
Biz Seninle Aynıymışız
Prof. Hasan Pekmezci.
Yakından, uzaktan, tanıdık tanımadık, İnsanların, birbirlerini ya da başkalarını değerlendirirken yine çevrelerinde olan diğer insanların davranış biçimlerinden ve değerlendirmelerinden etkilenmelere göre hareket etmeye baştan eğilimlidir. Konu sadece bize özgüdür ya da değildir diye bir yargıya girmeye gerek görmüyorum, elbette öyledir ya da değildir, konum bu değil zaten. Yaşam ilişkileri elbette pek çok bileşenle anlam kazanır ya da kaybeder. Öğrenme ve tanıma çabalarının taklitle, görülenlerin, duyulanların tekrarı ile başladığı konusunda eğitim alanında her yerde benzer değerlendirmelerin yapılması doğal sayılır. Hepimizin yaşamında böylesi örnekler mutlaka vardır.
İnsanın yaşı-başı, deneyimleri ne olursa olsun; aklı-beyni yaşama açıksa yeni ortamlar, yeni dostluklar içinde, yeni şeyler de öğrenmeye devam eder. Bu aslında en insani ilişkilerin duygusal, düşünsel anılara, çağrışımlara, yeniden sorgulamalara da fırsatlar yaratması demek. Elbette bilinç denen en önemli değerler içinde.
Yurt dışından ve yurt içinden çok sayıda sanat insanının katıldığı Uluslararası bir sanat çalıştayında sanatın yanında planlı-plansız; genel ya da özel konulara girilebilen söyleşilerle güzel dostluklar kurulur. İnsanların birbirlerini bilinen, kimi zaman yazılan-çizilen yönlerinden farklı olarak tanınmasına fırsat yarattığı doğal tavırlarla anlam kazanan ortamlar. Böylesi zengin-çoklu bir ortamda kişisel yaşam deneyimleri de söyleşi konusu olur ki ‘’karşıdaki insan kimdir, necidir, nerelerden, nasıl gelmiştir sorularına yanıtlar aramak demek. Sanatçı, ressam, heykeltıraş, romancı, şair, usta, üstat, prof gibi sıfatların altında başka neler gizlidir’’ sorularının deşifresi sayılan söyleşiler. Z
Bizde birilerini genel değerlendirme içinde görme de yaygın ya ’kim bilir arkalarında neler, kimler vardır’’ kaygılı-kuşkulu sessiz sorularla. Öyle ya adama büyük ressam, ünlü ressam, heykelci, prof ünvanlı deniyorsa ‘’onu buralara taşıyan ne gibi arkalıkları, destekleri vardır? Buralara uçarak mı geldi, uçurularak mı geldi?.
Yıllar önce politik takıntılar bu kadar her alanı istila etmemişken Anadolu’da pek çok üniversitede Güzel Sanatlar alanının özel yetenek sınavlarını bulunduğum üniversite adına bizler uygulardık. Çeşitli baskılar altında kalabilen yerel üniversitenin saygılı ve adil tutumlarına ek olarak. Böyle çok başarılı, gereksiz kuşkuların yaşanmadığı, sınavları kaybedenlerin bile sevgi ve saygısını kazanan uygulamalar. Bu görevi yaparken ta baştan bütün öğrencilerin, yakınlarının, üniversite mensuplarının topluca yer aldığı spor salonunda bir konuşma yapardım. Vurguladığımız konu şuydu: ‘’Bu sınavlar için oradan, buradan torpil aramak, bunun sayesinde sınav kazanmak eğer onur kavramına değer veren bir kimlikseniz hayatınızın sonuna kadar her torpil sözünde içinizin ezilmesine neden olur. Yok; onur kavramı sizin için bir şey ifade etmiyorsa bu kez sizler başkalarının hakkını gasp eden maşalar durumuna düşersiniz. Kaldı ki sınavı hakkıyla kazanan da bunun hazzını doyasıya yaşayamaz, Genel şaibenin altında kalır. Biz sizin kimliğinize böyle bir olumsuzluğun yapışmasını istemiyoruz.’’ ‘’Alnı açık, başı dik’’ sözü laf ebeliğinde kalmadan kimliğiniz olmak zorunda.
Bu nedenle de yapılan her sınav oldukça başarılı yaşandı. Aradan yıllar geçtiği halde o sınava katılanlardan arayıp soranlar var. Karşılaştığımızda da sevgi ve saygıyla ananlar.
Bunu neden yazıyorum, prof sıfatı varsa ‘’acaba’’, başarılı iş yapıyorsa ‘’acaba’’ derken, bizde çoğu zaman onun gerçek çabalarının yok sayılarak yargılanmasıdır.

