Bir Efsane Dans: Tango

Gösteri Sanatları

Bir Efsane Dans: Tango 

 

Sabit Sümer*


Yaklaşık yüzyıl önce Arjantin’de kök salmış bir tutku ve duygu dansı vardır, bir kez dokunduğunda ruhunuzu sarıp sarmalayan, sizi pembe-beyaz bulutların üzerine taşıyan bir dans; Tango. Daha o ilk bandoneon melodisini işitip, ilk adımı atar atmaz bambaşka biri olur çıkarsınız. O ilk tedirgin adımdan sonra farklı bir adım atamazsınız, vitrinlerin önünden geçerken gözünüz ister istemez yürüyüşünüze takılır. 


Uzun dans yaşamının ardından hayata veda etmiş bir usta; “Tango bir kültür, bir yaşam biçimidir. Dans ise sadece bu kültürün bir sonucudur.” Der. Biraz tarihçesinden bahsetmek gerekirse, Tango sözcüğünün dilbilimde kesin bir kökeni olmamakla birlikte, Latince “dokunmak” anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır. Yüz yıl öncesinin Arjantin’inde, özellikle yoksul semtler ve liman kentlerindeki bar kadınlarının, erkekleri cezbetmek için sergiledikleri, sözleri argo ve erotizm içeren bir dans olarak bahsedilir Tangodan. Yalan da sayılmaz aslında. 

zorbatv.dergi


19. Yüzyıl sonlarında, Güney Amerika’ya giden iki büyük göç dalgası ile çoğunlukla; Sicilya, Calabria, Endülüs ve Afrika Kıtasından gelen işsiz, yoksul ama umut dolu genç göçmenler, Arjantin’e kendi kültürlerini de taşırlar beraberlerinde. Dönemin zor ekonomik koşullarında yerlilerle göçmenler beraberce yaşamaya çalışırlarken, bir yandan da çeşitli kültürlerin bu karışımı, mevcut olan müziği geliştirir, zenginleştirir. 

zorbatv.dergi

 

 

Özgün Afrika vuruşları, Kızılderili ritmi ve kıvrak Latin duygusu, Arjantin müziğiyle kaynaşır. Eğer bir yerde müzik varsa, dans da mutlaka vardır. Ülkelerinden uzakta göçmenler, işte bu Tango dansında birleşirler. Bu dansta hayal kırıklıklarını, öfkelerini, dövüşlerini, aşklarını, yalnızlıklarını ve ihtiraslarını, yani kendi yaşamlarını anlatırlar bir bakıma. Aynı evi pansiyoner olarak paylaşan, kimi dok işçisi, kimi bulaşıkçı ve garson bu gençler, kendi yaratıları olan figürlerle tangonun gelişmesine ve yaygınlaşmasına yardımcı olurlar. Bu yüzden, kadın-erkek dansı olmakla birlikte, erkek erkeğe ve kadın kadına tango da aynı ölçüde kabul görür bu dansın kültüründe.


Tango, çok uzun bir zaman yoksul semtlerin bir dansı olarak yaşamını sürdürür. Buenos Aires’in zengin kesimlerinde yaşayan insanlar, hep bir alt kültür olarak bakıp küçümserler ve burun kıvırırlar tangoya. Ama tango ateşi yanmaya başlamıştır bir kere. 1890 yılında Fransa’da doğup sonradan annesiyle birlikte Arjantin’e yerleşen Carlos Gardel’in, 1917 yılında, argo ve erotizmden uzak sözlerle, smokin giyerek tango şarkıları söylemesi, bu müziğin yavaş yavaş üst tabakalarda da benimsenmesine yol açarken, Gardel’i de bu müziğin efsanesi haline getirmiştir. Parislilerin tangoya artan ilgisi, yavaş yavaş Arjantin sosyetesinde de karşılık bulur, bu dans zengin kesimlerde de önem kazanmaya başlar. Özgün bir Alman çalgısıyken sonradan tangoya katılan Bandoneon, tango müziğine bambaşka bir renk ve atmosfer katar. Tango şairi ve bestecisi Enrique Santos Discepolo’ya göre; hiçbir çalgı, hatta keman bile bizim duygularımızı, sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi anlatmakta bandoneon kadar başarılı olamaz. Bandoneon tangonun lirik ruhu, adeta simgesidir.


