Sanat, İdeoloji ve Propaganda
Kemal Aslan
Sanat, insanın yaşadığı çıkmazlara karşı mümkün bir dünya arayışının estetik düzeyde dile getirilmesidir. Estetik, güzelliğin içindeki çirkinliği; çirkinliğin içindeki güzelliği ortaya koyarak insani acıları dindirmeye yönelik entelektüel bir çabadır. Bu çabalar, insani durumları ve yaşanan duyguları (öfke, sevinç, keder, neşe, vb.) duyumsatarak insanın yaşamadığı ya da yaşayamayacağı durumlara tanıklık etmesini sağlar. Sınırlı bir yaşam süresinde insanın pratikleri de olanakları, yetenekleri ölçüsünde sınırlıdır. Kimse reel dünyada Faust’un imkânlarına sahip değildir. Estetik bu sınırlı dünyada sınırlarının farkına çoğu kez var(a)mayan insanın yüzleşmesini sağlamaktadır. Yüzyıllardır etkisini sürdüren eserler bunu başardıkları için kalıcılıklarını sürdürmektedirler. Belirli bir zamana sıkışıp kalmış güncel eserler ise böyle bir olanaktan ontolojik olarak mahrumdurlar. Çünkü konjonktürel ihtiyaçları karşılamaktan öte gidemediklerinden kalıcı olamazlar.
Propaganda amaçlı sanat eserleri tam da bu ihtiyacı karşılarlar. Yani belirli bir zaman diliminde farklı toplumsal kesimlerin duygu ve düşüncelerine tercüman olurlar. Toplumsal kesimler kendi, taleplerini, çıkarlarını, özlemlerini, arzularını dile getirirken ister istemez ideolojik bir yaklaşım ortaya koyarlar. Kendi konumlarından, sınıfsal duruş ve tercihlerini dile getirirler. Tarih boyunca yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğu her toplumda çıkarları birbirine zıt en az iki farklı ideoloji olmuştur. Marx’ın “tarih sınıf mücadelesinin tarihidir.” çıkarımı da bu gerçekliğin ifadesidir.
Toplumda farklı kesimler çıkarlarının uyuşmadığı durumlarda yaşanan sorunlar karşısında farklı tepkiler ortaya koymaktadır. Bu tepkiler zorunlu olarak farklı bakış açılarını, düşüncelerini içerdiğinden ideolojiktir. Üstelik ideolojik olan kendini iktidara yönelik olumlu ya da olumsuz konumlandırma aracılığıyla ortaya koyar. Hiçbir politik eylem yoktur ki içinde ideoloji içermesin. Tersine hiçbir ideolojik yaklaşım yoktur ki politik sonuçlar öngörmesin. 1980’lerden sonra neo-liberalizm piyasa dolayımıyla hegemonya kurabilmesi için kendi ideolojik alanını meşrulaştırırken kendinin karşıtlarını ideolojik diyerek olumsuzlaştırdı.
Sanat, toplumda yaşanan sorunlara, bireyin acılarına sessiz, duyarsız kalamaz. Sanatçılar insani durumlara eserlerinde yer verebilmek için yeni form arayışlarını sürdürürler. Gerçekliğin ifade edilmesinde yeni arayışlara yönelirler. Sanatçı için yaşanılan durumun daha iyi nasıl anlatılacağı hangi formda izler kitleye sunulacağı önemli bir sorundur. Her sanatçı kendi beceri ve yetenekleri çerçevesinde bu arayışlarına somutluk kazandırır.
