Cumhuriyet: Kültür ve Sanat-I

Kültür

Cumhuriyet: Kültür ve Sanat-I

Prof. Hasan Pekmezci

.

Resim 1

Tarih çok yönlü, çok katmanlı tarihsel ve toplumsal birikimler hazinesi demektir. Geçmiş, gün ve gelecek dizgesiyle bilimsel, öyküsel ve duygusal kazanımların tümünü içerir; coğrafya, doğa, insan üçlüsünün serüveni demektir. Bireysel, ailesel ve toplumsal birikim aidiyet bilinci ile yoğrulur. Bu nedenle geçmişin tüm değerleri anlamını bilenler için bir hazinedir, tarihi doğru ve sağlıklı kavrayabilmek adına. Her alanda olduğu gibi buradaki yoksunluk ya da tek yanlı kısırlık tarihsel değerlendirmelerin özümlenmesini ve içselleştirilmesini engeller.  Bu anlayış tarihi saptırmak, çarpıtmak anlamına gelir. Toplumlar için en büyük tuzak ve yıkım oyunları birikim yoksunluğu yaratmak;  doğruları ve gerçekleri saptırmak, yozlaştırmak, masallara ve efsanelere, hurafelere indirgemektir. Tarihin her döneminde nereden gelirse gelsin; bütün emperyal güçlerin ilk saldırı hedeflerinin ırk, dil, tarih, kültür ve sanat alanları olması boşuna değildir. Bir ulusun, bir toplumun, ırkını, dilini, inancını, gelenek ve göreneklerini değiştiren her hareket emperyalist bir harekettir.

Atatürk bu bilinci çok yönlü okumasını bilen ve bunun toplumsal ivmedeki rolünü kavrayan nadir sezgi ve bilgi birikimine sahipliğini Türk Tarih Kurumunu, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni, Türk Dl Kurumu'nu, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü Cumhuriyetin öncelikleri olarak yaratmakla göstermiştir. O günlerin çok sınırlı koşulları içinde bunları kavrayabilmek ve bunların yeni yeni atılımların temelini oluşturacağını öngörebilmek bir deha örneğidir.

Kuşkusuz bunda savaşlar ve cepheler içinde yaşamak, sadece kitapları değil, tarihi okumak, araştırmak, dersler almak; döneminin aydın insanlarının birikiminden, öngörülerinden yararlanmak ve tarihi bu anlayışla sorgulamak gibi bir meziyet sahipliği söz konusudur. Bunda yaşamı tek kapılı, tek kitaplı görmek yerine, çoklu birikimlerden yararlanarak, sorgulama bilinci kazanmakla mümkün olacağına inanma kapasitesi etken. Tarihi de yaşamı da anlamak ya da anlayamamak bir kapasite sorunudur..

Şu yaşananları çok iyi biliyordu Mustafa Kemal ve bunların üzerine nelerin eklenmesinin de şart olduğunu.

Cumhuriyet öncesinde; örneğin 1915'te ''Enver Paşa’nın direktifiyle, Osmanlı entelektüellerine yönelik, genç edebiyatçı ve sanatçıların Çanakkale savunmasına ilişkin eserler üretmesi maksadıyla, 11 Temmuz 1915 tarihli 6608. Sayısıyla karar alınır. Ziya Gökalp’in de tesiriyle, 30 kadar şair, yazar, ressam ve bestekâra Çanakkale’de muharebe alanlarını gezmelerini, sonra duygu ve düşüncelerini anlatmaları istenir.''

Davet edilen sanat insanları: “Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi Orhon, Mehmed Emin Yurdakul, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Razi Bel, Nazmi Ziya Güran, Çallı İbrahim, Celâl Sâhir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Yekta Madran, Müfid Râtib, Ali Cânip Yöntem, İbrahim Alâettin Gövsa, Enis Behiç Koryürek, Hıfzı Tevfik Gönen Say, Hakkı Süha Gezgin, Muhiddin Bey, Selâhattin Bey…”

Burada bir tavır, gerçek bir yurtseverlik ve vefa örneği olarak çok dikkat çekicidir:  ''Yine o dönemde, Tevfik Fikret, çok hasta olmasına rağmen cepheye giderek, “Müthiş bir fırın, bir cehennem… Gençliğin en münevver, en güzide tabakasını alıp kürek kürek bu cehenneme attık” satırlarını yazıp cepheden döndükten 26 gün sonra hayatını kaybetmesi''(Çanakkale Savaşı ve Edebiyatçılar. Mehmet Ballı/Araştırmacı Yazar)

İkinci sanat girişimi 1917'de hayata geçirilmeye çalışılan Şişli Atölyeleriyle başlatılan Balkan Savaşları Resimleri'' hareketi ve bu eserlerle 1918'de Viyana'da açılan sergidir.

