Egemenler-Sömürenler-Ezilenler Aşağılık Kompleksi

Akademik

İnsanoğlu ilkel duygularını, güdüsel tepilerini yenebildiği, bastırılmış tortularını, örtük önyargılarını eğitebildiği, kendi ile barışık*hayatla barışık olabildiği oranda insandır. İlkel duygularını kontrol edemeyenin diğer hayvan türlerinden de bir farkı kalmaz. Bu fark türleme yönünden ama diğer hayvanlardan daha tehlikeli bir farkı daha var insanoğlunun: Aklını kullanarak her türlü hayvanî duygularını, hinliklerini, kurnazlıklarını çeşitli tuzaklar, çeşitli manipülasyonlar  yaratarak kişisel, kümedeş ya da ulusal tatmini için harekete geçirebilmek. Başkalarının yaşam alanlarını, emeklerini, duygusal, düşünsel hassasiyetini, inanç dünyasını, etnik kökenini kendi amaçları doğrultusunda kullanmak ve sömürmek.

Bunu daha somut örneklerle sunalım: Dünyanın adını bildiğiniz, bilmediğiniz, duyduğunuz, duymadığınız en tehlikeli katilleri, tiranları, uyuşturucu baronları, en gaddar diktatörleri, kralları, politik figürleri bu grupta değerlendirilebilir. İlk bakışta hepsi insan sıfatı taşırlar ama gerçekte insan kılıfı*sureti içinde canavar ruhlu yaratıklardır. Zekâ seviyeleri vasattan yukarı ama hepsi içten içe, öncelikle kendileriyle kavgalı. Kötüye kullanılan zekâ, zekâ değil hinliktir. Gece yatağa yattıklarında, uykularında bile kendi iç eksikliklerinin, travmalarının ıstırabını çeken; engellenemez hale gelen duygularını, yetki, görev ve iktidar alanlarına taşımaktan; başkalarına uygulamaktan, acı çektirmekten bir dakika bile geç kalmamanın yollarını arayan, sabah ilk işleri olarak ‘’her türlü namussuzluğu nasıl işlerim’’ hesabıyla başlayan yaratıklar insan sayılabilir mi?

Bunların tümünün altında ezikliklerinin, çeşitli tatminsizliklerinin, güdüklüklerinin ve kendilerini kanıtlama, ispatlama güdülerinin baskın etkilerinin yarattığı psiko-patolojik hastalıklar yatar. Bu arızalılık aşağılık kompleksinden başka bir şey değildir ve hem bireysel hem de toplumsal olarak her zaman insanlık dışı tavırlar geliştirir.

Bireysel tatminsizlikler giderek öne çıkma oyunlarında, sözde aktiflikle kendini kanıtlamada, lider olma tutkusuyla kendini gösterir. Liderliğini kahramanlık, yaptığı beş paralık işleri emsalsizlik olarak göstermede ustadırlar. Çeşitli ayak oyunlarını, dalavereleri de çok iyi bildiklerinden amaçlarına daha kolay ulaşmada hızla yol alırlar.  Bunların etrafında yalaka, asalak; kendilerinin kolonlanmış taklitçileri, benzer üçkâğıtçılıklardan yararlanma eğiliminde olan,  emre amade vurucu, kırıcı, tetikçi, bir kadro oluşur. Aslında bunlar lider konumundakinin ego kabarmalarının uygulama alanları, maşaları, piyonlarıdır.  Goebels’i düşünün. Dev deniz hayvanlarının üzerinde gezinen asalaklar gibi onun pisliklerini temizleme görevleri vardır.

Bu bağlamda örneklerden biri olarak toplama kamplarını cevher insanlarla dolduran bir Hitler'i düşünün. Akademiye girmek istemiş, kabul edilmemiş bir Hitler'in bu kompleksinin sonucu 1933-45 arası sanat, (Aslında 1990'lara, iki Almanya'nın birleşmesine kadar devam etti bu travma)  kültür-bilim insanlarının çektiklerini;  canlarını kurtarmak için dünyanın her yerine kaçan bilim ve sanat adamlarını, Almanya'da yaşanan ve çağın sanat vandallığı olan ''Yoz Sanat'' hareketini düşünün.

