
Sana Kaleden Baktım Ey Aziz Ankara
M.Kadri Atabaş
Kentler nedense zihinlerimizde bir veya birkaç imge ile “kişileştiriliyorlar”…Dünya da, pek çok önemli kent, o kentin ya genel mimari dokusu ile, ya da toplumsal kimliğin simgesine dönüşmüş yapı/ları ile birlikte anımsanır, zihinlerimiz de yer alır. Örneğin; Roma, Vatikan’dır. Sadece simgesel değil, mimarisi, meydanı, müzeleri, Michaelangelo’ su, Rönesans yapıları ile… Paris, tabii ki, Eifel’dir, kule bu niteliğini de, kentin yüzyıllardır bozulmamış yapı yüksekliği içinden fırlaması yanı sıra, “ Endüstri çağının” evrensel temsiliyetini simgelemesi ile sağlar. Moskova Kızıl Meydan’dır; Çarlık ve Sovyet ler döneminin simgelerini ve mimarisini taşır.
Ankara da bu imgelem dünyasında iki yapısı ile yer alır : Anıtkabir ve Ankara Kalesi…
Nerede ve hangi sohbette “Kale” desem, akla Ankara gelir. Türkiye topraklarında, bir kent in tarihi ve imgesi ile bu kadar bütünleşmiş başka bir kale yok sanıyorum. Kuşkusuz pek çok kale var Anadolu da, ama gerek topografik/ jeolojik konumlanması, gerek karizması veçevresinde oluşan kent dokusu ile kimlik bütünlüğü, Kaleyi özel bir yere taşıyor. Ankara kuşkusuz sadece Kale değil, gerek Anıtkabirve gerekse Meclis de önemli simgeler. Ama onların arkasında Atatürk ve TBMM gibi iki dev kurum ve anılar var. Kale ise, arkasında olmayan bu destek eksikliğine karşın, “yaşamın doğal akışında” var oldu. Bu gün bizlerin “kale” olarak imgesinde taşıdığı alan aslında “İç Kaledir”. Ne yazık ki “Dış Kaleden” çok az sur izi var. Onlar da gecekondu veya diğer oluşumlar içinde parça parçalar. Bir detektif gibi aramak gerekiyor.
Ankara Kalesini, Anadolu’nun en özgün Kalesi kılan,-bence-topografi kkonumunu, çevresindeki tarihi kent dokusu ile organik bütünlüğe dönüştürerek oluşturduğu ikonik biçemi ve bunu karizmatik bir imgelem bütününe dönüştürme potansiyelidir.
Kaleler savunma amaçlı yapılardır. Çoğunlukla, sarp tepelere kurulurlar. Ulaşım zor ve kontrollüdür. Genellikle içinde az yerleşim olur, saldırı zamanı kale çevresinde yaşayanlar içeri alınır. Kale duvarları kolay ulaşılamaz ve fethedilemez sarp meyillere konuşlandırılır, örneğin Afyon ve Van kaleleri gibi. Ya da daha düzlük alanlar da güçlü kalın surlarla var olur; Diyarıbekir kalesi gibi. Su kenarında yapılan liman kaleleri de olabilir. Sinop, Çanakkale veya İstanbul gibi.
Ankara Kalesi, “tepe üstüne kurulan” tipoloji içinde yer alıyor. Ama Onu “farklı” kılan,çevresindeki doku ile bütünleşerek, sanki o dokunu doğal bir parçası imiş gibi algılanan kurgusudur. Bu doğal bütünleşme onu diğer kalelerden ayıran başat farkıdır. Belki de bunun nedenlerinden birisi, O’nun “Ahi’ler Devletinin Başkentliğini” yapmış olan Kentte yapılmış olmasıdır. Ankara Kalesi bir “gücün “gölgesi değildir, tam tersine parçası olduğu yerleşik halkın ve dokunun bir parçası ve Tacı gibidir. Anadolu da,böyle bir karizmatik Kale imgesibaşkaca da yoktur.
