzsche’de de müzik estetik spekülasyonun merkezini temsil eder; müzik, mükemmel sanattır, tüm diğer sanatların kökenidir” (Fubini, 2006, s. 111).

Nietzsche, tanrı veya insandaki estetik uğraşın iki yönüne işaret etmektedir: görünüşlerin hayallerinden kendisi büyüleniyorsa tanrı gerçekten düş görüyor olabilir veya benliğinden taşarcasına yarattığı görünüşlerle sonu gelmeyen doğurma gücü hissettikçe kendi kendinin oluyorsa, bir esrikliğin pençesinde demektir. Nietzsche’nin bu düşüncesi sanatçı için de geçerlidir. Sanatçı ya sonsuza dek süren kusursuz biçimler yaratmaya kendini adar, ya da hakikatin olanaklarının bilincine varır. Bu iki durum Nietzsche’nin esasında birbiriyle çeliştiği gibi birbirini de destekleyen Apolloncu ya da Dionysosçu biçimini meydana getirmektedir. Nietzsche’nin sanat dolayısıyla da müzik kuramını anlaşılır kılmak için bu iki biçimin ne anlama geldiğini ve Nietzscheci bir anlayışta müziğin hangi biçime yakın olduğunu ifade etmek gerekir.

Temel psikolojik deneyimler: apolloncu terimi düş ve tasarı dünyası karşısında, bize gelecek düşündürtmeyen bir güzel görünüş önünde sürüp giden kendinden geçmeyi; dionysoscu ise, oluşuma öznel olarak katılma duygusunu, yaratının dizginlenemez hırsını ve buna karışan yıkma duygusunu anlatır. Bu iki deneyimin karşıtlıkları ve bunun yarattığı istekler: birincisi görüntüde sonsuzluk niteliğini arar; bu nitelikte bir görünüş karşısında insan sessiz kalır, isteksiz, deniz gibi düz, hastalıktan arınmış, kendisiyle ve bütün yaşamla barışıktır; ikincisi oluşturmaya, oluşturmak için çalışmaya; yaratmaya ve yok etmeye doğru iter insanı. (Lassarre, 2010, s. 7-64). 

Bu iki estetik biçimin iki yönlülüğü sanat alanlarını da bu iki biçim etrafında kategorize etmiştir. Apolloncu sanat plastik sanatlara karşılık gelirken, Dionysos’çu sanat bütün diğer sanatlara aykırı olan müziğe denk gelmektedir. Nietzsche’ye göre müzik, doğrudan yaşamın tanrısal oluşumunu anlatmaktadır. Diğer sanatlar görüntü veya olgu sanatları iken müzik sanatı, Noumenon’u yakalamakta ve onu yorumlamaktadır. Müziğin güzeli amaçladığını ve diğer sanatların anası olduğunu savunan Nietzsche, tıpkı hocası Schopenhauer gibi kuramını metafiziksel gerçekliğin içine yerleştirir. Fakat estetik kuramının müziğin genel kurallarına bağlanamayacağını, aksi halde bunun bedelinin müziğin yok olmasıyla sonuçlayacağını da dile getirir.

Genel olarak müzik Nietzsche için kötümserliğe yönelik coşku uyandırmaktadır ve duyarlılığın heyecanlarını ve imgeleminin isteklerini bu müzik yoluyla bulmaktadır. Duygusal anlamdaki müziğin anlatmak istediği şey ile kötümserliğin insan aklında anlatmak istediği şey, ona göre eştir. Müzik, salt müzikten öte aşkın hakikati, mutlak olanın kendisini ifade etmektedir. Bu türden bir sevgi Lassarre’ninNietzsche’nin Müzik ve Üzerine Düşünceleri kitabında bahsettiği gibi yanlış ve aşırı bir sevgidir. Nietzsche’nin müzikle ilgili düşüncelerinin temelinde Richard Wagner ile olan ilişkisi vardır. Ne var ki Wagner müziğine gençlik yıllarında hayran iken birkaç yıl sonra en alaycı dille bu müziği taşlamasıyla bilinmektedir. Lakin Nietzsche’nin Wagner sanatına duyduğu şey, esasında müziğe duyduğu hayal kırıklığından kaynaklanıyordu. Wagner’i önce tanrısallaştırmış, sonra da yozlaşmış olduğunu düşünmüştü. Fakat her ne olursa olsun Nietzsche için Wagner müziği, kendinden önceki bestecilerin ortaya koyamadığı şeyi ortaya koymuş, müziği içinde sahnenin, dekorun, dramın olduğu farklı boyutlar kazandırmıştır.