''Savaş yıllarında İstanbul da Şişli semtinde kurulan ve Harbiye’nin sponsoru olduğu  “Harbiye Nezareti Resim Atölyesi” o dönemin İstanbul'unda sanata gönül veren 1914 kuşağı veya Çallı Kuşağı adı verilen ressamların uğrak yerlerinden biri olmuştur.'' (Rasim Soylu.https://rasimsoylu.tr.gg/SiSLi-ATOLYESi.html)

Sanatçıların somut öğelerle çalışması için gerçek top ve tüfeklerin atölye mekânına getirilmesi bu harekete verilen önemin göstergesidir.  

Toplumsal olayların betimlenmesi ve anlatılması özellikle Kurtuluş Savaşları'nın ve Cumhuriyet dönemindeki Devrimlerle toplumsal dönüşümlerin yoğun yaşanmışlığının sanatçılarca ifadesi, Cumhuriyet kurucularının da önemli beklentisi olmuştur. 14 Ekim 1923’te ilk kez İstanbul’dan gelen ressamlarca 1.Ankara sergisinin başlaması bir milattır, Hem Anadolu hem de Türk sanatında.

Bu serginin ve İstanbul sanatçılarının Ankara’ya gelmelerinin yarattığı atmosferle Mustafa Kemal’in isteğiyle 1924 yılında, daha Cumhuriyet bir yaşındayken ve ülke onca yokluk içindeyken İktidarın değil, Akademi hocalarının seçtiği 10 genç sanat eğitimi için yurt dışına gönderilir. Bu gönderilenler, Türk Sanatının ünlü sanatçıları ve sanat insanları olmakla kalmaz;  Akademinin ve Gazi Eğitim’in Anadolu’ya yayılan pek çok ressam ve eğitimciyi yetiştiren usta hocaları olurlar.

Yine Mustafa Kemal’in isteğiyle; 1928’de Öğretmen Okulu mezunları içinden Akademi tarafından seçilen beş kişi yurt dışına sanat eğitimine gönderilir. Amaç çok ilginçtir; kurucu kadroları hazırlamak.Okul-bina-mekân hazır olduğu halde gönderilen bu öğretmenler yeni şeyler öğrenecekler ve gelip Gazi Eğitim Enstitüsü bünyesinde 1932 yılında Resim-İş Bölümünü kuracaklar, eğitim öğretimi başlatacaklar. Bu plan aynen uygulanır ve Mimar Kemalettin Beyin ta 1926’da yaptığı muhteşem Gazi Eğitim binası içinde bu bölüm eğitime başlar. Bu aynı zamanda tüm Anadolu’da sanat eğitimi veren ilk kurumdur. Başka bir söyleyişle İstanbul’da kurulan Sanayi-i Nefise/Akademiden tam 50 yıl sonra Anadolu’da ilk sanat odağıdır. Zaman içinde kurulan bütün Eğitim Enstitülerinin Resim-İş Bölümlerinin kurulmasını sağlayan bir kaynak haline gelir, Gazi Eğitim. (Bir rastlantı olarak tam eli yıl sonra 1982 YÖK Yasası ile üniversitelere bağlanan Güzel Sanatlar ve Eğitim Fakültelerinin kurucuları ve eğitici kadroları da Gazi Eğitimlidir.)

Türk Ocaklarının; ardından 1932'de kurulan Halk Evleri-Halk Odaları sanat kollarının çalışmaları Mustafa Kemal’in sanata verdiği değerin toplum katlarına ulaşması ve ulusal beklentilerinin gerçekleşmesi için çabalar sayılır.

Sınırlı da olsa elde edilen ivme 1933-36 İnkılap Resimleri Hareketini yaratmıştır. Bu çalışmalar daha sonraki aşamalar için yol gösterici olmuş, 1937'de hem de Avrupa'daki emsalleri gibi sarayda bir müze olan ilk Resim Heykel Müzemizin kurulmasını, Günümüze kadar devam eden Devlet Resim Heykel Sergileri geleneğinin başlatılmasını sağlamıştır.

Elde edilen aşamaların devamı olan ve 1938-1943-44 yılları arasında gerçekleştirilen ''Sanatçısının Anadolu'yu, Anadolu'nun sanatçısını tanıması'' ilkesi ile yapılan ve ''Ressamların Yurt Gezileri, Memleket Resimleri, Yurdu Gezen Ressamlar'' gibi adlarla anılan sanat hareketi Cumhuriyet'in Anadolu aydınlanmasının önemli başarılarından biridir.