Kale,bu imgesini kayıp etmeden, kentin tarihinin en büyük “Kentsel Dönüşüm” hamlesi olan, Ankara‘nın “Başkent” ilan edilmesi döneminde de sürdürdü ve “Varlığının” ağırlığını hissettirmeye devam etmiştir.
Daha da önemlisi ve unutulmaması gereken, Cumhuriyet in kurucu kadrosunun ve Kentin planını hazırlayan Herman Jansen in Kale ve çevresine saygılı davranmalarıdır.Kale ve eski kent dokusuna nerede ise hiç dokunulmamıştır. Eski doku ile ilişkilenen yerlerde de “1.Milli Mimari” üslubu daha etkin olmuştur. Yerleşimin kimliğini ve imgesini zedeleyecek müdahaleler yapılmamıştır.Herman Jansen arşivlerin de Kale ve çevresini korumaya yönelik çalışmalar mevcuttur. Cumhuriyet in Ankara sı, tarihi doku ile bağlanma sürecini oldukça iyi yönetmiştir.
İlginç olan şeylerden biri de, Kentin yerleşim ve Planlamasının –hiç hissedilmese de- Kaleyi her yerden hissedilir bir simgeye taşımış olması. Bugün, altı milyon nüfusu ve savunma sanayi, eğitim ve sağlık alanları başta olmak üzere, Ankara dünya çapında bir fiziki ve siyasi ekonomik bir güç. Bu kentte, “minnacık” Kalenin, kentle oluşan görsel, fiziki ilişkisive imgesel gücü ise ilginç bir durum.
Doğal olarak,Kale ve çevresindeki oluşum, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde,tabii ki farklı evrelerden geçti.Kentin ağırlığının Yenişehir / Çankaya ve Bahçelievler yönlerinde gelişmesi Kale çevresindeki yaşamı etkiledi. Bu süreç kale de yaşayanların sınıfsal ve kültürel yapısını da etkiledi. Kale, bir anlamda “kimsesizlerin kimsesi” oldu…“Dışlanmışların / kent yoksullarının / kente gelen kır göçünün alanına dönüştü. Ankara’nın ilk gecekondu bölgeleri de Bent Deresi ile Kale arası alanlarda uç vermiştir. Asıl zarar, gecekondulaşma süreci yanısıra, 1970’lerde Hacettepe Üniversite /Hastanesinin kurulması sırasında yaşanan yangınla bağlantılıdır. Kale ve tarihi doku, bu dönemlerde bir tür “içine gömülme “sürecine girmiştir..
Daha sonra,1990’lı yıllardan başlayarak, Mimarlık dünyasının “Tarihi dokuyu önemseten” politikalarının da etkisi ilede, Kale ve çevresindeki Roma / Selçuklu ve Osmanlı dokusu yeniden öneminin ve değerinin anlaşıldığı bir sürece girmiştir. Bu gün ise artık bu önemin oldukça farkındayız.
Kale tarihi için olumlu gelişen bu sürecin yanısıra, olumsuz bir etken de, aynı süreçler de rol almaya başlamıştır.1980’lerden itibaren, Dünya da,“postmodernist” bir sürece girilmiştir. Bu döneme ekonomik yaşam da ““yeni liberalizm” denildi. Dünyadaki tüm kentler, kentleşme süreçleri, kent kavramı;bu “post modern” çağdan etkilenmiştir. Genelde de bu etkilenme – ne yazık ki- olumsuzluğu ağır basan bir olguya dönüşmüştür. Tabii, Türkiye’nin bir de, aynı zamanda,12 Eylül ile başlayan “yeni Türkiye” dönemi var. Bu iki süreç, üst üste çakışan bu iki etken, Türkiye kentleri için bir anlamda “kusursuz fırtınayı” yaratmıştır. Türkiye’nin Kentleri bu “kusursuz fırtınalı” süreçten paylarına düşeni ne yazık ki almaya devam ediyorlar.
