Söyleşi: ŞadımanŞenbalkan
Feminist Teori ve Ekofeminizim Üzerine
Prof. Dr. Nilsen Gökçen
İle Söyleşi
“Hocam, Feminist Teori ve Ekofeminizm bir araya getiren etmenler nelerdir? Buradaki en önemli rol kadınlar tarafından mı hayata geçirilmektedir?
Ekofeminizm, feminist teoriler arasında en yenilerden biridir. Diğer feminist teorilerin bazılarında olduğu gibi iki farklı disiplini bir araya getirir ve her iki alana da eleştirel bir yaklaşım getirir. Yani feminist harekette ekolojinin göz ardı edilmesini, ekolojik harekette de feminist bakışın eksikliğini eleştirir. Bu iki düşünce arasındaki bağlar, dışarıdan bir araya getirilen iki farklı disiplin arasındaki bağlardan farklı olarak son derece organiktir. Çünkü ekofeminist Karen Warren’a göre, feminist bakışa sahip olmayan bir ekolojik düşünce ve ekolojik bakışa sahip olmayan bir feminist düşünce mümkün değildir. Ekofeminizm, sadece kadın ve doğanın, ataerki ve kapitalizm tarafından ezilmesi ve yok edilmesini değil, tüm hiyerarşik yapılanmaları reddeder. Bu nedenle hem feminizmi hem de ekolojiyi tek başlarına kapsayamayacakları bir bütünselci bakışa ulaştırır. Bu nedenle ekofeminizmyalnızca kadınların değil, tüm ezilenlerin var olma haklarını savunan bir alan olarak varlığı tehdit edilen ya da hakları ellerinden alınan her kesimin içinde varlık gösterebileceği bir alan sunar.
“Sınıf, ırk, cinsellik, özneler, dil, edebiyat, görsellik, feminist felsefeler, siber kültür, feminist gelecekler; Feminist Teorilerinin öğretileri, kadına doğanın önemi ve hakları konusunda güç vermektedir?”
Feminist teorilerin kadınlara açtığı yeni ufuklar elbette yadsınamaz ancak teorinin yanında feminizm bir alan hareketidir, bir ayağı yaşamın tam da ortasındadır. Bu nedenle yaşamın çeşitliliği ve farklılıkları feminist teoriyi beslerken teori de bu çeşitliliğe bakışımızı sağlam düşünsel zeminlerle desteklememizi sağlar.
“Kadınların sömürgeleştirilmiş zihniyetlerinsömürülmesinde-onların cinsel nesnelere dönüştürülmelerinin teşvik edilmesinde-her ikisinde de ürünler satar-ticari bir saik vardır elbette ama güzellik endüstrisini sadece bir kar meselesi olarak açıklamakyeterli midir? Ya da De Beauvoir’in yazdığı gibi, “böylesi bir nesnelleştirme kültürleri aşan, yaygın bir durumdur ve erkek egemenliğinin sürmesini mi sağlar?”
Güzellik endüstrisi özellikle kadına yönelik olarak ataerkinin kapitalizmle kucaklaşmasının en bariz örneklerini verir. Güzelliğin kâr getiren bir endüstri olarak var edilmesinden önce de elbette sorun var. Kadına güzel olma görevinin yüklenmesi, güzellikle ilgili normların belirlenerek kadınların bunlara uymaya zorlanması ve uymayanların çeşitli şekillerde dışlanması ataerkil yapının kadın üzerinde kurduğu egemenliğin temel göstergelerindendir. Güzellik standartlarıyla meşgul edilen kadın, kendini sürekli yetersiz görecek ve başka bir varlık alanında kendisini ifade edebilecek güce erişemeyecektir. Ataerki, bu şekilde kadına erkeği ve onun beğenisini bir ödül olarak sunarken kadını erkeğin beğenisine muhtaç hale getirir. Kapitalizmin resmin işine girmesi durumu daha da vahim hale getirmektedir çünkü kamusal alana giren ve ekonomik olarak bir nebze de olsa bağımsızlaşan kadının üzerindeki güzellik normlarına uyum baskısı yok olmaz. Tersine, daha da görülür olan kadının kendisini bu normlara daha da fazla uydurması gerekmektedir. Sonuç olarak, kazancını, onu kendi normları içine hapseden kapitalist ataerkinin hizmetine geri akıtan kadının ekonomik bağımsızlığı da hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemez bu durumda.
“Ev mekânında sıkışıp kalmış kadın, iş ve kamusal alandaki varlığıyla eril tahakkümle baş edebilecek gücü kendinde bulabilir mi?”