Yukarıda değindiğim uluslararası, çok katılımlı sanat etkinliğinde bir grup halinde sohbet sırasında orada gördüğümüz bir delikli tuğla beni ta öğrencilik yıllarıma taşıdı. İstanbul’da 1960’lı yılların başında yaşadığım inşaat işçiliği anılarıma. Yaz tatilinde bir inşaatın gece ve gündüz devamlı çalışanıydım. Gündüz ne gerekiyorsa ona koşturmanın yanında gece de iş devam edebiliyordu. Örneğin, Kartal Çimento Fabrikasından yeni çıkmış bir kamyon çimento gelirdi. Bunu indirmek, yerine yerleştirmek de tek başıma benim görevim. Bilir misiniz yeni çıkmış çimento torbaları ateş gibi yakıcıdır. Bir kamyon dolusu çimento torbasını taşırken sırtım nasıl yanardı anlatılmaz. Sırt kemiklerimin üzeri kabuk bağlardı yanmaktan. Bunu yaşarken belli emirler de vardı: ‘’Çimento torbaları patlamadan, yırtılmadan taşınacak, çok düzenli olarak yerine yığılacak; yağmurdan, yaştan korunacak haa’’

İkincisi, delikli tuğla gelirdi gece yarısı, bir kamyon dolusu, tam sekiz bin. Bunlar tek tek taşınacak, kırılmadan yerlerine yığılacak. O yıllarda şimdiki gibi çeşit çeşit eldiven de yok. Parmaklarımı deliklerden sokarak taşıdığım için zımpara gibi. Çok geçmeden parmak uçları dağılır ve her parmaktan kanlar damlamaya başlardı.
Bunları karşımızda duran delikli tuğla ne kadar bilirdi, bizi ne kadar anlardı bilmem ama bildiğim, gördüğüm bir yüz ifadesi vardı ki adeta benimle birlikte yaşıyordu konuyu. Bu yüz sevgili Mustafa kardeşindi. Trabzon’dan, o çok takdir edilen Trabzonlu ressamlar geleneğinden beslenen. Hiç resim eğitimi almadan, resim tutkusuyla ve naif resimleriyle. Nasıl içten dinliyordu ki birden ‘’Yahu biz seninle aynıymışız Hasan hocam’’ dedi. ‘’Biz seninle aynıymışız’’ Çok anlamlı bir değerlendirme. Öyle ya katılımcıların n yaşlısı, çoğunun hoca olarak bildiği, kendilerine göre sanatsal değer biçtiği bir adam, delikli tuğlalı anılardan gelmiş. Aynen kendisinin yaşadıklarıyla, parmaklarındaki kanamalarla. Öyle gökten zembille inmemiş, arkasında güllük gülistanlık, el bebe, gül bebe bir yaşamdan değil. ‘’Biz seninle aynıymışız.’’
Bu söz çok etkiledi beni. Mustafa’nın saygıdan mesafeli duran, çekingen tavrını da nasıl yumuşattı. Resmi saygı daha çok içten, sıcak bir sevgiye dönüştü. İnsanlara toplumsal yaşamın, farklı farklı amaçlarla, görevlerle yüklediği sıfatlar, giydirdiği kılıflar ne olursa olsun. İçindeki özüdür önemli olan. Davranış maodelleri kılıfa göre değil, öze göre anlam kazanır.
Toplumsal yaşam içinde empati duygusunu çok önemserim, hatta en önemli, en ahlaki insani değer sayarım. Eğitim sisteminde temel alınacak en tutarlı insani kazanım; ‘’Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapmamak’’. Akla gelen ne varsa bu ölçüt. Duymak istemediğini, görmek istemediğini, yaşamak istemediğini başkalarına asla yapmamak, yaşatmamak.
Böyle bir bilinç kazanımı soyut kavramlarla, öğretilerle elde edilemiyor ne yazık ki. Bir ucu yaşama değen, göze, kulağa, beyne nakşedilen: Sana yapılmasını istemediğini başkalarına yapma’’ beş sözcüklü bir insanlık dersi. Sana yapılan bir haksızlıktan ne denli üzülüyorsan, sen de yaptığınla başkalarının aynı derecede üzüleceğini düşün.
Günümüzde bu empati duygusunun ne denli yok sayıldığının insanlık dışı örnekleri yaşanmıyor mu?
Ne dersiniz?
Ağustos 2025
Görseller anonim olup, google ortamından alınmıştır.
Yorum
Seninle Aynıymışız (Hasan Pekmezci)
Bu yazıy keşke günümüzde her genç okusa ve "alnım açık,başım dik ne zaman söylenir anlasalar.
Yeni yorum ekle