Sözkonusu süreç, kentlerin genel mimari / kentsel planlama sürecini bozmaya değil eklemlenmeye yönelik olsa, aslında gerekli olarak görülebilirdi. Kentler de dönüşür ve değişir. Hele Türkiye gibi yapma kültürü ve tarihi çok zayıf ülkelerde yapıların çabuk yıpranmasıve kent arsalarındaki rantın akıl almaz artışı /baskısı bunu hızlandırıyor da. Örneğin Ankara da son yüz yılda 3 kez ortalama arsa sahipliğinin değiştiği belirtilir.Bu, çok yüksek bir dönüşüm.
Öte yandan, dünya da, özellikle tarihi kimliği güçlü kentlerde, bu süreç var olan dokuya eklemlenme ve bilinçli bir kent tasarım çabası ile yapılırken,Türkiye de genel eğilim bu yönde gelişmemiştir. Zirvesini İstanbul da bulan “kentsel post modern dönüşüme bağlı rant yağması” İstanbul un bilinen kent silüetini ve imgelerini tahrip etmiştir. Anadolu’da da pek çok kent bu saldırgan “kusursuz fırtınadan” çokça etkilenmişlerdir. Kentlerdekibu yağma ve yıkım sürecinden, Ankara payına düşeni almamak için uzun bir süre direnmiştir. Bu direnişte, 1980 öncesi var olan “Ankara Nazım Plan Bürosunun” çalışmaları önemlidir. Ayrıca, 1980-95’ler döneminde ki Yerel Yönetim Başkanlarının da gerek Planlama Bürosu gerekse Teknik Meslek odaları ve Bilim Kuruluşları ile işbirliğininde büyük rolü ve katkısı vardır.
Gene de, 2000’li yıllarla başlayan Kentsel dönüşüm histerisi, özellikle Ankara da2010’larda “tarihi kimliğe saldırı” biçimini almaya başlamıştır. İçinde özellikle Mimarların “erken Cumhuriyet” diye tanımladıkları dönemin yoğun olduğu bölgeler de, bu yeni dönem artık tahrip etme ile tarihini baskılama boyutlarında yaşanır olmuştur. Örnekler çok çarpıcı olarak önümüzde. Kentinerken Cumhuriyet döneminin Ana Tren Gar’ının arkasına yapılan ve AVM müştemilatı gibi planlanan yeni gar yapısının bölgeyi zedelemesi açık bir örnek oluşturmaktadır. AKM alanının karşısındaki eski EGO hangarları bölgesinde yükselen ve alenen kenti ikiye bölen çok katlı yapı bölgesi ”Mahal Ankara” bir başka saldırıdır.Ayrıca, AKM alanını da bu yüksek yoğunluğun bahçesi gibi algılatacak düzenlemelerin hazırlıklarının ipuçları vardır. Yeni yapılacağı söylenen ve gene altı “AVM” olarak düşünülen Stad alanı bir başka örnektir. O Stad aslında Atatürk ün Olimpiyat oyunlarını yeni kurulmuş Türkiye ye alma düşüncesinin önemli bir parçası idi. Olmamasının en önemli nedeni 2. Dünya savaşıdır. Yıkılması bu tarihin de ortadan kaldırılmasıdır. Oysa ki yıkılmadan stadın büyütülebilmesinin dünyada pek çok örneği mevcuttur. Roma Hamamının Fevzi Çakmak caddesi tarafında yükselen sipsivri “gökdelen” yapı çok açık bir biçim de Kent dokusunun tarihsel sürekliliğinin açıkça ihlalidir. Eskişehir yolu üstündeki, birbirinden bağımsız ve bağlamsız değişik ve yoğun inşaat verilmiş parseller, kentin tüm tarihi boyunca sürdürülmeye çalışılan kimlik devamlılığının tahribine yönelik hamleler olmuştur.
Bu hamlelerin içinde, en unutulmaz olanın fotoğrafı da unutmamak gerekir. Anakent eski Belediye Başkanı İ.Melih Gökçekin;İller Bankası Genel Müdürlük Yapısını bir gece yarısı pususu ile yıkıp, moloz malzeme üstünde “ avının üstüne basıp elinde silahı ile sırıtarak poz verdiği” avcı görünümlü fotoğrafı bu kentin ve Cumhuriyet Mimarlığının hafızasında yerini almıştır. Erken Cumhuriyet mimarlığının en özgün yapılarından biri “pusu kurularak” yıkılmıştır. Yapının “ tarihi eser” kararı sessizce kaldırılmış, açılan dava devam ederken de bu pusu işlemiştir.Bu alenen kentin ve Cumhuriyet mimarlığının tarihine kurulmuş bir pusudur.