Kamusal alana çıkmak Liberal Feministlerin talepleri olarak Türkiye’de de başlarda çok vurgulanan bir konu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak günümüze gelen süreçte de görüldüğü gibi, kamusal alana çıkmak ve iş sahibi olmak tek başına kadının özgürleşmesini garantilememektedir. Bir iş yerinde çalışan kadının kendi kazancı üzerinde ne kadar kontrolü olduğu tartışılır. Üstelik çalışma hayatı kadının ev içi emeğini de azaltmamıştır çoğunlukla. Erkeklerin ev işlerini hâlâ kadına ait gördükleri ortadadır. Onlar en iyimser halde “yardım” ederler. Ayrıca ataerkil tahakküm sadece ev içinde değil, iş yerlerinde, gönüllü ya da değil, sivil toplum kuruluşlarında, sokaklarda, yani yaşamın her alanında varlığını sürdürmektedir. Kısacası sorunun büyük kısmı ataerkil kültürdür. Ev içinde olduğu kadar kamusal alandaki ataerkil kültürün yerini özgürleştirici ve eşitlikçi bir kültüre bırakması için çaba gösterilmelidir.
“Aydınlanmacı Liberal Feminizmne zaman başlamış ve Batı dünyasını kasıp kavuran devrim dalgasının coşkusuna uyarlanırken de Akılcılık dalgasıyla mı hayata geçirilmiştir?”
Aydınlanmacı Liberal Feminizm 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Başat isimler olarak Mary Wollsronecraft, Harriet Taylor ve John Stuart Mill gelir ilk anda aklımıza gelen feministlerdir. Bu dönemin en önemli iddiası, eleştirilmeden değerli bulunan ataerkil değerlere kadınların da sahip olabilecekleridir. Örneğin, erkeğe atfedilen ve kadında daha az olduğu düşünülen rasyonalite öne çıkarılırken duygular, sezgiler önemsizleştirilir, ev içi emeği değersizdir, asılolan kamusal alanda erkeklerle eşit olarak var olabilmektir. Elbette daha sonra gelen Kültürel ve bazı Radikal Feministler bu tavrı eleştirecekler ve kadına ait değerlerin öneminin altını çizerek duygu ve sezgiyi dışlayan aklın diktatoryaya dönüşeceğini ortaya koyacaklardır.
“18. Yüzyılda bile Orta Çağ zihniyetindeki Cadı Avı kadının kimliği hatta can güvenliğini yok sayan Batı, kilisenin etkisiyle mi kadınların en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden almıştır?”
Avrupa’da Orta Çağda ve Amerika’da 17. yy.’da gerçekleşen cadı avlarının arkasında Hıristiyan Kilisesinin bulunması bu duruma çok sağlam bir ideolojik zemin sağlamıştır ancak cadılar konusunda çalışmaları ülkemizde de bilinen Sylvia Federici’ye göre cadı avları günümüzde de dünyanın Hıristiyan ya da değil çeşitli coğrafyalarında sürmektedir. Elbette Kilisenin cadı avlarındaki rolü çok büyüktür ama ataerkinin olduğu her yerde kadınların cadı avına maruz kalmaları potansiyel olarak ya da gerçekten var olan bir durumdur.
“Kadınların cadılıkla suçlanıp yargılanmalarının temelinde yatan delil, kadının cinselşehveti körükledikleri gerekçesi midir?”
Şehvet ve özellikle şeytanla cinsel ilişkiye girmek cadılara yöneltilen en çarpıcı suçlamalardandır. Cadılıkla suçlamalarının temelinde kadın bedenine, üremesine ve cinselliğine duyulan korkunun olduğu bir gerçektir. Cadı olarak yakılan kadınların önemli bir kısmı bu nedenle kadın bedeninin gizemlerine sahip olan ebe ya da şifacılardır.
“Ekofemizm, ekolojik yaşam temelimizin süregelen yıkımı, kadına yönelik erkek şiddetinin artışı, dünyanın dört bir yanında çoğalan amaçsız sivil savaşlara hizmet eden güçlerin elinde midir?”
Bu soruya “evet” ya da “hayır” diye basit bir yanıt vermek mümkün değil benim açımdan. Dünyada yerel iç ve dış savaşların sürekli olarak körüklendiği doğrudur ancak onların arkasındaki güçlerin adını kuşkuya yer vermeyecek biçimde bir kesinlikle koymak çok da mümkün değil kanımca. En azından benim açımdan. Söyleyebileceğim, ekofeminizmin, militarizmin; ataerki, kapitalizm, piyasa ekonomisi ve hatta modern bilimin içine yerleşmiş ataerkil bakışla olan bağlarının altını çizdiğidir.
“Doğada yaşanan her türlü tahribatınneden ve sonuçları sonucunda mı ekofeminizm ortaya çıkmıştır?”