Sanatçı, kitleleri etkilemek, yaşanan sorunlara doğrudan dahil olmak için güncele müdahalede bulunabilir. Bu müdahale ister istemez kendisini iktidara karşı taraf haline getirebilir. Burada sanatın yararcı-işlevci yanı öne çıkmış olur. Yani güncel konular içinde siyaseten taraf olunur ve bu açık biçimde eserde de ortaya konulur. Bu sanatın var olan formlar içinde yani daha önce bilinen şablonlarla, sığ biçimde estetik hazdan uzak güncele yönelik olarak gerçekleştirilmesidir. Bu yaklaşım, tarihsel perspektif yerine güncelin ihtiyaçlarına yanıt verme olarak değerlendirilebilir. Örneğin 1 Mayıs 1974’de Sarper Özsan tarafından yazılan 1 Mayıs Marşı böyledir. Dönemin işçi sınıfının ihtiyaç ve taleplerine karşılık gelmiştir. İşçilerin 1 Mayıs’ı kutlayacağı her dönem söylenecek nitelikte bir marştır.
Dönemin ihtiyaçları, taleplerine göre, marş, şarkı, türkü, film, öykü, roman, şiir, resim vb. sanatsal ürenler yapılmıştır, yapılacaktır da. Örneğin İnci Aral’ın Kahramanmaraş katliamını öyküleştirdiği Kıran Resimleri kitabı da o dönemde yaşananları estetik düzeyde ortaya koymaktadır. Aysel Özakın’ın 1 Mayıs 1977’de 34 kişinin öldüğü olayları da anlattığı Alnında Mavi Kuşlar romanı olaylardan kısa süre sonra yazılmış ve o dönemdeki güncel duruma yönelik sanatsal duyarlılığı içermektedir. Her günceli ele alan sanatsal yapıtlar doğrudan propaganda içermeyebilir. Aral ve ÖZakın’ın eserleri bu kapsama girmektedir.
Sanat, iktidar ve muhalifleri tarafından propaganda amaçlı kullanılmaktadır. Son 10 yılda Osmanlı, Selçuklu dönemine ait dizilerin çoğalması geçmişin yüceltilmesi üzerinden muhafazakâr-geleneksel ideoloji çerçevesinde propaganda yapılmasıdır. Nazım Hikmet’in şiirinde “ akın var// güneşe akın!//güneşi zapt edeceğiz// güneşin zaptı yakın!” dizelerinde sosyalizme olan inancını dile getirmektedir. Yine Nazım Hikmet’in Son Şiirler kitabında yer alan Havana Röportajı adlı şiirinde Fidel Castro’ya yer verirken Che Guevara’dan hiç söz etmemesi de dönemin Sovyetler Birliği’nin ideolojik yaklaşımının etkisiyledir. Ancak Nazım’ın Stalin’in ölümünden sonra 1954 yılında yazdığı İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? adlı tiyatro eseri de liderlik kültü çerçevesinde sosyalizmi tartışmaktadır.
Yazdığı oyunlar ve şiirleriyle 1960’lardan bu yana etkili olan Ataol Behramoğlu’nun 2012 yılında yaşananlara yönelik bir tepki olarak yazdığı Ne Çok Hain adlı şiiri de slogancı bir şiire örnek olarak gösterilebilir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Toplumda politik ve ideolojik mücadele sürdürülürken bazı sanatçılar da eserleriyle dönemin ruhu çerçevesinde eserler ortaya koymaktadır. Bu eserler, seslendiği kitlenin arzu, istek özlem ve taleplerine karşılık geldiği için etkileri yayınlandıkları dönemle sınırlı kalmaktadır. Burada önemli olan bu eserlerin hangi toplumsal kesimlerin çıkarlarını dile getirdiği ve hangi toplumsal kesimlere karşı olduğudur. İdeolojik mücadelenin sürdüğü sınıflı toplumlarda sanat ürünleri aracılığıyla egemen sınıfların her alanda gizli ya da açık biçimde yaptığı ideolojik mücadele ve propagandaya karşı duruş sergilenecektir. Bu eserleri oluşturanlar da konjonktürel bir ihtiyacı karşıladıklarının bilincindedir. Bu tür eserler saman alevi gibidir. Ama olacaktır da.
Yeni yorum ekle