Almanya'yı ne hallere düşürdüğünü de. Her zaman tekrarlanır ama akıllar unutmamak değil, silip atmak için kullanıldığından bir kez daha yinelemekte yarar vardır. Müttefik orduları Berlin'e girinceye, kenti işgal edinceye kadar Alman halkı bütün cephelerde savaşı kazandıklarını sanıyordu. Çünkü Goebels denen müthiş bir konuşma ve kamuflaj ustası bütün basını*medyayı dilediğince türlü yalanlarla yönlendiriyor, her organ zafer şarkıları söylüyordu.

Bunlardan geri kalmayan bir Kaddafi'yi, bir Saddam'ı, bir Çavuşesku'yu  düşünün.(Lütfen bunların ve özellikle Hitler'in ve Çavuşesku'nun diktatörlüğe  tırmanma serüvenlerini  okuyun)

Günümüze gelmek istemiyorum; herkesin yakından bildiği beş kıtadan örnekleri, Nijer, Gabon, Meritanya, Forsaniya, Hartarya, Hurtanya! gibi ülkelerin karabasanı olan erk sahiplerini düşünün; yazacak, çizecek ne tipler, ne örnekler, ne ruh hastaları var aslında, ''Ben dünya jandarmasıyım'' diyen ve onun peşinden giden sömürgenlikdönemlerinin artığı manyaklara kadar.

ABD bunun en tipik örneğidir.

Bilindiği gibi 1776'da kurulmuş yeni mi yeni bir devlettir ABD. Ankara yakınlarındaki köyler bile bu tarihten daha eski geçmişe sahip. Bu nedenle ABD'nin köklü bir tarih, köklü bir kültür ve sanat geleneğinden söz edilemez.

Ülkesinde 1700'lerdeki devletleşme savaşları içinde başta Kızılderililer olmak üzere yok ettikleri soykırım örnekleriyle başlayan bir tarih. Bundan sonraki yüzyılda ülkesini savaş dışında tutarak bütün savaşları başka anakaralarda, salt kendi komplekslerini tatmin ve sömürgenlik hastalığıyla yaşatan, hiç değişmeyen bir devlet anlayışı. I. ve II. Dünya Savaşları'nın çok yönlü yıkımını yaşamayan, dünyanın her yerinde yarattığı savaşlarla savaş ve silah ticaretini de geliştiren bir politika sahibi. Hem tecavüzcü, hem de kurtarıcı rolünün kahramanı.

Üstelik soyup soğana çevirdiği ülkelerin maddi değerlerini tepe tepe kullanan; bu nedenle ekonomik ve endüstriyel gelişmesini tamamlayan;çeşitli savaşlar nedeniyle zayıflayan Avrupa karşısında zenginleşen. Çok sayıda aristokrat sınıfına ev sahipliğiyle de kültür ve sanata ilgi duyan bir entelektüel sınıf yaratan; totaliter ya da yoksul ülkelerin kültür-sanat ürünlerini çalıp çırpmada, ülkesine taşımada usta. Bunların yanında sanat-kültür, edebiyat, bilim ve teknoloji alanı insanlarını, yaratıcı beyinleri cazip olanaklarla toplayan kozmopolit ülkedir Amerika.

 

Kompleks kavramı salt bireysel bir sorun değildir. Gerek bireysel,   gerek devlet örgütlenmesi ve devlet politikaları, politikacıları olsun; bazı alanlarda yokluk ve yoksunluk kompleksini gizli-açık yaşamaması mümkün değildir. Bu eksikliği ve açığı kapatabilmek için de çeşitli telafi mekanizmaları geliştirir. Hangi alanda ne yapması gerektiği konusunda çeşitli sistemler kurar, bunların hareket alanlarını genişletir, fırsatlar ve olanaklar sağlar. Bugün Netanyahu denen İsrail yöneticisi gibi.