Arjantin’in ardından Avrupa da esmeyen başlayan tango rüzgârları, ülkemize kadar ulaşır. 1920’lerin ortalarında Türkiye’de duyulmaya başlayan tangolar, naif sözleriyle masum aşkları anlatan ve Türk müziğinden esintiler taşıyan melodileri ile Türk Tango şarkıları, uzun yıllar toplumumuzda beğeniyle dinlenir. 


Tabii bu evrede Necip Celal’in 1928 yılında yazdığı ilk tangosu “Mazi”nin, 1932 yılında Seyyan Hanım tarafından plağa okunması ile başlayan sürecin etkisi de yadsınamaz. Türkiye’de duyulmaya başlayan ilk naif tangolar Avrupa etkisinde kalırken, Arjantin Tangoları ise bir gurup müzisyen ve amatör meraklılar tarafından izlenip yaşatılmaya çalışılır. 


1938 -1951 yılları arasında Türkiye’de konserler veren Eduardo Bianco Orkestrası, İstanbul Park Otel Orkestrası ve onun Arjantinli bandoneonisti Tapia Colman, bu sevginin temelinin oluşmasında önemli bir rol oynarlar. Bunların dışında, bandoneonist ve orkestra şefi değerli sanatçı Orhan Avşar’ın da Türkiye’de tango sevgisi üzerinde çok ciddi bir etkisi olduğunu bilinen bir gerçektir. Tango, bir dönem Türkiye’de öyle sevilmiştir ki, aslında geçmişte kalan ama unutulamayan bir sevgiliyi anlatıyor olmasına karşın La Cumparsita şarkısı düğünlerin vazgeçilmez açılış parçası olmuştur. 

zorbatv.dergi
1925’lerde Ankara ve İstanbul’da Fehmi Ege, Necip Celal, Halit Bedii Akçay, Necdet Koyutürk, Mahmure Hanım, Şecaattin Tanyerli ve Seyyan Hanım tangoları müzik dünyasında kendine iyi bir yer bulmuş, kendine özgü başarılı ve saygı gören bir Türk tangosu, Avrupa tangosu içinde kendine yer edinebilmiştir.


Tekrar Arjantin’e dönersek, İkinci Dünya Savaşı’na kadar zirvede olan tango, bu dönemden sonra, politik nedenlerle gerilemeye başlar. Özellikle de 1955 yılında Juan Domingo Peron’un askeri darbeyle devrilmesi ve ardından birbirini izleyen askeri darbeler neticesinde dans salonları kapatılmış, dans etmek yasaklanmıştır. Neyse ki 1983’de, Arjantin’de askeri cunta ortadan kalkmış ve böylece tango, Buenos Aires’e eski görkemiyle geri dönmüştür. 


Bugün ülkemizde tango, büyük kentlerimizin neredeyse hepsinde, Milonga adı verilen dans gecelerinde büyük bir tutku ve keyifle icra edilmektedir. Birbirinden güzel kıyafetler, çift renkli dans ayakkabıları, şıklık ve özen tangonun başlıca özellikleridir. 


Tangonun kendine özgü kuralları vardır. Bu dansta, her ne kadar dansı kurgulayan erkek de olsa, kadın varlığı ve zarafetiyle tangoyu tamamlayan taraftır. Tango gerek Arjantin’in çeşitli bölgelerinde gerekse dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı olarak biçimlenmiş ve ortaya az çok farklı stiller ortaya çıkmıştır. Tango’nun günümüzdeki belli başlı stilleri şu adlarla tanınır: Arjantin Tango, Tango Oriental (Uruguayo), Tango Milonguero (Tango Apilado), Tango Nuevo (New Tango), Tango Canyengue, Tango Liso, Tango Salon, Tango Orillero, Show Tango (Fantasia olarak da bilinir), Ballroom Tango.


1900 lerin başından başlayarak da ünlü besteci ve orkestralardan başlıcaları;  Julio De Caro, Juan D’Arienzo, Enrique Santos Discépolo, Pedro Laurenz, Sebastian Piana, Carlos Di Sarli, Osvaldo Pugliese, Lucio Demare, Alfredo Gobbi, Anibal Troilo, Argentino Galvan, Enrique Mario Franchini, Horacio Salgan, Domingo Federico, Hector Stamponi, Armando Pontier, Osmar Maderna, Mariano Mores, Eduardo Rovira, Roberto Pansera,  Leopaldo Federico,  Julian Plaza ve devrimci müziği ile Astor Piazzolla olmuştur.

*Yazar,Sanatçı
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.