Burada bana göre çok önemli bir öncelik duygusu görülür.  İkinci Dünya Savaşı'nın kapıda olduğu bir kaotik dönemde ve Avrupa'yı yakıp yıkan savaş ortamında salt sanat için altı yıl Anadolu'nun her bölgesine sanatçı göndermek.  1928 yılında Avrupa’ya gönderilen ve gelince Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurucu kadrosunda yer alan beş kişiden biri olan Malik Aksel Beyin anlatımı ile ‘’Zeyrek’ten başka yokuş, sinekten başka kuş bilmeyen’ İstanbullu için Anadolu sanat kapıları ardına kadar açılır. Gebze’den ileri gitmeyen, İstanbul’dan başka yer görmeyen ve senede bir Galatasaray’da sergiler açan bu ressamlar yollara düşerler. 1-30 Eylül 1938 tarihleri arasında Birinci Yurt Gezisine katılan on ressam, toplam 115 resimle dönmüş, bu resimlerden 96’sı 1939 Mart’ında Ankara Halkevi’nde sergilenince büyük heyecan yaratmıştır.https://www.hurriyet.com.tr/malik-aksel-in-resimleri-19128029 ‘.

Hitler ordularının Edirne sınırlarına geldiği bir yokluklar döneminde salt İstanbul yaşamına odaklı olan ve İstanbul dışında kentleri, Anadoluyu görmeyen, bilmeyen; Boğazda Kayıklar, Bebek Sırtlarından Hisar, Vazoda Manolyalar resimlerinden başka kaygısı olmayan bazı sanat insanlarını Kars'ta, Van'da, Adana'da, Konya'da, Edirne'de, Rize'de, Ordu'da kısacası tüm Anadolu illerinde sanat adına-kültür paylaşımı adına misafir edebilmek. Tamamen  özveriye dayalı ve cesur hareket bugün bile ne sonuç vereceği belli olmayan bir macera gibidir.  Eşref Üren ''Bizi Pazar günü ressamlığından kurtarmıştır'' der, bu dinamik hareket için.(Elçin Poyraz.Altüst.2011)

Bu hareket aralıksız altı yıl devam eder. Ressamlar binlerce desen, eskiz çalışırlar. Devlete 675 eser teslim ederler. Tümü de Türkiye’nin görsel belleği sayılan eserler. Ressamların çalışmaları sadece bu yıllarla sınırlı kalmaz; Anadolu’dan aldıkları birikimi yıllarca eserleriyle yaşatırlar. Bu eserler evlere, koleksiyonlara girer. Anadolu yaşamı görsel birer hazine haline gelir. Bugün pek çok kurumun binlerce eserlik sanat koleksiyonu varsa bunun temeli işte bu sanat hareketleridir.

Cumhuriyet'in yarattığı sanat hareketleri sadece anılan yıllar içinde sıkışıp kalmamış, yaratılan ivme ile sanatçıların aynı kapsamda uzun yıllar eser vermesine, bir Anadolu resim ekolü yaratılmasına;  sergiler düzenlemesine kaynak oluşturmuştur. Örneğin, TBMM Resimlerinin ve 1954 yılında Yapı Kredi Bankası'nın düzenlediği ve 200x300cm boyutlarında büyük kompozisyonlar halinde resimlerden oluşan; Türkiye’de düzenlenen en büyük sanat yarışması sayılan ''İstihsal ve Üretim'' konulu resim yarışmasının dayanağının ''Memleket Resimleri Hareketi'' olduğuna inanıyorum.

Ne zaman bu Anadolu serüvenini anlatan bir yazı okusam ya da bir tablo görsem İstanbul kültürlü, İstanbul yaşamına alışmış bu sanat insanlarının Anadolu kentlerinde o yokluklar içindeki sanat serüvenlerini ve bunu düşünen hayata geçiren başta Atatürk olmak üzere tüm Cumhuriyet aydınlarını saygı ile anarım.

Kayıp resimler başlıklarıyla Doğan Hızlan'dan Halil Dostal'a pek çok yazarın üzerinde durduğu, kimilerince tartışma ve polemik konuları olarak ele alındığı bütün yazıların; bu alanda yazılan tezlerin, araştırmaların kesinlikle kitap olarak yayınlanması taraftarıyım. Bunlardan biri de

CUMHURİYET DÖNEMİ RESSAMLARININ(1923-1950) ANADOLU KÜLTÜRÜNÜ TANIMAYA

YÖNELİK ÇALIŞMALARI VE TÜRK RESMİNE ETKİSİ başlıklı tez çalışması ve bu başlık içinde genişçe yer alan Memleket Resimleri Hareketidır.