 

Batının beğenelim-beğenmeyelim yüzyıllara dayanan bir kültür ve sanat geleneği var. Her şeyden önce büyük bir Rönesans yaşamış. Leonardo ve Michelangello gibi dehalara sahip değil. Bu birikimle ABD’nin yarışması mümkün olmadığına göre onun yapacağı şey, buna karşıt, Batının ve özellikle İtalya ve Fransa’nın rolünü çalabilecek başka yollar bulması gerek.  Batının çizgi dışı sanatçılarına sanat insanlarına ve bilim adamlarına büyük olanaklar sağlayarak ABD’de toplamak.  İkincisi de büyük-görkemli çağdaş sanat müzeleri kurmak.Jackson Pollock gibi hem yaşam tarzı hem de resim olarak kural dışı sayılan insanlar üzerinde yüksek ücretlerle Pazar-piyasa yaratmak. Bu amaçla Rockefeller ailesine MoMa gibi müzeleri kurdurmak. Bu yolla batıya alternatif güçlü bir sanat-kültür odaklığı sağlamak. Bunda da başarılı olmuştur, Avrupa’nın  ve hatta dünyanın sanata dair yaklaşımlarında salgın gibi sarsıcı etkiler yaratarak.

ABD yönetimleri strateji geliştirmede uluslararası üstünlük sağlamada ve buna bağlı politikalar uygulamada uzun vadeli hesaplarla, özellikle rakip olarak gördükleri batı uygarlığına yönelik çeşitli projeler geliştirmiştir. Bu alanda batı toplumlarının yüzyıllara dayanan, çok uzun bir tarihi geçmişle, çok mücadeleler gerektiren bir süreçle elde ettiği yer altı ve yer üstü değerleri kendi ülkesine kısa sürede taşıma konusunda politikalar uygulamış, bunun için çeşitli örgütler, vakıflar, fonlar aracılığı ile psikolojik bir yardımsever, özgürlükçü, hümanist devlet imajı yaratmıştır. Siyasal, sosyal, endüstriyel, ekonomik,  politik, kültürel ve sanatsal argümanlar içeren kurumların her biri kendi alanında sistemli çabalar göstermiş ve beyin göçü denilen nitelikli insan gücünü arayıp bulmayı ve ülkeye taşımayı bir devlet politikası olarak uygulamasını bilmiştir. Fransız Louvre Müzesinde olduğu gibibugün Amerikan müzelerindebulunan objelerin yüzde doksanı başka ülkelerden, başka uluslardan hep bu çalma*yağma*taşıma ürünüdür. Yakın tarihte Irak Savaşında yağmalanan Irak Ulusal Müzesi gibi. Bu alanda İngiliz Casusu Getrude Bell’in Irak’tan, Fransızların Suriye’den ve Mısır’dançalıp taşıdıkları devasa tarihi eserleri düşünün.

Hemen bir örnek vereyim; Çanakkale Savaşları sırasında bile biz can derdindeyken İngiliz, Fransız arkeologlar arkeolojik hırsızlık peşindeydi.(1)  

1900’lerin başından itibaren adı sonradan dünyaca ezberlenecek olan CIA’dan önceki gizli örgütlerin taşeronluğunu yapan Rockefeller Vakfı aracılığıyla her yere el atmaya başlayan bir politika ile sözde yardım adı altında yapmadığı dalavere kalmamıştır.

Özellikle II. Dünya Savaşından sonra Hiroşima ve Nagazaki toplu katliamlarının 3. Dünya ülkelerinde yarattığı ABD karşıtlığını sempatiye çevirmek için yoksul, geri kalmış ya da Üçüncü dünya ülkelerinde, Truman doktrini, Marshall yardımları ile sözde insancıl ama asıl tam sömürgen bir devlet profili yaratmıştır. BM, NATO, CENTO gibi Örgütleri istediği şekilde kurgulayarak güç gösterisi ile dünya ülkeleri üzerinde jandarmalığa soyunmuştur.