Nietzsche salt iyimserliğin karşısında duran, kötümser bir filozof olduğu için; müziğin insana bu iyimserlik tavrının, ahlaki kabullerin telkin ettiği müzik anlayışının sınırlarından kurtulma imkânı tanımaktadır. Richard Wagner’i tam da bu noktada kutlamaktadır, çünkü o “etkileri müzik aracılığıyla, tıpkı bir lamba ışığının güneş ışığı karşısında eriyip yok olması gibi” yok etmektedir. Nietzsche’nin Wagner’le olan ilişkisi, bir bakıma kendisi ile müzik arasındaki ilişkiyi temsil etmekteydi. Çağdaş bir düşün ve prensibin simgesi, o’na göre Wagner’in yapıtlarında ihtiva ediyordu. Lakin bu inanç, aynı zamanda içinde paradoksallığı da barındırmaktaydı.

Nietzsche’de Dionysosçu Müzikal Dinleme: Felsefenin Ritmi

Nietzsche için dinlemek, pasif bir alım süreci değil, varoluşsal bir katılımdır. O, müziği yalnızca üretilecek ya da çözümlenecek bir şey olarak değil, varlıkla rezonansa girmenin bir biçimi olarak düşünür. Nietzsche’de kulak, yalnızca bir fiziksel organ değil, felsefi bir duyarlılığın merkezidir. Onun felsefesi, kulakla düşünen, sezgiyle tartan bir düşünce biçimi sunar.

Dionysos’un kulakları burada anlam kazanır: Mantıksal anlamda değil, ritmik ve sezgisel bir duyarlılıkla işiten bir bilinç. Nietzsche’ye göre gerçekten dinlemek, yaşamın akışını duymak, onun inişli çıkışlı ritmini fark etmektir. Bu, Apolloncu düzenin karşısında Dionysosçu bir dağınıklığın, bir çalkantının ve coşkunun kabulüdür. Nietzsche, Batı düşüncesinin kulaktan çok göze dayandığını, görselliğe ve forma tapındığını savunur. Ona göre kulakla düşünmek, modern aklın dışladığı sezgisel, geçici ve bedensel hakikate açılmak demektir. Bu yüzden Nietzsche’nin müzik anlayışı bir “duyumsal ontoloji” önerir: Dünya, duyularla kavranır ve kulak bu kavrayışın başrolündedir. Dinleme edimi, bu bağlamda, yalnızca akustik değil ontolojik bir eylemdir. Bir müziği dinlerken kişi, kendisiyle ve dünyayla yeni bir ilişki kurar. Nietzsche'nin müziği bu yönüyle yalnızca bir sanat değil, bir etikadır da: Dinlemeyi bilen kişi, yaşamı da daha derinlikli bir şekilde hissedebilir. Nietzsche için müzik, yalnızca bir sanat formu değil, felsefenin kendisini dönüştürme potansiyeline sahip bir güçtür. O, müziği Apolloncu aklın soyut düzenine karşı Dionysosçu bir yaşam taşkınlığı olarak konumlandırır. Bu taşkınlık, düşünmeyi yalnızca kavramsal değil, bedensel bir eylem olarak görmeye çağırır.

Dionysos’un kulakları metaforu, Nietzsche’de hem bir felsefi duyarlılık hem de bir varoluş biçimidir. Dinlemek burada yalnızca sesi işitmek değil, yaşamın titreşimlerine, acılarına ve coşkusuna kulak vermek anlamına gelir. Bu, felsefeyi bir müzikal deneyime, düşünceyi bir dansa, yaşamı ise bir sahneye dönüştürür. Nietzsche'nin müzikle kurduğu bu derin ilişki, günümüz düşüncesine hâlâ ilham verecek kadar canlıdır. Müzik aracılığıyla düşünmeyi, duymayı ve yaşamayı yeniden öğrenmek, onun çağrısına kulak vermek anlamına gelir. Dionysos’un kulakları, hâlâ bizi çağırmaktadır: Dinle, titreşimdeki hakikati duymaya cesaret et.

Kaynakça

Nietzsche, F. (2010). Tragedyanın Doğuşu (T. Mustafa, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Lassarre, P. (2010). Nietzsche'nin Müzik Üzerine Düşünceleri. (İ. Usmanbaş, Çev.) İstanbul: Pan Yayıncılık.
Fubini, E. (2006). Müzikte Estetik. (F. Genç, Çev.) Ankara: Dost Kitapevi.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.