Sık sık başvurduğum ve resimlere baktıkça Anadolu'nun görsel belleğini bir öykü gibi okuduğum bu kapsamlı ve başarılı çalışmanın yayınlanması için kaç kez dilekte bulunmuşumdur, Sayın Handan Canan Savacı’dan. Böylesi çalışmalar tez belgeliklerinde tutsak olmamalı inancındayım.

Unutmamak ve bellek zafiyeti yaşamamak adına bu alanlarda ne yapılsa azdır; yazıların, tezlerin tümünün yayınlanarak ulaşılabilirliğinin sağlanmasının zamanı ve yeridir. Ayrıca Anadolu'nun görsel belleği sayılan bu eserleri meydana getiren sanatçılarımıza vefanın ve saygının da gereğidir.

Ocak. 2024

 

Kaynakça

Bu konuda geniş araştırmaları olan Beşir Ayvazoğlu'nun Çanakkale Savaşları ile ilgili yazıları

Beşir Ayvazoğlu. Çanakkale'ye Gittiler, Yazdılar, Resmettiler. bianet.org

Beşir Ayvazoğlu, Edebiyatın Çanakkale'yle İmtihanı. Kapı Yayınları

Elçin Poyraz.Altüst.2011.

http://www.altust.org/2011/12/bir-%E2%80%9Ccagdaslastirma%E2%80%9D-misyonu-ressamlarin-yurt-gezileri-1938-1943/

Mehmet Ballı Araştırmacı Yazar

http://www.edebiyathaberleri.com/kose-yazisi/405/canakkale-savasi-ve-edebiyatcilar.html

Rasim Soyluhttps://rasimsoylu.tr.gg/SiSLi-ATOLYESi.htm

 

 

 

Yorum

Mustafa Karaaslan (doğrulanmamış) Sa, 16 Ocak 2024 - 22:20

Tarih tanımı: Kemal Tahir'i anımsattı. Bilgi Basımevinde Devlet Ana'yı diziyorum. Cümlelerin her biri bir özdeyiş. Cümlesini al, bir öykü, roman, şiir konusu yap. Dizgiye başlamadan önce kendim okuyorum. Birde dizerken. Bu cümleyi nerden duymuş, okumuş. Merak ediyordum. Bir gün matbaaya geldi. Merakımı sordum. "Devlet Ana'yı 17 kez yeni baştan yazdım. Her baskıda tırmalayan yerlerini düzelttim" dedi.
Tarih tanımı çok yönlü bir tanım olmuş. Her bir cümleniz başka bir açıdan tarihe bakmış. Çok güzel de olmuş. Akademik bir tanım. Altını çize çize okudum.
Atatürk'ün, sanat ve sanatçıya bakışı. Cumhuriyetin sanat tarihini, bugünlere hangi aşamalardan geçerek geldiğininim güzel bir özeti olmuş. Bilgine, yüreğine sağlık.

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Ct, 20 Ocak 2024 - 23:07

İçinde halkın olmadığı bir tarih tanımı ve okuması her zaman yavan, anlamı eksik, tutunduğu yerler kaygan, kayıtları da saray veya resmi tarih kayıtlarıdır. Sonu dır'la biten kesin kanı belirten bir cümle kurdum, neden?

Daha derinlere gidebiliriz ama tarih okuma ve yazımını etkileyen bize yakın Fransız Devrimi ve Napoleon' a gidelim: "Biz ifade etmemiş olsakta tarih boyu egemen olan ASLINDA her zaman halktır/halkmış" der. Şahsen bu farkı okuduktan sonra kendi tarihimizi Selçuklular'dan başlayarak yeniden gözden geçirip kendi cürmüm kadar kayıt altına aldım (2017) "Tuna' dan Tuna' ya Attila" araştırmasına (Avusturya Devlet Üniversitesi) "Babai Teşkilatları" başlıklı 874 sayfalık bir katkı sundum. İlgilileri kolay bir internet araştırması ile ulaşabilirler. Burada önemli olan ilkel devletçi tarih yaklaşımının halk ve halk yığınlarının hareketlerini gözardı etmesi ve kendilerince kurdukları sofralarındaki şarapçı sarhoş muhabbetleridir.

Sanat ve kültürü de yukarıdaki can alıcı tespitin dışında ne savunabilir nede yaratabilirsiniz. Yaparız derseniz; körler sağırlar birbirini ağırlar veya bozacının şahidi şıracı derim...

Bizdeki Akademiye özel gıcığım olduğu doğru ve kendimi her zaman haklı hissediyorum.

İnsaf ve halkçı bir ruh ile selamlıyorum.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.