Dünyada kadına karşı örgütlü ve yaygın bir ataerkil kültür olmasaydı muhtemelen feminizm de olmayacağı gibi, doğayı tahrip eden bir kapitalist yıkım olmasaydı da ekolojik hareket olmazdı. Elbette ekofeminizm, bu iki olumsuz durum ne yazık ki var olduğu için ve iki durumun da aynı yok edici zihniyetin ürünü olduğu için ortaya çıkmıştır kanımca. Ekofeminizm bir varoluş mücadelesidir, kadınların, doğanın ve tüm ezilen ve yok edilmeye çalışılanların varoluş haklarının teslim edilmesi için bir harekettir.
Örgütlü bir çaba olarak, Chipko hareketi bazı başarılar elde etti. Kimi zaman devletin yasaklaması veya hukuk mücadelesi yoluyla moratoryum kazanmış; kimi zaman da ağaçları köy evlerine yakın alanlarda ağaç dikilmesini sağlamıştır. 1987'de Chipko hareketi, "alternatif Nobel ödülü” olarak bilinen "Geçim Hakkı Ödülü’’nü kazandı. Ormanları kurtarmak için ulusal bir çağrı haline gelen, kadınların egemen olduğu bu küçük hareket, haklı olarak kendisiyle gurur duyuyor.
“Ağaçları Kucaklayan Kadın: VandanaShiva, kadınlar ve çocuklar için doğa kurtarıcısı olarak yaptığı ağaç kucaklama eylemi her ne kadar ses getirse de doğa katliamına son verebilmiş midir?”
Herhangi bir eylemin binlerce yıldır hüküm süren bir kültürü bir çırpıda ortadan kaldırması çok da beklenen bir sonuç değildir. Hindistan’daki kadınların uluslararası tekellere karşı ağaçlarını savundukları Chipko hareketi sonuç olarak bütün ağaçları kurtaramasa da uluslararası tekellere karşı yerel olarak da olsa önemli kazanımlar sağlamış ve dünyanın uzak uçlarındaki kadınlara da ilham vermiştir. Yakın zamanlarda Ege’li kadınların yine çeşitli nedenlerlekesileceğine hükmedilen zeytin ağaçlarına sarılmalarının arkasında ben Chipko kadınlarını da gördüm. Bu önemli bir diyalog kanımca.
“20. Yüzyılın Kültürel Feminizminde kadınların değerlerinin karşı cins tarafından yapılmış olan değerlerden farklı mıdır?”
Ataerkinin erkeklere ait olduğunu savunduğu değerleri kast ettiğinizi farz ederek yanıt veriyorum. Ataerkil toplumda kadınla özdeşleştirilen, akılcılık yerine duygusallık vesezgisellik,yarışmacılık yerine iş birliği, bireysellik yerine müşterekçilik ve de uysallık, korumacılık, şefkat gibi değerler Kültürel Feministlerce yeniden ele alınmış ve bu değerlerin insanın toplumsal ve psikolojik varlığında temel bir yerde var olduğu ve öne çıkarıldıkları halde dünyadaki savaşlar, şiddet ve doğa tahribatını sona erdirecek yeni bir kültürün inşa edilebileceği belirtilmiştir. Ben bu değerleri önemsiyorum ve acilen iş birliğine ve doğayla uyuma dayalı yeni bir dünya için kolları sıvamamız gerektiğine inanıyorum.
“Doğanın ve kadının ve de çocukların korunması adına; ekofeminstler, uluslararası kamuoyu oluşturma cabalarında eğitimcilere ne gibi görevler düşüyor, bu önemli konunun çözülmesi için neler yapılabilir?”
Toplumsal cinsiyet eşitliği ve doğa bilinci oluşturmak için eğitim ailede başlamalı ideal olarak ancak bu her zaman mümkün değil çünkü aileler bilinci değil. Ancak eğitim müfredatının anaokullarından itibaren bir parçası olmalı bu bilinci geliştirmek. İçinde bulunduğumuz koşullarda çok da hayalperest olmamak gerekiyor bu konuda ancak öğretmenlerin derslerinde bu konuları sürekli gündeme getirmeleri ve davranışlarıyla da örnek olmaları önemlidir. Türkiye’de üniversitelerde Kadın Çalışmaları çatısı altında Ekofeminizm dersini sanırım ilk kez açan benim. Bu alana ilginin çoğalmasından da son derece mutluyum. Bu ve benzeri dersler diğer disiplinlerin içinde de açılabilir umarım. Ülkemizde de en azından ekoloji ve feminizm alanlarında ulusal ve uluslararası sempozyumlar düzenleniyor; buralarda ekofeminist bakış içeren sunumlar yapılıyor.Ekofeminist sempozyumlar neden düzenlenmesin? Sivil toplum, dernekler ve yerel yönetimlerle iş birlikleri kurabilmek de önemli elbette.
