Hayatta ve Müzikte Ritüeller.
Ayberk Durgut
İlginçtir ki klasik müzik dünyasında ritüellere inanan ve bu ritüelleri uygulayan besteci sayısı bir hayli fazladır. Günümüzde de müzisyenlerle konuşma fırsatı elde ettiğimizde eğer şanslıysak karşımızdaki müzisyen bize kendisini ve belli olaylara özgü yaptığı spesifik ritüellerinden bahseder. Ritüeller bir bakıma hassas olması bakımından özeldir ve kişiye özgüdür, bu sebeple her bestecinin, icracının ya da dinleyicinin ritüellerini sadıkane bir başkasına aktarması pek de olası değildir.
Ritüeller bestecilerin, sanatçıların, dinleyicilerin hayatlarından hayatlarına farklılık göstermektedir. Her nasıl bir parmak izi kişiye özgüyse o ritüeller de o kişiyi özgün kılar. Klasik Müzik başlığı insanın en önemli ihtiyaçlarından birisi olan ‘müzik’ konusuna değindiğinden etki ettiği alan çok daha fazla ve etki ettiği insanlar çok daha evrenseldir.
Giriş paragrafında çokça kullandığım ritüel kelimesiyle ilgili örnekler vermeden önce bu kelimenin terim olarak ne anlama geldiğini iyice bilmeliyiz. Sizin düşünceniz nedir? Sizce ‘’Ritüel Nedir?’’ Belki belirli olaylar karşısında aynı işleri yapma alışkanlığıdır ritütel. Ya da daha basit bir şeydir, bilemiyorum. Terim anlamına baktığımızda karşımıza şöyle bir tanım çıkıyor: Ritüel din, tapınma, dua etme vs. Ana fikir ilk kelimelerden bile belli olabilir. Ritüeller özeldir ve kişiye özel olarak sorulmalıdır görüşümce.
Konumuz klasik müzik olduğundan klasik müzik üzerinden bir örnek vermek istiyorum. Norveçli bir besteci vardır: Edvard Grieg. Kendisinin mektuplarından, yakınlarının Edvard hakkındaki görüşlerinden anladığımız kadarıyla Grieg her konserinden önce cebine şans getirmesi adına bir yapay kurbağa koyarmış. Bu durum başta bakıldığında çok normal gözükmese de aslında her insan için farklı yorumlanabilecek türdendir. Ritüeller özellikle müzik gibi oldukça yoruma açık bir konuda karşımıza çıkınca ritüellerin anlamları daha da derinleşiyor kanımca. Bir örnek daha vermek isterim bu da Polonyalı büyük besteci Frederic Chopin’den gelsin.
Frederic Chopin hayatı boyunca 32-33 konser ya verdi ya vermedi. Bu konser sayısı öylesine az ki Chopin gibi bir besteci için, bu konser sayısını Franz Liszt 1 ayda tutturuyordu. Elbette Chopin’in istediği bu değildi ve önemli olan durumun sayılardan ibaret olmadığını biliyordu. Chopin daha derin bir şey arıyordu bu sebeple hiçbir zaman kendisini bu konuda hazır hissetmedi.
Bildiğimiz şeylerden birisi de şudur ki Chopin her konserinden 3-4 gün öncesinde izin ister ve tamamen odasına çekilirdi. Bu süre zarfında ise konserde çalacağı parçalar yerine Johann Sebastian Bach’ın eserlerini çalardı. Bu eserler arasında kesinlikle klavsen için yazılmış 48 prelüd ve füg kitaplarından seçkiler bulunurdu. Bu da aslında Chopin’in kendi içinde ufak bir ritüelidir. Grieg’in ritüelinden farklıdır fakat bu da bir ritüeldir. Ritüelin terim anlamıyla aslında pek de örtüşmeyen iki örnek verdim. İkisi de dini bir figür değildi ritüel içinde yer alan eşyalardan herhangi birisi de bu türlü bir durumu, kişiyi, tarikatı temsil etmiyordu. Bu tür ritüeller işte tam da bu sebepten yoruma oldukça açıktır. Bu durumların ritüel olmadığını savunanlar da çıkabilir. Bu elbette çok normaldir her ne kadar ben öyle düşünmesem de.
O halde şu kanıya varabiliriz ki ritüeller insanların bilerek ya da bilmeden yaptıkları, onları o an için rahatlatan ufak törenlerdir. Grieg o kurbağayı paketine koymasaydı belki de o konserde başarılı olamazdı, o konserde başarılı olamasaydı belki de o konser sonrası aklındaki ilhamlar olmayacaktı ve bu sebeple spesifik bir eseri besteleyemeyecekti. Bakıldığı zaman önemsiz gibi görünen bu rahatlatma, huy olmuş etkinlikler ya da kısaca ritüeller insanın hayatı için önemlidir.