Kendi tarihimizden bir örnek verelim: 15 Mayıs 1919’da Yunanlılarca İzmir’in işgalinde İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların yanında Amerika da vardı. Fotoğrafta saldırgan maşaların ve sömürgen zevatın önünde Amerikan bayrağı. Bugün Lozan Anlaşmasın imzalamayan*onaylamayan tek ülke ABD.  Neden? 100 yıldır onun kafasında SEVR haritası kazılı.

 1968 kuşağı bu soruları çok sorduğu için başlarına gelmedik kalmadı.’’Amerika’nın ta Anadolu’da ne işi var?

Kurtuluş Savaşının kimlere karşı yapıldığının, kimlere rağmen kazanıldığının bir belgesi. Ne yazık ki bizdeki tarih dersi anlayışı içinde bunların bilinmesi, unutturulmaması mümkün olamamıştır. Çok çabuk unutma hastalığımız yüzünden inkârcılıkla ‘’Kurtuluş Savaşını olmamış sayanların’’ varlığı yürek yakıcıdır.

‘’Keşke Yunan kazansaydı’’ diyenlere burada bir örnek daha verelim.

Yunanlıların İzmir’i İşgal ettikleri gün ne gibi katliamlar yaptığının o günü yaşayan İtalyan Ressam Vittorio Pisani’ninresimleri ile.

ABD’nin, İngiliz’in Türkiye ve dünya üzerindeki oyunlarının, Hiroşima-Nagazaki  ve Dresden gibi pek çok katliamlarının ne olup olmadığını çok iyi bilen 1968 kuşağı ‘’6. Filo Defol’’ çağrısı yaparkenABD beslemeleri tarafından İstanbul Dolmabahçe’de saldırıya uğramıştı. İlginçtir ki aynı anlayışın insanları şimdi Filistin katliamı nedeniyle gece gündüz Amerika’ya sövme ve saldırma yarışında. Pırıl pırıl Türk gençlerine saldırarak ABD kahramanlığı yapıyordunuz? Ey Beyefendiler, hanımefendiler o zaman aklınız nerelerdeydi? Bu yazıdaki manzaraları hiç görmemiş miydiniz? Nazım Hikmet’i okumamak için yeminli miydiniz?

Çok okuyan, araştıran, sorgucu, aklını kullanan, duygu, düşünce ve inançlarını başkalarının güdümüne bırakmayan 68 Kuşağının pırıl pırıl gençleriTürk ve dünya tarihini, buradaki insanlık dramını yaratan ABD’yi ve sömürgenlerin anayasasını çok iyi biliyorlardı. Karşılarındaki cehalet kumkumaları ve ABD kurgusuyla hayali canavar olarak yaratılan,ABD tarafından yemlenen arkalarına dini inançları da alarak ‘’Komünizmle Mücadele Derneklerinin’’ dünyadan bihaber maşalarıydı. Amerika her ülkede yaptığı gibi bizde de bazı kesimleri çeşitli şekillerde Rusya’ya karşı tamamen kendi çıkarları için kullanmış, olan kendi cevher gençlerimize olmuştur.

‘’Hiroşima ve Nagasaki''ye atom bombası saldırısı, II. Dünya Savaşı'nın son aşamasında 6 Ağustos 1945 Pazartesi saat 08:15''te Amerika Birleşik Devletleri, Uranyum-235 tipi atom bombası "Little Boy" (Küçük Oğlan) ile Hiroşima''ya ve 9 Ağustos 1945''de Plütonyum-239 tipi atom bombası "Fat Man" (Şişman Adam, resmî adıyla Mark III) ile Nagasaki''ye saldırı gerçekleştirdi’’en az 200 bin kişi hayatını kaybetti; Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda teslim olmasına neden oldu. (3)

Dünya şairi Nazım Hikmet ise Hiroşima''da yapılan katliama ilişkin şu şiiri kaleme almıştı:(Sonraları şarkı olarak dillerden düşmeyen)

Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler. 

Hiroşima’da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar. 

Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu. 

Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kâat gibi yanan çocuk. 

Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin 
şeker de yiyebilsinler.
(4) 

 

 

68 kuşağı ABD’nin yaşattığı Japonya’nın dramı yanında, 2. Dünya Savaşı bittiği halde ABD ve İngiliz uçaklarının açık kent Dresden‘i yerle bir eden bombardımanını biliyordu.

‘’İkinci Dünya Savaşı sırasında 13 Şubat 1945 tarihinde Almanya'nın Dresden şehri bombalı saldırılara sahne oldu. 800 İngiliz uçağından fırlatılan bin 182 ton bomba ve bin 487 ton patlayıcı 25 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.Bir başka kaynak 1200 uçak diyor.(1)

İngiliz tarihçi David Irving’in 1963 basımlı “TheDestruction of Dresden” adlı kitabı bir Nazi belgesinde verilen rakamlara dayanarak ölü sayısının 202,400 olduğunu iddia ediyordu.(5)

‘’Günümüzde de yaşanan bütün katliamlar gibi ‘’Dresden katliamı, bize tekellerin sahibi sermaye sınıfının doğasını gösterdiği için önemli. Hitler, Churchil, Roosovelt, Truman tekellerin siyasetini yürüten siyasiler bugün yaşamıyorlar, fakat az çok bu siyasetin arkasındaki tekeller varlıklarını koruyor. Ve onların sınıfsal güdülerinin nasıl her türlü kanlı cinayete ve katliamlara neden olabileceğini bize çok iyi gösteriyor. Özünde bu sınıf varlığını koruduğu sürece insanlık her zaman tehdit altında olacak.

Bir kere ahlaki bir yan var: Bu düzene boyun eğmenin bu sınıfla işbirliği yapmak olduğunu hatırlatalım.

Sonrasında ise, sermaye sınıfının tüm insanlığı bugün İkinci Dünya Savaşına göre çok daha fazla tehdit altında tuttuğunu hatırlayalım. Yönetimde ister Trump gibi faşistler, ister Obama gibi yeni-sosyal demokratlar olsun, hiç fark etmez, arkalarındaki sınıftan insanlık kurtulmadıkça rahat bir nefes almak mümkün değil.Önümüzdeki yıllarda en kritik mesele ömrünü doldurmuş bu cani sınıfın emekçileri topyekün bir savaşa ikna edip edemeyeceği olacak.Ve kurtuluşun umudu da bu soruda gizli.(6)

Bu katliamda pırıl pırıl beyin takımı 30 Türk öğrencisinin de öldüğü geçer kayıtlarda. O günlerde Dresden’de öğrenci olanların ilginç anıları var.

‘’II. Dünya Savaşı’nın sonunda büyük bir trajedi ile sona eren Dresden bombardımanını yaşayan Çeçen’in notlarında savaşın soğuk yüzü net bir biçimde görülüyor. “Trenle Dresden’e dönüş yolunda üzerimizden en az 400 bombardıman uçağının geçtiğini gördük. Acaba neresi bombalanacaktı? Meğer bizim Dresden bombalanıyormuş. Dresden’e geri döndüğümüzde evi aradık, bulamadık. Enkaza bakarak, güçlükle kaldığımız evin yerini tespit ettik. Bizim binaya bir bomba isabet etmiş ve yerine büyük bir çukur açılmıştı. Bitişikteki apartmana da iki bomba düşmüş. Her taraf cayır cayır yanıyordu. Almanlar bombardıman ve yangınlar için, içine insanların girebileceği, su dolu havuzlar yapmışlardı. Dresden’de insanlar bombardımandan sonra bu havuzlardaki suya atlayıp alevlerden korunmuşlardı. Sadece nefes almak için çıkmışlardı.” Büyük Dresden bombardımanı konusunda Kazım Çeçen’in not etmediği ancak kızı Ferhan Çeçen’e anlattıkları, bombardımanda birçok Türk öğrencinin de öldüğünü gösteriyor./7)