Sonuçta,bir hafta sonu, arkadaş grubu ile, Ankara kalesinin, “İç Kale burçlarına” çıktık. Ankaranın içine sürüklendiği ve Mimarlık ile kent tasarımı üstünden halen devam eden tarihin kimliksizleştirilmesi / bozulması harbinin izlerini oradan izledim.
Bu fotoğraflar ve yazı bizlerin tarihe not düşmesi.
Sana KALE nin en tepesinden baktım ey aziz Ankara…
Yağmacılar ordusuna karşı direnen ruhunu hissettim / dinledim.
Sen Anadolu’nun ruhusun, Kale’n ile birlikte…
YAZAR ÖZGEÇMİŞİ
M.Kadri Atabaş, 1980 de ODTÜ Mimarlık Fakültesini bitirdi.
1970-1976 yılları arasında projeci mimar olarak Ankara Üniversitesi İnşaat Dairesinde Üniversite Projelerinde çalışmıştır.
Daha sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde Planlama, Büyük Projeler sorumlusu olarak yöneticilik yapmıştır. Daire Başkanlığı ve Genel Müdürlük görevlerinde bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin en büyük Toplu Konut Projesi olan BATIKENT’ in (50.000 konut) Genel Koordinatörü olarak, Kamulaştırma, Planlama, Altyapı, fizibilite Çalışmaları, Örgütlenme Modeli ve Projelendirme eşgüdüm ve yönlendirilmesini gerçekleştirmiştir. KENT-KOOP Kurucu Genel Sekreteri olarak Kooperatifçilik deneyimini yaşamıştır.
1980’den sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde danışmanlık, Çankaya Belediyesi’nde Meclis Üyeliği, İmar Komisyonu Başkanlığı yapmıştır.
1980 den sonra Proje Şirket Yöneticiliği deneyiminde, önemli bölümü ulusal/uluslar arası Mimarlık Literatüründe yayınlanan projeler gerçekleştirdi.
2001 Yılından buyana ODTÜ Mimarlık Bölümünde part-time öğretim üyesi ders vermektedir. 2009-2013 Yılları arasında da Eskişehir Osman gazi Üniversitesine davetli öğretim üyesi olarak çalışmıştır.
2021 Yılından buyana Başkent Üniversitesi, Mimarlık Bölümündapart-tima öğretim üyesi olarak ders vermektedir.
Kadri Atabaş, 198yılından önce, “ÖZGÜR İNSAN” Dergisinin yazarları arasında yer almış ve “ TOPLUMCU DÜŞÜN” Dergisinin Yayın Kurulu Üyeliği ve yazarlığı yanısıra, 1980 den sonra “YENİ ÖZGÜR İNSAN” Dergisinin YayınKurulu Üyeliği ve yazarlığını yapmıştır.
Ayrıca
2003-2004Yıllarında,TMMOB Mimarlar Odası Resmi yayını olan “MİMARLIK” Dergisinin Genel Yayın Müdürü/Yayın Kurulu Üyesi olmuş,
2002-2004 Yılları arasında Mimarlar Odası Ankara Şubesinin, “BÜLTEN” dergisinin Yayın kurulu üyesi olmuş,
2010 Yılından buyana da Serbest Mimarlar Derneği yayın organı olan “SMD” nin yayın Kurulu üyesi ve yazarıdır.
“SANATIM” dergisinin de yazarları arasında yer almıştır.
Yayınlanmış iki kitabı vardır:
-Yerel Yönetimler ve Mimarlık- Kitap ( Boyut Yayınları)
-Merkezi Bir Kent Parçası Kentsel Tasarımı projesi- Kitap ( Boyut Yayınları)
Yeni yorum ekle