Bana sorulacak olursa sanatçılar için ekstra önemlidir. Günün yağmurlu ya da güneşli olması bile sanatçının sanatını kritik şekilde etkilerken spesifik durumlar karşısında huy olarak yapılan o küçük ritüeller nasıl da etkilemesin o sanatçının sanatını? Ritüellerin hayatımızda kapladığı yere bir örnek daha verebilirim. İyi bir sınav geçirmek istiyorsak ya da başımız derde girdiğinde o durumdan kurtulmak istiyorsak bir şekilde umutlanırız. Belki bu umudumuzu Tanrı figürüne aktarırız.
Aslında bunların her biri ekstradan birer ritüelciklerdir. Herhangi bir sınava giderken dini olarak kutsanmış eşyalarla o sınavı çözmenin bilimsel olarak normal bir şekilde o sınava girmekle en ufak bir farkı yoktur. Yine de bu ritüel beynimize o kadar çok işlemiştir ki sınavın iyi geçmesini de buna bağladığımı olur, kötü geçmesini de. Ritüeller aslında sanıldığından çok daha önemlidir ve sanıldığından kesinlikle daha çok sayıdadırlar hayatımızda.
Kentlerden uzak yerlerde yaşayan insanlar için bu inanışlar daha da büyük bir tutmakta o insanın hayatında. Belirli sayıları arka arkaya söyleyerek bir yerden para akışını sağlamaya çalışanlardan tutalım birkaç anlamını bilmediğimiz sözcükleri arka arkaya söyleyerek ilahi bir güçten koruma, bereket bekleyen insanların sayılarına kadar bu ritüellerin sayısı sandığımızdan da daha fazla.
Aslında bizim ismini verdiğimiz dua, tapınma, ayin gibi isimler bu ritüel başlığı altından çıkmadır bana sorulacak olursa. İnsanın bu tür eylemleri ile huzur bulması, umut bulması ve bu inançlardan yaşama gücü bulması gariptir. Sanatçıların da bu türlü inançları sanatlarına yansıttığını görmek zor değil verilen örneklere de bakarak. Bu tür ritüellerin bir ihtiyaç olduğu savını da ortaya atabiliriz fakat bunun tartışması daha farklı yollarla ve farklı yerlerde yapılabilir.
Örneğini verdiğim bestecilerle yeniden konuşma şansımız olsaydı diye düşünüyorum hep. Bu hikayeleri birinci ağızdan dinlemek ve anlık olarak olayları görüntülemek muazzam olurdu.
Hikayeler demişken aklıma bir ritüel örneği daha geldi. Johannes Brahms ve Clara Schumann, Robert Schumann’ın ölümünün ardından beraber gündelik işleri yapmaya başlamışlardı hatta Johannes Brahms sırf Clara’ya biraz daha yakın olabilmek için evini taşımıştı. Bir süre sonra ise akşama doğru sürekli yürüyüşe çıkıyorlardı. Bu durum uzun süre devam etti ve bu yürüyüşler sırasında onlarca fikir paylaşıldı, onlarca yazıya dökülmeyi bekleyen müzikal pasajlar aralarında paylaşıldı ve her şeyden önemlisi bir dostluk ve hattta bir romantizmlik paylaşıldı. Bu yürüyüşlerin olduğu sırada Brahms Intermezzo’lar besteledi. Clara Schumann da bu eserlerin derinliğinin birlikte geçirdikleri zamanla orantılı olduğunu fark edecek olmalı ki Brahms’ın bu eserlerini ‘’Ölüm Ninnileri’’ adında tanımlıyordu Clara Schumann. Hayatı boyunca Johannes Brahms’ın müziğine aşık olan birisi için bu tür akşam yürüyüşleri ve sürekli yeni eserin bestelenmesi düşünüyorum da mükemmel bir olay olmalıdır Clara için. Clara Schumann da mektuplarında belirttiği üzere bu yürüyüşler hayatının en verimli zaman dilimlerinden birisini oluşturuyordu. İşte bu da Johannes Brahms ve Clara Schumann’ın ufak ritüelleriydi. Bugün yazılan eserlere bakılırsa ve ayrıca Johannes Brahms ve Clara Schumann arasındaki sevgiye, iyi ki olmuş bu ritüeller diyebiliyorum.
Bahsettiğim üzere, bu tür ritüeller, alışkanlıklar günlük hayatta sıklıkla başvurduğumuz şeylerdir. Sanattaki yansımaları daha gariptir fakat daha direkttir. Direkt duyguların hakim olduğu bir bedenden yine duyguların barındığı bir konu konuşmak insanı da zorlamakta. Yaptığımız o kadar çok ufak ritüel var ki aslında… Hangi birini düşüneceğini insan cidden şaşırıyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce de farkında olmadan yaptığımız tüm bu ritüeller hayat için kritik yer kaplıyor mu?
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle, sevgiyle kalınız…
Yeni yorum ekle