Sonuç olarak

Günümüzde çok katmanlı hesaplar içinde sömürgen ülkeler. Yeni yeni piyonlar yaratmak, savaş sanayiini soykırım, can kıyımı için acımasızca kullanmak, bütün bunları kendi topraklarından uzak, kendi halkının burnunu kanatmadan başkalarını yok etmek hesaplarıyla. İster ABD, İngiliz, Fransız olsun, ister yerli-içten işbirlikçiler olsun; kafalarındaki SEVR haritasını uygulamaya koymak. Arkalarında kıs kıs gülen bir zamanlar ‘’Osmanlıyı arkadan hançerleyen’’ Arap hülyacıları ve sermayesiyle Büyük Ortadoğu projesi denen oyun bu hesapların odağı. Filistin, İsrail bir başka hesap. Özellikle Suriye, Irak, İran, Türkiye böl-parçala oyunununfutbol sahası.

Bu nedenle özellikle gençlerimize çok büyük sorumluluk düşüyor. Kimin ne olduğunu, kimin dost, ‘’kimin hinoğlu hin’’ olduğunu sorgulama bilinci. Konu bir futbol takımı tutuculuğu, fanatikliği, çığırtkanlığı değildir. Yüz yılı bulunduğu coğrafyada kimseye esir olmadan, savaş yıkımları yaşamadan başaran tek uygar ülkeyiz. Bu yüz yıl içinde haritası, siyasal, sosyal yapısı darmadağın olan pek çok ülke varken. Yüz yıl önce Misak-ı Milli andı ile devir aldığı emanetle daha da yüceltme görevinin bilinciyle büyük bir yükümlülük içinde olduğumuzu unutmadan, emanete ihanet etmeden…

Ülkeler, toplumlar dünyada döndürülen dolapların farkına varacak bir gençlik yetiştirmek zorundadır. Bu elbette hamasi nutuklarla, ‘’dinci ve kinci nesil’’ yetiştirmekle olacak şey değildir. Aklını, beynini, duygu ve düşüncelerini, inançlarını kendi özgür iradesiyle yönetecek; başkalarına kul*köle olmayacak, bunları başkalarının güdümüne bırakmayacak gençlik yetiştirmekle olur. Trol, tetikçi gençliğin; zamanında 68 kuşağı gençlerinin ‘’ABD’ye defol’’ dediği zaman karşılarına sopalarla ABD militanı olarak çıkanlardan bir farkı olamaz.Körü körüne itaat zincirinde yer almak değil. Borazanlık, şablon kolon modeli, ezber çığırtkanlığı, kabadayılık değil. Umudumuz; çok kullanılan,‘’Allahın verdiği aklı’’

Adam gibi kullanan gençlik,

Okuyan, araştıran, sorgulayan gençlik.

Alnı açık, başı dik.

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür gençlik. 

 

Kaynakça

 

1https://www.google.com/search?q=1915+gelibolu+sava%C5%9F%C4%B1nda+ingiliz+ka%C3%A7ak+yapt%C4%B1klar%C4%B1+arkeolojik+kaz%C4%B1lar%C4%B1nda+bulunan+heykel&sca_esv=578489342&cs=0&tbm=isch&source=lnms&sa=X&ved=2ahUKEwjB-J6DgqOCAxUYVfEDHZm-AAIQ_AUoAXoECAEQAw&biw=1093&bih=529&dpr=1.25

2https://www.gaste24.com/genel/italyan-ressam-pisani-yunan-isgali-sirasinda-izmir-deydi-h194570.html

3 https://tr.euronews.com/2020/08/06/manhattan-dan-hirosima-atom-bombas-fikri-nasil-ortaya-cikti-ikinci-dunya-savasi-nagasaki

4https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abd-hirosimada-140-bin-insan-oldurdu-buyumez-olu-cocuklar-467278h.htm

5(file:///D:/Downloads/Deniz_Marangoz_Dresden_Bombardimani_ve_P.pdf)

6 (https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/dresden-katliami-bugune-ne-soyluyor-186839)

7(https://www.moment-expo.com/tr/dergiler/87/arastirma)

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
Dergi Sayısı