“Ekofeminist teorilerin temel ilkesi, kadınların egemenlik altına alınmalarıyla doğanın egemenlik altına alınmasıyla aynı paralelde mi gitmektedir? Nitekim MartiKheel’in de dediği gibi, derin ekolojistler için, hâlihazırda çevre krizi nedeniyle ‘en başta suçlaması gereken’; ‘insan merkezli dünya görüşü doğa’, ‘sadece insana hizmet eder’ mantığı olabilir mi?”
Birinci sorunuza net bir evet diyebilirim. Ancak bu, çevre krizinde kadınların bir payı yok olarak algılanmamalı. İçinde yaşadığımız coğrafyaya bağlı olarak kadın olarak da ciddi karbon izi bırakıyoruz şüphesiz. İşi insan boyutunda ele almak da her zaman doğru değil. Batı ülkelerinde yaşayan bir insan Doğu ya da Güney olarak adlandırılan ülkelerdeki bir insandan çok daha fazla karbon izi bırakmaktadır. Dünyanın daha az gelişmiş diye nitelenen bölgelerinde yaşayan yerel kültürlerde binlerce yıldır doğayla uyumlu tarım ve üretim tekniklerine dayanan bir yaşam sürmektedir. İnsan sayısı değil, kişi başına düşen doğa tahribatıdır sorunun kaynağı. İnsan merkezliliğin, dünyadaki her insanı doğa tahribatından eşit derecede sorumlu tutmak yerine insanın diğer türlerle ve doğanın bütünüyle olan varoluş bağlarını görmezden gelmek ve bunun üzerine bir kültür inşa etmek şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
“Değerli hocam, Feminizm, Feminist Teoriler veEkofeminizm hakkında verdiğiniz tüm bilgiler veakademik çalışmalarınızla var olan bilimsel bilgi ve öğretilerinizle birlikte;bilim dünyasına aktardığınız ve de kattığınız akademik çalışmalarınızı kutlar, öğrenciniz olma şansıyla; Feminst Teori ve Ekofeminizim eğitimine katkılarınıza daayrıcateşekkürler ederim.”
Bana bu fırsatı verdiğiniz için zorbatv.com ailesine ben teşekkür ederim. Sizinle tanışmak benim için de büyük bir mutluluk. Ben de şahsınızda derslerimde çok şey öğrendiğim öğrencilerime çok teşekkür ederim.
Kaynakça:
Görsel resimler
https://ekmekvegul.net/etiket/chipko-hareketi
https://www.kitapyurdu.com/kitap/ekofeminizm
Nilsen Gökçen Kimdir
İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr.
Eğitim Bilgileri
1990 - 1994Doktora
Kent StateUniversity, İngilizce Bölümü, Amerika Birleşik Devletleri
1987 - 1990Yüksek Lisans
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili Ve Edebiyatı Bölümü, Türkiye
1980 - 1984Lisans
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili Ve Edebiyatı Bölümü, Türkiye
Yaptığı Tezler
1994 Doktora
SocietalFragmentationandProblems of Communication in SherwoodAnderson'sMajor Fiction
Kent StateUniversity, İngilizce Bölümü
1990Yüksek Lisans
Edgar Allan Poe ve NathanielHawthorne'un Eserlerindeki Sembolik Yaklaşımlar
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili Ve Edebiyatı Bölümü
Yabancı Diller: B2 Orta Üstü İtalyanca
Akademik Unvanlar
2023 - Devam EdiyorProf. Dr.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü Ve Edebiyatı Bölümü
2017 - 2023Doç. Dr.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü Ve Edebiyatı Bölümü
1995 - 2017Yrd. Doç. Dr.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü Ve Edebiyatı Bölümü
1995 - 1995Yrd. Doç. Dr.
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü Ve Edebiyatı Bölümü
1989 - 1995Araştırma Görevlisi
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili Ve Edebiyatı Bölümü
1993 - 1994Araştırma Görevlisi
Kent StateUniversity, Graduate School, Department Of English
1991 - 1992Araştırma Görevlisi
Kent StateUniversity, Graduate School, Department Of English
Yönetimsel Görevler
2016 - 2017Dekan Yardımcısı
Dokuz Eylül Üniversitesi
2006 - 2009Bölüm Başkanı
Dokuz Eylül Üniversitesi
2006 - 2009Anabilim/Bilim Dalı Başkanı
Dokuz Eylül Üniversitesi
Yeni yorum ekle